Ağustos ayının son gününe uyandık. Yaz mevsimine Üsküp'te veda ederken sonbaharı harika bir göl manzarasının bulunduğu ve tarih ile doğanın buluştuğu bir şehirde karşılamak için sabırsızlanıyoruz. Bu yüzden biraz erken kalktık. Güneşli ve sakin bir cumartesi sabahında hafif bir kahvaltının ardından sade kahvelerimizi yudumlarken Vodno Dağı'na, dağın eteklerinden yayılarak büyüyen şehir manzarasına ve hemen yanıbaşımızda küçük bir ormanı andıran şehrin en büyük parkına son kez bakıp kaldığımız otelden ayrılıyoruz. Ohrid'e doğru yolculuğumuz başlıyor.
Mother
Teresa otoyolundayız. Bu yol Üsküp ile Tetovo yani diğer adıyla Kalkandelen'i
Kalkandelen'i de Gostivar şehriyle birbirine bağlıyor. Yol boyunca akan otoban
çizgileri karşımıza Balkan coğrafyasını şekillendiren yemyeşil
dağları, ovaları, vadileri ve Kuzey Makedonya şehirlerini şöyle bir
dolaşmaya çıkmış gibi akıp giden Vardar Nehri'ni çıkarıyor. Gökyüzü yine
masmavi, ara sıra bembeyaz bir bulut tarlası ufukta belirip sonra birden
kayboluyor.
Yol
şarkılarımız hem yerli hem de yabancı. Aslında tüm şarkılar yerli biz gezginler
bir o kadar yabancı. Keşfediyoruz yeniden coğrafyayı, kentleri, kültürleri,
yeni lezzetleri ve yeni melodileri. Her defasında unuttuğumuz kendimizle
yeniden karşılaşıyoruz. Ve her ülkenin kendi kokusu olduğunu yeniden
duyumsuyoruz. Tıpkı her insanın kendine has ten kokusunun olduğu gibi bu
ülkenin de damağımızda bıraktığı, dimağımıza kazıdığı o rayihayı soluyor ve
yeniden fark ediyoruz haritadaki sınırların anlamsızlığını.
Gostivar
kentini biraz geçince bitiyor otoyol. Gerisi yol inşaatı, hafriyat yüklü sarı
renkli damperli dev kamyonlar, toz bulutları ve çamurlar. Ve ardından maden
ocakları çıkıyor karşımıza. İçi oyulan ve oyuldukça da üzerinden yükselen toz
bulutlarının sanki derdinden bir sigara yakmış ihtiyar bir adam gibi göründüğü
dağlar...
Kırçova
kentinden geçip yeşillikler içinde yer alan küçük küçük yerleşim birimlerinin
bulunduğu Müslüman köylerinden geçiyoruz. Köy evlerinin her biri yüksek
minareli camilerin gölgesine sığınmış gibi yan yana kümelenmiş. Buradaki
köylerde dalgalanan kocaman kırmızı bir bayrak dikkatimizi çekiyor. Çok
geçmeden bu bayrakların Arnavutluk bayrağı olduğunu anlıyoruz. Bir an fark
etmeden sınır mı değiştirdik acaba diye gülümsüyoruz. Bir ülkede başka bir
ülkenin bayrağının bu kadar görünür şekilde dalgalanması bize bazı siyasi
kimlik sorunlarının günümüzde de sürdüğünü gösteriyor.
Müslüman Arnavutlar bu ülkenin ikinci büyük etnik
grubunu oluşturuyor. Arnavutlar Kuzey Makedonya yönetiminde siyasi olarak
da etkili bir şekilde varlık gösteriyorlar.
Artık
Ohrid'e iyice yaklaştık. Trafik yoğunluğu şehir merkezine yaklaştıkça biraz
daha artıyor. Hafta sonunu bu harika kentte geçirmenin planını yapmış olan
herkes yollarda. En çok da Üsküplüler. Zira Üsküp plakalı araçlar trafikte
yoğunluğu oluşturuyor.
Kuzey Makedonya denize kıyısı olmayan bir ülke. Dört bir tarafı kendisinden siyasi talepleri olan komşularıyla çevirili. Bu ülke, "Denizi yok ama denizsiz de oluyormuş meğer" dedirten Ohrid Gölü gibi Avrupa'nın en güzel ve en temiz göllerinden birine sahip. Gölün sadece görüntüsü de değil kokusu da deniz gibi...
Ohrid Gölü Avrupa'nın en yaşlı ve en derin gölü. 5 milyon yaşında olduğu söyleniyor. 300 metre derinliğe sahip olan gölün bir tarafı Kuzey Makedonya bir diğer tarafı Arnavutluk kıyılarıyla çevrili. Volkanik bir krater gölü olması nedeniyle yaşayan bir ekosistem olarak da nitelendirilen Ohrid Gölü yer altındaki kaynak sularından da beslenerek her daim canlılığını ve berraklığını koruyor. Ohrid Gölü'nün korunmasına büyük önem veriliyor.
Kaldığımız otel Ohrid'in eski kent bölümünde yer alıyor. Küçük dar sokakları, Osmanlı döneminden kalma tarihi evlerinin zarifliği, şiir gibi Arnavut kaldırımlı caddeleri, göl kenarında insanların keyifle vakit geçirdiği küçük bir kordon boyu ve tarihi evlerinin şekli verilmiş sokak aydınlatmaları ile bu kent daha ilk dakikalarda başımızı döndürdü ve bizi adeta büyüledi. İnsan burada kendini bir masalın içindeymiş gibi hissediyor.
Burada kişi başı 2 Euro şehir vergisi talep ediliyor şehre gelen misafirlerden. Avrupa'nın birçok kentinde olduğu gibi burada da benzer bir uygulama var.
Buraya geldiğimizde ilk işimiz kendimizi Ohrid Gölü'nün sularına bırakmak oldu. Kaldığımız otele sadece iki dakika mesafedeki halk plajında hem yol yorgunluğumuzu attık ve hem de Avrupa'nın ortasındaki tertemiz göl sularında yüzme hayalimizi gerçekleştirmiş olduk. Sığ kesimlerdeki yosun bağlamış taşlar yürümeyi zorlaştırsa da yanımızda deniz ayakkabılarını getirmiş olmamız daha rahat hareket etmemizi sağladı.
Ohrid Gölü'nde yüzme keyfinin yanında çeşitli su sporlarının da yapıldığını belirtelim. Orada bulunduğumuz gün Türkiye'den de sporcuların katıldığı Balkan Açık Su Yüzme Şampiyonası gerçekleştirildi. Milli Takımlar düzeyindeki genç sporcularımız şampiyonluk dahil farklı derecelerde önemli başarılar elde etti. Doğrusu şampiyonanın yapıldığı alan tam bir karnaval yeri gibi eğlenceliydi.
Sıra artık şehir turuna geldi. Kademe kademe yükselen eski kentin sokaklarında keşfe çıktık. İlk olarak kaldığımız otelin hemen karşısındaki Kağıt Müzesi'ni gezdik. Burada hala geleneksel şekilde kağıt üretimi gerçekleştiriliyor. İçeride hoş bir müzik eşliğinde gezerken burada farklı ağaçlardan üretilen kağıtlara basılmış hediyelik alarak da satın alabileceğiniz haritaları ve portleri de inceleyebiliyorsunuz. Kendim için geleneksel baskılı bir Balkan Haritası seçtim.:) Ayrıca bizi oldukça sempatik bir şekilde karşılayan müze görevlisi de geleneksel kağıt üretiminin nasıl yapıldığını bize gösterdi.
Dik yokuşlu Arnavut kaldırımlı sokaklardan geçip bir sonraki durağımız olan Antik Tiyatro'yu gezdik. Tarihi M.Ö. 2. yy'a kadar uzanan bu görkemli yapı her yıl dünyaca ünlü sanatçıların da sahne aldığı Ohrid Yaz Festivali dahil birçok farklı kültürel etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Buraya giriş için herhangi bir ücret ödemiyorsunuz ve bizim gibi burada biraz soluklanıp kentin farklı bir açısından harika fotoğraf kareleri ve video çekme imkanı buluyorsunuz.
Antik Tiyatro'dan sonraki durağımız kente hakim bir tepe üzerinde konumlanmış ve ne zaman yapıldığı tam olarak tarihlenemeyen Çar Samuel Kalesi'ydi. Kaleye girişler ücretli ve iki kişi için 300 MKD ödedik. Kale oldukça iyi korunmuş durumda. Kalenin dik merdivenlerinden surlara çıktığınızda ise kale içi, Ohrid eski kent merkezi ve göl manzarasını kapsayan muhteşem bir görsel şölenle karşılaşıyorsunuz. Hangi açıdan fotoğraf çekerseniz çekin ayaklarınızı yerden kesilecekmiş gibi hissettiren bu eşsiz manzaraya doyamıyorsunuz.
Ohrid Kalesi, göl ve antik kenti de içine alan tüm bölge, Birleşmiş Milletler’e bağlı UNESCO tarafından Dünya Mirası içerisine dâhil edilmiş durumda...
Kale'den çıkıp Aziz Yuhanna Kilisi'ne doğru giden orman yoluna saptık. Bu kent Ortodoks Hristiyanlar için çok önemli bir merkez. Burada senenin her bir günü için kilise yapıldığı söylense de günümüzde toplamda 40 kadar kilise ayakta kalmış vaziyette. Osmanlı döneminde bu kiliselerin bazıları camiye çevrilmiş. Bu yapılar Osmanlı bu topraklardan çekilince tekrar eski hallerine dönmüş. Aziz Kliement Kilisesi de bunlardan biri. Bu kiliseye girişler ücretli ve biz iki kişi için 300 MKD ödedik. Kiliseyi ziyaret ettiğimiz sırada ise bir çiftin en mutlu günü olan nikah merasimine de tanıklık ettik.
Daracık sokaklar ve merdivenler bizi yeniden göl kıyısına çıkardı. Buradaki ahşap platformun üzerinden yürümek çok keyifliydi. Bir tarafımızda alabildiğinde güzellikte göl manzarası diğer tarafımızda da göl kıyısındaki eski taş evler ve o evlerden göle inmek için yapılmış merdivenler yer alıyordu. İnsan 'keşke yılın belirli bir döneminde dahi olsa böyle bir evde zaman geçirebilsek' diye düşünmeden edemiyor doğrusu.:) Burada halk plajları ile ücretli hizmet sunan plajlar sıra sıra birbirini takip ediyor. Bir an kiralık kanolar gözümüze ilişse de zamanımızı şehrin geri kalanını gezmek için ayırmaya karar veriyoruz.
Yürüyüşün ardından biraz mola vermek için göl kenarında güzel bir mekan seçiyoruz. Buranın en başta göl balıkları meşhur. Ancak deniz ürünleri ile zenginleştirilmiş makarnası ve pizzaları da çok lezzetliydi. Burada hem böylesine lezzetli hem de büyük porsiyonda sunulan yemekleri Türkiye'ye kıyasla çok daha ucuz fiyata yiyebiliyorsunuz. Tabii yemeğin yanında söylediğimiz buz gibi Makedonya biraları da Türkiye'deki biralardan daha ucuz. Burada bazı mekanların Türkçe ve İngilizce menüleri de var. Ancak genel olarak Kuzey Makedoya'nın yazı dili olan Kiril Alfabeli menülerle karşılaşabilirsiniz. Kiril Alfabesi demişken de başta Rusya ve Balkan ülkelerinde yaygın olarak kullanılan bu alfabenin Ohrid'den çıktığını da belirletelim.
Bizans İmparatoru'nun emriyle Selanik'ten Ohrid'e gelen Aziz Kyrillos ve Aziz Methodios kardeşler uzun yıllar Yunan ve İbrani alfabesinden yararlanarak Kiril Alfabesi'ni geliştiriyorlar. Aynı zamanda din adamı olarak görevlendirilen bu iki kardeşin amacı hem Slavlar için yeni bir yazı dili geliştirmek hem de Hristiyanlığı yaymak... Bu nedenle Ohrid sadece Makedonlar için değil tüm Slavlar için kutsal bir kent özelliğini taşıyor.
Yemekten sonra eski kentin sokaklarında bir süre daha dolaşmaya devam ettik. Kentin en ünlü tüccar ailelerinden Robev'lere ait olan ve günümüzde Ohrid Ulusal Müzesi'nin bir parçası olarak hizmet veren ve içerisinde değerli eserler barındıran tarihi evi fotoğrafladık. Ardından küçük bir Ege sahil kasabasının kordon boyunu andıran göl kıyısındaki mekanlardan birinde kendimize birer kokteyl söyleyip biraz keyif yaptık.
Gün batımına yakın bir zamanda şehrin en güzel fotoğraf noktalarından biri olan beton iskelede usta bir ressamın elinde çıkmış bir tablo gibi görünen cam gibi berrak gölün ve binlerce yıllık tarihe sahip eski kentin nefes kesici manzarasını izleyip fotoğraf çektik.
Ohrid incileriyle de ünlü bir kent. Hem içinden hiç çıkmak istemediğimiz eski romantik sokaklarındaki tezgahlarda hem de eski çarşıdaki mekanlarda meşhur Ohrid incisi sık sık karşımıza çıktı. Ohrid incileri sedefli bir yapısı olan ve Ohrid Gölü'nde yaşayan bir balığın pullarının özel bir formülle işlemden geçirilmesiyle üretiliyor. Sertifikalı olarak satılan orijinal Ohrid incilerinin yanında farklı şekilde üretilmiş inci takılar da tezgahları süslüyor.
Son durağımız eski kent meydanı ve Türk Çarşısı oldu. Burada konuşulan dil ve insan profili hemen değişti. Kendimizi bir an Türkiye'deymiş gibi hissettik. Giyim ve hediyelik eşya dükkanları başta olmak üzere, lokantalar, halıcılar, bakırcılar, kahvehaneler ve çay ocakları tarihi Çınar Ağacı'nın bulunduğu alana kadar uzayıp gidiyor. Osmanlı döneminden kalma camiler, çeşmeler ve birbirinden güzel çok sayıda tarihi yapının bulunduğu bu bölgede Ohrid'in turistik kısmından çok farklı bir yaşam biçiminin sürdürüldüğüne şahit oluyorsunuz.
Ve Ohrid'le vedalaşma vakti geldi. Yılın en güzel ayı olan Eylül'ün ilk sabahında bu kentten ayrılmadan hemen önce son kez göl kenarına gittik. Sonbaharın ilk kokusunu manzaraya karşı içimize çektik. Sevgili Eşim Özgenaz ile el el tutuşup göl sularına son kez dokunduk ve yeniden bu kente gelebilmek için suya fısıldadık: