Bir bira sever olarak, gittiğim her ülkede o ülkeye özgü biraları denemeyi bir gelenek haline getirdim. Bazı yerlerde ise bu konuda hoş sürprizlerle karşılaşıyorum; kimi mekanlar kendi lisanslı biralarını üretiyor ve bu özel tatları yalnızca orada deneyimleme şansınız oluyor. Bosna-Hersek gezimizde de bu geleneği sürdürerek biraların ve mekanların izini sürdük. Başkent Saraybosna’da, şehrin sembollerinden biri olan bira fabrikasını ziyaret ettik. Yalnızca fabrikanın tarihi atmosferini solumakla kalmadık, burada üretilen biraların tadımını da gerçekleştirdik. Hemen fabrikanın yanındaki şık bir mekanda oturup, biralarımız eşliğinde bir Saraybosna akşamının tadını çıkarmak ise gerçekten çok keyifliydi. Şimdi ise biralar ve mekanlar hakkında birkaç tüyo paylaşma zamanı…
İlk durağımız: Saraybosna Bira Fabrikası (Sarajevska Pivara)
1864 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde kurulan bu fabrika, Bosna-Hersek’in ilk modern sanayi tesislerinden biri olma özelliğini taşıyor. Günümüzde hala üretime devam eden bu tarihi fabrika, Saraybosna’nın önemli simgelerinden biri.
Fabrikanın önünden geçerken kamyonlara kasa kasa biraların yüklendiğine tanık oluyoruz. Bira üretiminde kullanılan meşhur kaynak suları sayesinde, Saraybosnalılar arasında "Sadece birası için değil, suyu için bile gidilir" şeklinde esprili bir söylem oluşmuş.
Fabrikanın içinde yer alan müze ve restoran, ziyaretçilere tarih ve lezzeti bir arada sunuyor. Gerçekten keşfedilmeyi bekleyen özel bir durak...
Ve işte... Pivnica HS’in kapısından içeri adımınızı attığınız anda şık bir atmosfer karşılıyor sizi. Sarajevska Pivara’nın zengin menüsünden seçtiğiniz enfes biraları yudumlarken, mekanın ruhuna uygun müzikler muhabbetinize eşlik ediyor. Leziz yemeklerin kokusu ise adeta büyülüyor.
Favori biramız mı? Kesinlikle Tamno Dark!
İkinci durağımız: La Cava Sarajevo
Sokak ruhunu doyasıya kadar hissedeceğiniz, Başçarşı ve Ferhadija Caddesi’ne yalnızca birkaç adım mesafede konumlanmış, adeta Saraybosna’nın kalbinde atan bir nokta. Burada bir bardak "Sarajevska lager" eşliğinde biraz soluklanmak, gelip geçenleri izleyerek şehrin ritmine kulak vermek çok keyifli.
La Cava’nın playlist’inden yükselen efsane şarkıların melodileri ardından modern seçkilerle çalınıyor kulağınıza. Bu müzikler, şehrin geçmişle bugünü harmanlayan dokusuna adeta fon müziği oluyor.
Yakınlarında camiler ve farklı ibadethaneler bulunmasına rağmen, sokaklara taşan bistrolarıyla La Cava, Saraybosna’nın hoşgörü dolu yapısını gözler önüne seriyor. Müslüman kimliğinin yoğun hissedildiği bu bölgede böyle özgür ve samimi bir bara rastlamak, şehrin renklerinin nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor.
Eğer siz de bu taş sokaklarda dolaşırken küçük bir mola vermek isterseniz ve şehrin dokusundan da kopmak istemiyorsanız, La Cava iyi bir adres...
Üçüncü durağımız: Sophie's Garden
Şehrin ruhunu hem sabah hem akşam yaşayabileceğiniz bir diğer güzel mekan: Sophie's Garden. Sabah saatlerinde kahvelerini yudumlayıp gazetelerine göz atan Saraybosnalılarla dolu. Akşamları ise şaraplarını veya biralarını yudumlayan insanların oluşturduğu keyifli bir ortam sizi bekliyor burada.
Mekanın personeli sıcacık ve güler yüzlü. İlk andan itibaren kendinizi rahat hissetmeniz için ellerinden geleni yapıyorlar. Caddeye bakan bistro masalarına kurulup, şehrin akışını izlerken Sophie's Garden’ın huzurlu atmosferine kapılmamak mümkün değil.
Konumu da oldukça etkileyici; Franz Ferdinand’ın suikasta uğradığı tarihi noktaya çok yakın. Yani burası yalnızca bir kafe değil, aynı zamanda Saraybosna'nın tarih kokan sokaklarının tam kalbinde bir soluklanma noktası.
Şehirle bağınızı hiç koparmadan küçük molalar vermek için harika bir adres.
Saraybosna'da elbette saydıklarım bunlarla sınırlı değil. Özellikle yaz aylarında hareketlenen barlar sokağı ve şehrin dört bir yanındaki Yugoslav esintili, her biri farklı karakterdeki bar ve eğlence mekânlarını da keşfetmenizi öneririm.
Teşekkürler Dünya!
Not:
- Alkollü içeceklerin fazlası sağlığa zararlıdır. - 'İçki içmek' yerine 'alkol almak' deyimini kullanmak politiktir. - Alkolizm ile mücadele ile alkollü içki tüketme kültürü ile mücadele farklı şeylerdir. - Bar, Birahane, Pub ve Meyhane gibi mekanlar bir kültürün parçası mekanlardır. - Her içki içen insan kötü insan değildir, hiç içki içmeyen insanlar da çok büyük kötülükler yapabilir.
Yugonostaljisi, eski Yugoslavya'nın geçmişine duyulan
özlemi anlatan bir kavram. Hem kültürel hem de psikolojik bir yönü var:
Balkanlar’da yaşayan halklar için barış, birlik ve kültürel çeşitliliği
simgeliyor. Aynı zamanda eski pop kültürü ve tüketim alışkanlıklarının da bir
hatırlatıcısı. Benim içinse Yugoslavya; kültürel çoğulculuğu, eski konumu ve
saygınlığıyla her zaman bir sempati uyandırdı. Bu sempatinin etkisiyle de iki
yıl önce başladığımız Balkanlar turunun eksik kalan halkalarından biri olan Bosna-Hersek’i
geçtiğimiz haftalarda keşfetme fırsatımız oldu. Bosna-Hersek, savaşların acı
izlerini taşısa da etnik ve kültürel çeşitliliğini hala muhafaza etmeye
çalışıyor. Bu yönüyle Yugoslavya'nın küçük bir minyatürü gibi görünen Başkent
Saraybosna ise geçmişin yıkıcı izlerine rağmen, misafirlerini sıcak bir
gülümseme ile karşılıyor. Bosna-Hersek'e gitmeden önce Tanıl Bora'nın “Yeni
Dünya Düzeni’nin Av Sahası - Bosna-Hersek” adlı kitabını okumuştum. Bu
kitap yolculuğumuza adeta bir arka plan müziği gibi eşlik etti.
Bosna-Hersek, bugün dahi Balkan Haritası üzerinde adeta bir yara bandı gibi
duruyor. Ve geçmişin savaş izlerini taşısa da aynı zamanda modern çağı
yakalamaya ve barışa sımsıkı tutunmaya çalışan bu küçük ülke günümüzde de
boğuştuğu tüm siyasi krizlere rağmen inadına yaşamaya devam ediyor.
Gökyüzündeyiz. Hafif bir türbülans uçağı sarsarken,
elimdeki kitaba ara veriyor ve pencereden dışarı bakıyorum. Yüzlerce metre
aşağıdakilerin tüm iyi dilekleri sanki bembeyaz bulut kümeleri gibi
sıralanmış bekliyor; sonsuz maviliğin içinde tüm umutlar süzülüyor. Uçağın
kanadına usulca bir dilek de ben konduruyorum: Yeni rotalar bizi
bulsun...Kaptan pilot anons geçiyor: "Saraybosna için inişe geçtik.
Güneşli bir pazar günü bizi bekliyor." İçimiz kıpır kıpır, yüzümüzde
istemsiz bir tebessüm. Çünkü uzun zamandır beklediğimiz Bosna-Hersek gezimiz
artık başlıyor.
Saraybosna’ya İlk Bakış: Bir Yaranın İçinden Hayat
Fışkırıyor
İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan kalkan
uçağımız, yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuşun ardından, kırmızı kiremitli
üçgen çatılar arasında süzülen yeşil bir coğrafyaya iniş yapıyor. Saraybosna
Havalimanı’ndayız. Pasaport kontrolü sırasında gözüm devasa bir Saraybosna
fotoğrafına takılıyor. 90’lı yıllarda bombalar altında izlediğimiz o beton
bloklar şimdi koca bir fotoğraf karesinde bize bakıyor. “Ben çocukken Bosna
Savaşını televizyonda izledim” diyorum içimden; “Keşke izlediğim son savaş bu
olsaydı…”
Bosna-Hersek bugün yaklaşık 3,3 milyon nüfuslu,
Boşnak, Hırvat ve Sırplardan oluşan çok-etnili bir ülke. Her köşesinde bir
kültürün, bir hatıranın, bir travmanın izi var. Bu çeşitliliği idare edebilmek
adına ülke; Bosna-Hersek Federasyonu, Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska) ve
özerk Brçko Bölgesi olarak üçe ayrılmış. Karmaşık ama bir o kadar da gerçek...
Başçarşı’ya Doğru: Şehrin Nabzı Burada Atıyor
Havalimanı çıkışından yürüyerek ulaştığımız otobüs
durağında, 200E numaralı otobüsle şehrin kalbi sayılan Başçarşı'ya doğru
yola koyuluyoruz. Şoförümüz gülümseyerek "Hoşgeldiniz!" diyor, "İki
kişi 10 Mark" (210 TL).
Bosna-Hersek'in para birimi Bosna Konvertibıl Markı.
Kısaltması KM şeklinde. Mart 2025 itibarıyla 1 KM yaklaşık 21 TL ediyor.
Otobüs camından bakarken savaşın izleri kendini
gösteriyor. Kurşun delikleriyle dolu binalar gözümüze çarpıyor ve şehir parkı
sandığımız yerlerin aslında mezarlık olduğunu fark ediyoruz. Saraybosna, savaşı
unutmamak üzerine kurulu bir şehir. Mezarlıkları park, parkları mezarlık olan
bir kent… Gri bir atmosfer, kurşun gibi ağır bir hava... Ama her şeye rağmen
şehir, sizi sıcak bir kucaklama ile karşılıyor.
Saraybosna’nın Tarih ve Hafıza Durakları
Aslında bu durakların her biri uzun uzadıya ayrı
başlıklarla anlatılmayı hak ediyor. Bu yazıyı istesem de kısa tutamayacağım o
yüzden hem yazarken benim için hem de okurken siz değerli okuyucular için biraz
sabır gerektiriyor. O kadar çok detay var ki... Burada görmek istediğimiz
her yer, adeta geçmişin izlerini bugüne taşıyan birer zaman tüneli gibi.
Saraybosna’nın tarih ve hafıza durakları, sadece taş binalar ya da müzelerden
ibaret değil; aynı zamanda yaşanmışlıkların, acıların, umutların ve direnişin
sembolleri...
Başçarşı
Gezimizin başlangıç noktası olan Osmanlı döneminden
kalma bu tarihi çarşı, Saraybosna’nın kalbi desek yanlış olmaz sanırım. Dar
sokaklarında yürürken kendinizi Anadolu'daki eski bir kentin içindeymişsiniz
gibi hissediyorsunuz. Bakırcılar, seyyar kahveciler, camiler ve hanlar geçmişi
bugüne taşıyor.
Sebil & Gazi Hüsrev Bey Camii & İki Çeşme
Başçarşı'nın merkezindeki Sebil, şehrin simgesi.
Güvercinler arasında ve fotoğraf çektiren turistlerle çevrili. Sebil ve
arkasındaki tepelere doğru yayılan evlerin bulunduğu manzara sizi tıpkı Bursa'ya
gelmişsiniz gibi hissettiriyor. Bu benzerlikleri ve kıyaslamaları şehrin bu
kısmını gezerken ister istemez yapıyorsunuz. Hem biraz bize benziyor hem de
bizden oldukça farklılar dediğiniz bir mekansal algı her adımınızda peşinizden
geliyor.
Sebil'in hemen yakınındaki Gazi Hüsrev Bey Camii, zarif Osmanlı
mimarisinin en güzel örneklerinden. Ramazan ayında ziyaret ettiğimizden dolayı
caminin avlusu ve şadırvanın etrafı hem ibadet için gelenler hem de meraklı
turistlerin oluşturduğu hareketlilikle capcanlı bir görünüm sergiliyor.
Gazi Hüsrev Bey Camii'nin bahçe duvarında bulunan iki çeşmenin nesilden nesile aktarılan hikayesi buraya gelir gelmez bizim de kulağımıza çalındı. Rivayete göre sağdaki çeşmeden su içerseniz Bosnalı biriyle evleneceğiniz; soldaki çeşmeden su içerseniz ise Bosna'ya bir kez daha geleceğiniz söyleniyor. Evlilik konusunu zaten çözmüştük ama sanırım soldaki çeşmeden suyu fazla içtik ki dönüş uçağımız iki kez iptal edildi ve Saraybosna'nın bir başka semtinde ekstra 3 gün daha geçirmiş olduk.:) Her ne kadar bir aksilik gibi gözükse de bu durum bizim için tatlı bir anıya dönüştü.
Saat Kulesi
Saraybosna’nın kalbinde, zamanın ay ışığında aktığı
bir kule yükseliyor: Sahat Kula. Bu tarihi saat kulesi, sadece dakikaları
değil, yüzyılların tanıklığını da taşıyor. Özellikle ay saatine göre
çalışması, onu İslam dünyasında oldukça nadir ve kıymetli bir yapı haline
getiriyor. Başçarşı’nın dar sokaklarında gezinirken ansızın başınızı
kaldırdığınızda, size geçmişten içinde bulunduğunuz zamana doğru yükselen bir tebessüm
sunuyor.
Saraybosna’nın Hanlarında Bir Mola
Saraybosna’da tarihin taş duvarlara kazındığı iki
önemli yapı var: Taşlıhan ve Moricahan. Her biri Osmanlı’nın bu topraklardaki
izlerini bugüne taşıyan sessiz tanıklar gibi. Renove edilmiş haliyle Taşlıhan,
hediyelik eşyaların, el işi ürünlerin ve zarif sarraf dükkânlarının sıralandığı
canlı bir pasaj. Bir zamanlar kervanların konakladığı bu alan, şimdi bizim gibi
gezginlerin uğrak noktası.
Başçarşı'nın bir başka köşesinde ise sizi bir başka
tarihi yapı karşılıyor: Moricahan. Avlusunda oturup bir kahve molası verdiğinizde,
yüzyıllar öncesinin seyyahlarıyla aynı gölgede soluklandığınızı
hissediyorsunuz. Burada bir Boşnak kahvesi eşliğinde hangi zamanda olduğunuzu
kısa bir süreliğine de olsa unutabilirsiniz.
Bir Adımda İki Ayrı Dünya
Saraybosna’da öyle bir
nokta var ki, sadece bir adımda çağlar ve coğrafyalar değiştiriyorsunuz.
"Kültürlerin Buluşma Noktası" tam da burası. Bir yönünüzde
Anadolu’nun dokusunu taşıyan Başçarşı, diğer yönünüzde ise Avusturya-Macaristan
zarafetiyle şekillenmiş Ferhadija Caddesi uzanıyor. Başınızı
kaldırdığınızda, batı etkisinin izlerini taşıyan zarif ve estetik binalar
karşılıyor sizi. Bu mimari değişimle birlikte insan siluetleri, ritimler,
yüzlerdeki ifadeler bile değişiyor. Bir anda Avrupa’nın herhangi bir
kentindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz bu caddede. Oysa arkanızda taş
sokaklarında kaybolduğunuz, beş vakitte ezan seslerinin yankılandığı bir doğu masalı
bulunuyor.
Ferhadija Caddesi’ni
Saraybosna’nın İstiklal Caddesi olarak tanımlamak hiç de yanlış olmaz. Zincir
mağazalar, butik dükkanlar, kafe ve restoranlar, ara sokaklarında gizlenmiş
barlar… Burada her adımda Avrupa rüzgarı yüzünüze çarpıyor.
Latin Köprüsü ve Arşidük Franz Ferdinand'ın Suikasti
1914 yılında, Saraybosna'nın merkezine yakın bir
noktada, Latin Köprüsü üzerinde yaşanan bir suikast, dünya tarihinin
akışını değiştirdi. Arşidük Franz Ferdinand, Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun veliahtı, eşi Sophie ile birlikte Saraybosna'ya yaptığı
ziyaret sırasında, Gavrilo Princip tarafından burada vuruldu. Bu
suikast, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine neden oldu ve
Avrupa’daki güç dengelerini ve haritalardaki sınır çizgilerini köklü bir şekilde değiştirdi.
Latin Köprüsü, bugün o tarihi olaya tanıklık eden ve
ziyaretçilere dönemin atmosferini sunan önemli bir mekan. Köprünün hemen
yanında, Arşidük Franz Ferdinand ve eşinin öldürüldüğü yerin işaretlendiği
bir anıt bulunuyor.
Bu nokta, turistlerin en çok ziyaret ettiği ve
ilgi gösterdiği yerlerin de başında geliyor. Köprünün altında Saraybosna'yı boydan boya bölen Miljacka Nehri akıyor. Nehrin her iki yakasında sıralanmış binalar ve üzerindeki farklı zamanlarda inşa edilmiş köprüler fotoğraf meraklılarına bolca malzeme sunuyor.
Kutsal Kalp Katedrali
Ferhadija Caddesi boyunca yürürken bir anda karşınıza
çıkıyor Kutsal Kalp Katedrali. Gotik mimarisiyle
dikkat çeken bu yapı, hem aktif bir inanç merkezi hem de şehrin çok kültürlü
dokusunun en güzel örneklerinden biri. Katedralin önünde, turist kafilelerinin
fotoğraf çektirmek için sıraya girdiğine şahit olabilirsiniz. Saraybosna’nın
çan sesleriyle ezan seslerinin birbirine karıştığı ender şehirlerden biri
olduğunu düşündüğünüzde, Kutsal Kalp Katedrali bu armoninin belki de en
sembolik duraklarından biri.
Markale Pazarı: Saraybosna Şehir Pazarı
Saraybosna’ya geldiğinizde mutlaka Gradska Tržnica
Markale’ye yani Şehir Pazarı'na uğramalısınız. Şehrin bu tarihi pazarında kurutulmuş etler, lezzetli
sucuklar, ev yapımı ayvarlar (ajvar), peynir çeşitleri ve taptaze hamur işleri
tezgâhları süslüyor. Satıcıların çoğu size Türkçe “buyurun” diye sesleniyor.
Bir şey satın alıp almamanız burada hiç önemli değil, satıcılar size küçük ikramlarda
bulunuyorlar. Biz de kendimiz ve sevdiklerimiz için kuru et, sucuk ve el yapımı
ayvar aldık. Ayvarı aldığımız yaşlı ve sempatik teyze, bizi sevmiş olacak ki,
“Bu da benden size hediyem olsun,” diyerek bir paket Bosna usulü tarhanayı
poşetimize sıkıştırdı.
Buna benzer küçük jestlerle başka yerlerde de
karşılaştık. Yakın tarihin en şiddetli savaşını yaşamış bu insanların bazen
dalgın ve asık olan yüzlerini görebilirsiniz. Onlarla konuştuğunuzda veya göz göze
geldiğinizde hemen gülümseye ve sizi sıcak bir şekilde karşılamaya
başlıyorlar.
Evet, burada belki fiyatlar turist tarifesi
uygulandığından dolayı bir tık yüksek, ama karşılığında aldığınız tazelik,
temizlik ve insanı gülümseten içtenlik bu farkı fazlasıyla kapatıyor.
Sönmeyen Ateş Anıtı
Ferhadija ile Mareşal
Tito Caddelerinin kesiştiği noktada kalabalığın ve trafiğin ortasında sessizce yanan
bir ateş var. II. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybedenler
anısına yakılan bu ateş, Bosna halkının unutmayacağını ve unutturmayacağını ilan
eden güçlü bir simge. Saraybosna'nın tarihine, direnişine, acılarına ve
umuduna tanıklık eden bu anıt, geçmişin yükünü bugünün hafızasında
taşıyor. Burada birkaç dakikalığına durmak bile insana çok farklı
hissettiriyor. Çünkü bu sadece bir anıt değil, bir şehrin hafızası.
Srebrenitsa Soykırımı Müzesi
Srebrenitsa Soykırımı
Müzesi, kesinlikle bir müzeden fazlası. Saraybosna'ya geldiğinizde bu müzeyi
mutlaka ziyaret etmelisiniz. Burası, geçmişle yüzleşmenin, vicdanla buluşmanın
ve unutmamanın mekanı. Sessiz, sade ama insanın içini delen bir anlatımı var.
Kapısından içeri girdiğinizde zaman yavaşlıyor, gözleriniz duvarlara, objelere
değil, aslında insanlığın en kötü, en sefil, en vahşi ve anlaşılmaz hallerine hayretle bakıyor.
Bu topraklarda yaşanmış
en karanlık dönemlerden birine ışık tutan bu müze, Bosna-Hersek Savaşı’nı,
Srebrenitsa’da yaşanan soykırımı, işlenen savaş suçlarını ve bu acılar
karşısındaki direnişi bölüm bölüm anlatıyor. Sadece Boşnakların değil, savaşın
dışında kalmaya çalışan Sırpların da nasıl bir sabır ve sükunetle hayatta
kaldığını, ayakta durduğunu öğreniyorsunuz.
Müzenin oluşumunda
Türkiye’nin de katkısı çok büyük. Ziyaret etmeyi düşünenler için bir not: Müze
oldukça kapsamlı ve bu yüzden detaylı gezmek için zaman gerektiriyor. Girmeden önce kulaklık istemeyi
unutmayın.
Türkçe seslendirme ile her bölümde anlatılan hikayelere tanıklık
etmek bambaşka bir deneyim. Buradan çıktıktan sonra etkisini üzerinizden
uzun bir süre atamayacağınız bir ruh haline bürünüyorsunuz.
Saraybosna Belediye Binası ve Müze
Saraybosna Belediye Binası ve Müzesi, hem tarihi hem
de kültürel açıdan büyük bir öneme sahip. Saraybosna Belediye Binası, Osmanlı
döneminin sonlarına doğru inşa edilmiş ve şehrin en önemli simgelerinden biri
haline gelmiş. Bu bina, zarif süslemeleri, yüksek kemerleri ve büyüleyici
mimarisiyle dikkat çekiyor. Ancak binanın önemi sadece mimarisiyle sınırlı
değil.
Saraybosna Belediye Binası, şehrin geçmişiyle ilgili önemli
koleksiyonları barındıran bir müzeye de ev sahipliği yapıyor. Müzede
Saraybosna'nın tarihine, kültürüne ve günlük yaşamına dair birçok eser
sergileniyor. Ancak müzenin bazı bölümlerinin boş ve bazı eserlerin de deforme
olması dikkatimizi çekti. Yine de bu müzede şehri farklı yönleriyle keşfetmek
ve Saraybosna’nın tarihindeki önemli dönemeçleri keşfetmek mümkün.
Pencerelerinden Saraybosna manzarasını izlemek ve Meclis salonunun ahşap
parkeleri üzerinde yürürken kendinizi bir barış elçisi gibi düşlemek olukça
keyifli.
Saraybosna’nın Tramvayları
Saraybosna, Avrupa’da ilk elektrikli tramvay seferinin
yapıldığı şehir. 1885’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde başlayan
bu serüven, sadece bir ulaşım aracıyla sınırlı kalmamış; şehrin belleğine,
ritmine ve dokusuna işlemiş.
Öğrencilik yıllarımda Konya’da kampüse gitmek için
kullandığım nostaljik tramvaylarla yıllar sonra Saraybosna sokaklarında yeniden
karşılaşmak, beni bambaşka bir duyguya sürükledi. Kapılarındaki kırmızı ikaz
ışıklarında yazan “Duracak” kelimesi, beni adeta yıllar öncesine ışınladı. Aynı
kelime, aynı yazı tipi ama bambaşka bir şehir, bambaşka bir zaman dilimi…Bu
küçük detay, geçmişten bugüne uzanan görünmez bir köprü gibiydi. Kapılarında
"Duracak" yazsa da zaman hiç durmamıştı aslında. O tramvaylar yol
almış; Balkan dağlarını, Avusturya caddelerini, Osmanlı hanlarını, savaşın
izlerini ve barışın umutlarını aşarak Avrupa gezisine çıkmış gibiydi.
Saraybosna’nın raylarında sadece şehir değil zaman da yol alıyor.
Üç Parmak ve Bir Anı
Her seyahatte mutlaka yaptığım bir alışkanlığım var. Gittiğim şehrin günlük gazetelerini toplamak. Saraybosna’da da aynı merakla bir
büfeye uğradım. Gazeteleri seçtim, kasaya yöneldim. Fiyatı sorduğumda kadın
gülümseyerek "3 mark" dedi. Ben de elimle üç rakamını
gösterdim ama istemeden "Çetnik selamı" olarak bilinen üç parmak
işaretini (baş, işaret ve orta parmak açık) yaptım.
Kadın bir an duraksadı, sonra gülmeye başladı. O an
durumu fark ettim ve hemen özür diledim. O ise bana yine gülümseyerek, bu
sefer orta, yüzük ve serçe parmağını kaldırarak burada "üç"ün nasıl
gösterildiğini nazikçe gösterdi.
Bu küçük an, bana Saraybosna’nın ne kadar
hassas bir şehir olduğunu bir kez daha hatırlattı. Burada basit bir el
hareketi bile geçmişteki acıların tetikleyicisi olabilir. O yüzden bu
coğrafyada gezerken beden dilinize dikkat etmeniz
nezaketli bir tavır olur.
Saraybosna'nın Gülleri
Saraybosna sokaklarında yürürken, kaldırım taşlarının
arasında kırmızıya boyanmış çukurluklar gözünüze çarpıyor. İlk bakışta bir yer
döşemesi süsü gibi ama aslında her biri ağır bir geçmişin izini taşıyor. Bu
çukurlar, savaş sırasında patlayan bombaların ve şarapnel parçalarının
bıraktığı izlerden oluşuyor. Bir sanatçının, bu izleri kan kırmızısıyla
boyamasıyla “Saraybosna’nın Gülleri” olarak adlandırılıyorlar. Bu “güller”, bir
şehri kanatan hatıraların üstünü örtmek yerine, onları görünür kılmayı ve
unutturmamayı amaçlıyor. O kırmızı lekelerin her biri, orada hayatını kaybetmiş
birinin yarasını ve anısını simgeliyor.
Olimpiyatlar ve Savaş
Saraybosna’da dolaşırken kentin kolektif hafızasında
yan yana duran iki büyük olaya sık sık rastlıyorsunuz. Biri, umut ve
gururun sembolü olan 1984 Kış Olimpiyatları, diğeri ise acının
ve direncin izlerini taşıyan 1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna
Savaşı.
1984’te Yugoslavya’nın ev sahipliği yaptığı Saraybosna
Kış Olimpiyatları, bu küçük Balkan şehrinin dünya sahnesine ilk büyük çıkışı
olmuş. O dönemde yapılan spor kompleksleri, olimpiyat köyü ve özellikle de
sevimli maskot Vuçko, bugün bile şehirde sık sık karşınıza çıkıyor.
Hediyelik eşya dükkanlarında, duvar resimlerinde, tişörtlerde…
Şehir, bu
hatırayı canlı tutmaktan gurur duyuyor. Çünkü o olimpiyatlar Saraybosna için
sadece bir spor etkinliği değil, aynı zamanda dünyaya “Biz buradayız” deme
şekliymiş.
Ama ne yazık ki olimpiyatlardan sadece birkaç yıl
sonra şehir, bu kez bambaşka bir nedenle dünya gündeminde yer
aldı: kuşatma, bombalar, katliamlar ve yıkım. Aynı dağlar bu kez
sığınak değil, keskin nişancıların mevzisi oldu.
Meet Bosnia adlı yerel bir tur firmasından satın
aldığımız Eski Yugoslavya şehir turuna çıktığımızda Saraybosna’da gezdiğimiz
her cadde ve sokağın birden fazla anlam taşıdığını öğrendik. Aynı binada olimpiyatlara
dair bir yazı görüp, birkaç adım sonra savaşta yıkılmış duvarların izlerine
rastlayabiliyorsunuz. Bir bloğun girişinde savaş sırasında hayatını kaybeden
çocukların anısına bırakılmış ve bugün bile sürekli yenilenen canlı çiçekleri
görebiliyorsunuz.
İnadına Yaşamak: Saraybosna'nın Direniş Mottosu
Saraybosna sadece bombaların değil, aynı
zamanda hayatın inadına sürdüğü bir yer. 1992-1995 arasında dünya
tarihinin en uzun kuşatmalarından birini yaşarken, bu şehir sadece
direnmedi, yaşamakta ısrar etti.
Savaş devam ederken, şehirde güzellik
yarışmaları düzenlendi. Bu sadece bir yarışma
değildi; ölüme karşı verilen büyük bir meydan okumaydı.
Dünyaca ünlü müzik grupları da bu inadı
destekledi. Iron Maiden, U2 gibi dünyaca ünlü
gruplar Bosna'da yaşananlara dikkat çekmek için kampanyalar yürüttüler,
şarkılar yazdılar, konserler verdiler. Saraybosna’nın sesini dünyaya duyurmaya
çalıştılar.
Kuşatma altındaki şehirde gazetecilerin
konakladığı Holiday Inn Hotel, birçok kez bombalandı. Hatta "Avrupa'nın en
çok bombalanan oteli" şeklinde nitelendirildi. Ama her seferinde bir
şekilde ayakta kaldı. Çünkü orası sadece bir otel değil, gerçeğin dış
dünyaya taşındığı bir kale gibiydi.
Ve bazı yerler... Yalnızca hafıza olarak
kalmıyor, fiziksel olarak da orada duruyor. Bunlardan biri de kötü
şöhretli bu "Sarı Ev". Savaş sırasında kadınlara yönelik sistematik
tecavüzlerin ve işkencelerin yapıldığı bu yapı, bugün camları kırık,
harabe halde olduğu gibi bırakılmış.
Bu şehir, savaşın ortasında bile yaşamak için
direnen insanların hikayesiyle dolu. Saraybosna'da yaşananlar sadece bir tarih değil, bir inadın ve bir direnişin mottosu aslında.
Grbavica adlı Bosna Savaşı'nı konu alan film bekar bir annenin dramını anlatıyor. Grbavica ayrıca Saraybosna'da bir mahallenin ismi ve tam o mahalleden geçerken çektiğimiz bir kare...
Umut Tüneli
Saraybosna 1992-1995 yılları arasında tarihin en uzun
kuşatmalarından birini yaşarken, şehir adeta dış dünyaya kapatılmıştı. Elektrik
yoktu, su yoktu, yiyecek yoktu. Ama en önemlisi, bir çıkış yolu da yoktu. Ta
ki Umut Tüneli kazılana kadar.
Saraybosna Havalimanı’nın altından geçen bu 800
metrelik daracık tünel, kuşatma altındaki halk için yaşamla ölüm arasındaki
çizgiydi. Silah, ilaç, yiyecek, hayvanlar, hatta haberler bu tünel aracılığıyla ulaştı
kuşatma altındaki şehre. Binlerce insan, eğilerek, sürünerek bu karanlık
koridordan geçti.
Tünelin bulunduğu ev, bugün bir müze. Kolar ailesine ait olan ev Umut Tüneli Müzesi adıyla ziyaretçilerini ağırlıyor. İçeri
girdiğinizde savaşın soğuk ve ürkütücü yüzüyle karşılaşıyorsunuz. Daracık geçitte yürürken o dönemin ruhunu hissetmemek bundan etkilenmemek mümkün değil... Tünel, sadece bir
mühendislik harikası değil; aynı zamanda bir halkın iradesi, cesareti ve
umudunun sembolü. Saraybosna'ya geldiğinizde Umut Tüneli'ni görmeden dönmeniz çok büyük bir eksiklik olur. Zira bu kent sadece Başçarşı ve çevresinden ibaret değil.
Tünelin sembol ismi Şida (Kolar) Nine ve Ailesi
Bir, İki, Üç, Dört… Ülke Değiştiriyoruz!
Yukarıda da bahsetmiştim, Meet Bosnia şehir turunda tanıştığımız rehberimiz Ejup
İnsanic sadece bir
rehber değil, bizim için artık gerçek bir arkadaş oldu. Onunla birlikte
çıktığımız Eski Yugoslavya şehir turunda arabayı kullanırken aniden bize döndü ve
gülerek dedi ki:
“Şimdi sekize kadar sayacağım, ülke değiştireceğiz.”
Başladı saymaya: “Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz...”
Ve sonra ekledi: “İşte, Republika Srpska’ya girdik.”
Gerçekten de yolda hiçbir kontrol noktası yoktu ama
bir şeyler değişmişti. Asfalt bir anda dümdüz ve yepyeni hale gelmişti. Ejup
döndü:
“Bakın, asfalt burada böyle. Şimdi tekrar Bosna-Hersek
Federasyonu’na geçeceğiz. Göreceksiniz, yol bozulacak.”
Gerçekten de birkaç yüz metre sonra çukurlar başladı. Gülümsedik, federasyon bizim için kolay anlayabileceğimiz bir idari yapı olmadığından hayretle izledik.
"İşte böyle yaşıyoruz. Aynı ülke içinde defalarca ülke değiştiriyoruz."
Sırp Cumhuriyeti sınırlarında her noktada dalgalanan
bayraklar dikkat çekiciydi. Büyük, gösterişli ve adeta gözünüzün içine sokar gibi.
“Bu tam anlamıyla delilik…” dedim. Ve
sonra bir iki defa daha sınır geçtik, yine aynı döngü...
Bu yolculuk bize, Bosna-Hersek’in siyasi yapısını
kitaplardan ve Google aramalarından çok daha iyi öğretti. Anayasal olarak tek bir ülke ama coğrafi ve duygusal olarak
kaç farklı ülkeyi daha içinde barındırıyor.
Bosna-Hersek Bir Matruşka
Bosna-Hersek’e geldiğinizde haritada tek bir ülke görürsünüz ama gerçekte içinde saklı başka yapılar, başka kimlikler, başka devletçikler var. Tıpkı bir matruşka bebek gibi; kapağını açarsınız bir başka figür çıkar içinden, onu açarsınız bir başkası… Bir ülkenin içinde başka bir ülke, onun içinde başka bir idari yapı, kantonlar, bölgesel yönetimler, her birinin kendi bayrağı, dili, hukuku...
Ejup’un “Sekize kadar sayacağım, ülke değiştireceğiz” sözü işte bu gerçekliği en yalın haliyle anlatıyor. Yol kenarında değişen asfalt, yükselen bayraklar, hatta bazen sadece bir tabela... Her şeyin aynı kalıp hiçbir şeyin aynı olmadığı bir coğrafya.
Bosna-Hersek’te dolaşırken sadece şehir değiştirmiyorsunuz, anlam değiştiriyor, duygu değiştiriyor, bazen de hafıza değiştiriyorsunuz.
Trebević Dağı
Saraybosna’ya yukarıdan bakan, yemyeşil bir doğa ve
tarihle iç içe geçmiş bir dağ: Trebević Dağı. Aracımızdan inip ormanda bir süre yürüyüş yaptıktan sonra karşımıza eski kızak
parkuru ve tabii ki 1984 Kış Olimpiyatları’nın izlerini taşıyan, artık yosun tutmuş beton bloklar ve kıvrımlar çıktı.
Sporcuların kızağa binip hızla ilerlediği o dönemi
hayal etmeye çalışırken o olimpik ruhun ve Yugoslavya'nın eski gücünün hala günümüze dek uzanan etkisini hissettik. Her
viraj, her eğim, bir zamanlar buradan geçmiş olan dünyanın dört bir yanından
gelen sporcuların ayak izlerini ve adrenalin dolu çığlıklarının yankılarını taşıyor.
Ramazan Pidesi ve Taş Fırın
Turumuzun ardından Saraybosna sokaklarında dolaşırken taş fırınlardan
çıkan Ramazan pidelerinin nefis kokusu bizi Türkiye'deymişiz gibi
hissettirdi. Kovaci Şehitliği'ne çıkan yokuştaki taş fırında yapılan pide ve
pizzalar da oldukça meşhur. Sadece tek çeşit pizza yapılıyor. Fırıncının
zevkine güveniyorsunuz. Kuru etli ve kaymaklı bir pizza hazırlamıştı fırıncı
bize ve gerçekten çok lezzetliydi. Şehitliğin önündeki parktaki bir banka
oturup orada yaşayan çoğu kişinin yaptığı gibi biz de bu nefis pizzamızla iftara hazırlandık.
Sarı Tabya Tepesi
Günün son durağı Sarı Tabya Tepesi. Malum Ramazan ayındayız. İftar vaktine saniyeler kala top atılıyor ve bir anda Saraybosna’nın her köşesinden top sesi yankılanıyor. Sarı Tabya’dan şehri izlerken bir ışık denizine bakar gibiyiz. Bu tepeden Saraybosna bir masal gibi duruyor.
Aliya’nın Şehri
Günün sonunda Bosna’nın Bilge
Lideri Aliya İzzetbegoviç’in mezarının başında duruyoruz. Mezar taşlarının
bembeyazlığı, ardında uzanan Saraybosna’nın yumuşak sarı ışıklarıyla iç içe
geçiyor. Etrafta sessizlik hakim. Rüzgarın taşıdığı dua fısıltıları
kulaklarımızda uğulduyor. Burada zaman bir müddet donmuş gibi hissediyoruz. Karanlıkta
mezarlıklar arasındaki taşlara basa basa yürümek doğrusu bizi biraz ürpertiyor.
Yeme- İçme Durakları
Cevapi (Ćevapi)
Saraybosna’nın simgesi haline gelmiş minik köfteler.
Genellikle somun ekmeği içinde, yanında doğranmış soğan ve kaymakla servis
ediliyor.
Önerilerimiz:
Željo 1 &
Željo 2 (Başçarşı’da çok popüler bir mekan ve o yüzden çok kalabalık:)
Ćevabdžinica
Nune 1966 (Ferhadlija Caddesi'nde. Bize göre en lezzetli cevapi burada.)
Burek
İnce yufkalarla yapılan, etli, peynirli, patatesli ya
da ıspanaklı versiyonları olan Boşnak böreği. Yanında dilerseniz yöreye has
yoğurtla birlikte sunuluyor.
Önerilerimiz:
Buregdžinica
Bosna (Başçarşı’da, en meşhurlarından biri)
Sač
Buregdžinica (Burada çay servisi de bulunuyor.)
Fırın
Pekara Imaret: Hersek turuna çıkmadan önce sabah erken saatte bu fırından aldığımız hamur işi yiyeceklerle ayak üstü kahvaltı yaptık. Ürünleri gerçekten çok taze ve lezzetli. Buraya gelirseniz bu fırına mutlaka uğrayın. Özellikle 'kifla'yı denemelisiniz.
Begova Čorba – Beg çorbası
Tavuk ve bamya ile yapılan, Osmanlı mutfağından miras
kalmış, yoğun kıvamlı ve lezzetli bir çorba. Tatmanızı öneririz.
Tatlılar
Hurmašica: Şerbetli
bir tatlı, irmikli dokusuyla farklı.
Tufahija: Cevizli,
şerbetli elma tatlısı.
Ruzica Tatlısı: Bol cevizli, şerbetli ve gül şeklindeki Boşnak tatlısı. Tadı oldukça güzeldi. :)
İçecekler
Boşnak (Bosna) Kahvesi
Türk kahvesine çok benziyor ama sunumuyla ve içme
şekliyle farklı bir keyif sunuyor. Yanında lokumla ve küçük bakır cezve içinde
servis ediliyor. Toz halinde paketlenmiş şekilde çarşıda ve marketlerde de bulabilirsiniz.