Başçarşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Başçarşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Nisan 2025 Cumartesi

YUGONOSTALJİ’NİN İZİNDE SARAYBOSNA: GÖĞSÜNDE SAVAŞ MADALYASI İLE BARIŞA TUTUNAN ŞEHİR

Yugonostaljisi, eski Yugoslavya'nın geçmişine duyulan özlemi anlatan bir kavram. Hem kültürel hem de psikolojik bir yönü var: Balkanlar’da yaşayan halklar için barış, birlik ve kültürel çeşitliliği simgeliyor. Aynı zamanda eski pop kültürü ve tüketim alışkanlıklarının da bir hatırlatıcısı. Benim içinse Yugoslavya; kültürel çoğulculuğu, eski konumu ve saygınlığıyla her zaman bir sempati uyandırdı. Bu sempatinin etkisiyle de iki yıl önce başladığımız Balkanlar turunun eksik kalan halkalarından biri olan Bosna-Hersek’i geçtiğimiz haftalarda keşfetme fırsatımız oldu. Bosna-Hersek, savaşların acı izlerini taşısa da etnik ve kültürel çeşitliliğini hala muhafaza etmeye çalışıyor. Bu yönüyle Yugoslavya'nın küçük bir minyatürü gibi görünen Başkent Saraybosna ise geçmişin yıkıcı izlerine rağmen, misafirlerini sıcak bir gülümseme ile karşılıyor. Bosna-Hersek'e gitmeden önce Tanıl Bora'nın “Yeni Dünya Düzeni’nin Av Sahası - Bosna-Hersek” adlı kitabını okumuştum. Bu kitap yolculuğumuza adeta bir arka plan müziği gibi eşlik etti. Bosna-Hersek, bugün dahi Balkan Haritası üzerinde adeta bir yara bandı gibi duruyor. Ve geçmişin savaş izlerini taşısa da aynı zamanda modern çağı yakalamaya ve barışa sımsıkı tutunmaya çalışan bu küçük ülke günümüzde de boğuştuğu tüm siyasi krizlere rağmen inadına yaşamaya devam ediyor.




Gökyüzündeyiz. Hafif bir türbülans uçağı sarsarken, elimdeki kitaba ara veriyor ve pencereden dışarı bakıyorum. Yüzlerce metre aşağıdakilerin tüm iyi dilekleri sanki bembeyaz bulut kümeleri gibi sıralanmış bekliyor; sonsuz maviliğin içinde tüm umutlar süzülüyor. Uçağın kanadına usulca bir dilek de ben konduruyorum: Yeni rotalar bizi bulsun... Kaptan pilot anons geçiyor: "Saraybosna için inişe geçtik. Güneşli bir pazar günü bizi bekliyor." İçimiz kıpır kıpır, yüzümüzde istemsiz bir tebessüm. Çünkü uzun zamandır beklediğimiz Bosna-Hersek gezimiz artık başlıyor.



Saraybosna’ya İlk Bakış: Bir Yaranın İçinden Hayat Fışkırıyor

İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan kalkan uçağımız, yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuşun ardından, kırmızı kiremitli üçgen çatılar arasında süzülen yeşil bir coğrafyaya iniş yapıyor. Saraybosna Havalimanı’ndayız. Pasaport kontrolü sırasında gözüm devasa bir Saraybosna fotoğrafına takılıyor. 90’lı yıllarda bombalar altında izlediğimiz o beton bloklar şimdi koca bir fotoğraf karesinde bize bakıyor. “Ben çocukken Bosna Savaşını televizyonda izledim” diyorum içimden; “Keşke izlediğim son savaş bu olsaydı…”


Bosna-Hersek bugün yaklaşık 3,3 milyon nüfuslu, Boşnak, Hırvat ve Sırplardan oluşan çok-etnili bir ülke. Her köşesinde bir kültürün, bir hatıranın, bir travmanın izi var. Bu çeşitliliği idare edebilmek adına ülke; Bosna-Hersek Federasyonu, Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska) ve özerk Brçko Bölgesi olarak üçe ayrılmış. Karmaşık ama bir o kadar da gerçek...


Başçarşı’ya Doğru: Şehrin Nabzı Burada Atıyor

Havalimanı çıkışından yürüyerek ulaştığımız otobüs durağında, 200E numaralı otobüsle şehrin kalbi sayılan Başçarşı'ya doğru yola koyuluyoruz. Şoförümüz gülümseyerek "Hoşgeldiniz!" diyor, "İki kişi 10 Mark" (210 TL). 




Bosna-Hersek'in para birimi Bosna Konvertibıl Markı. Kısaltması KM şeklinde. Mart 2025 itibarıyla 1 KM yaklaşık 21 TL ediyor.


Otobüs camından bakarken savaşın izleri kendini gösteriyor. Kurşun delikleriyle dolu binalar gözümüze çarpıyor ve şehir parkı sandığımız yerlerin aslında mezarlık olduğunu fark ediyoruz. Saraybosna, savaşı unutmamak üzerine kurulu bir şehir. Mezarlıkları park, parkları mezarlık olan bir kent… Gri bir atmosfer, kurşun gibi ağır bir hava... Ama her şeye rağmen şehir, sizi sıcak bir kucaklama ile karşılıyor. 


 Saraybosna’nın Tarih ve Hafıza Durakları

Aslında bu durakların her biri uzun uzadıya ayrı başlıklarla anlatılmayı hak ediyor. Bu yazıyı istesem de kısa tutamayacağım o yüzden hem yazarken benim için hem de okurken siz değerli okuyucular için biraz sabır gerektiriyor. O kadar çok detay var ki... Burada görmek istediğimiz her yer, adeta geçmişin izlerini bugüne taşıyan birer zaman tüneli gibi. Saraybosna’nın tarih ve hafıza durakları, sadece taş binalar ya da müzelerden ibaret değil; aynı zamanda yaşanmışlıkların, acıların, umutların ve direnişin sembolleri...



 Başçarşı

Gezimizin başlangıç noktası olan Osmanlı döneminden kalma bu tarihi çarşı, Saraybosna’nın kalbi desek yanlış olmaz sanırım. Dar sokaklarında yürürken kendinizi Anadolu'daki eski bir kentin içindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. Bakırcılar, seyyar kahveciler, camiler ve hanlar geçmişi bugüne taşıyor.





Sebil & Gazi Hüsrev Bey Camii & İki Çeşme

Başçarşı'nın merkezindeki Sebil, şehrin simgesi. Güvercinler arasında ve fotoğraf çektiren turistlerle çevrili. Sebil ve arkasındaki tepelere doğru yayılan evlerin bulunduğu manzara sizi tıpkı Bursa'ya gelmişsiniz gibi hissettiriyor. Bu benzerlikleri ve kıyaslamaları şehrin bu kısmını gezerken ister istemez yapıyorsunuz. Hem biraz bize benziyor hem de bizden oldukça farklılar dediğiniz bir mekansal algı her adımınızda peşinizden geliyor. 




Sebil'in hemen yakınındaki Gazi Hüsrev Bey Camii, zarif Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden. Ramazan ayında ziyaret ettiğimizden dolayı caminin avlusu ve şadırvanın etrafı hem ibadet için gelenler hem de meraklı turistlerin oluşturduğu hareketlilikle capcanlı bir görünüm sergiliyor. 



Gazi Hüsrev Bey Camii'nin bahçe duvarında bulunan iki çeşmenin nesilden nesile aktarılan hikayesi buraya gelir gelmez bizim de kulağımıza çalındı. Rivayete göre sağdaki çeşmeden su içerseniz Bosnalı biriyle evleneceğiniz; soldaki çeşmeden su içerseniz ise Bosna'ya bir kez daha geleceğiniz söyleniyor. Evlilik konusunu zaten çözmüştük ama sanırım soldaki çeşmeden suyu fazla içtik ki dönüş uçağımız iki kez iptal edildi ve Saraybosna'nın bir başka semtinde ekstra 3 gün daha geçirmiş olduk.:) Her ne kadar bir aksilik gibi gözükse de bu durum bizim için tatlı bir anıya dönüştü.



Saat Kulesi

Saraybosna’nın kalbinde, zamanın ay ışığında aktığı bir kule yükseliyor: Sahat Kula. Bu tarihi saat kulesi, sadece dakikaları değil, yüzyılların tanıklığını da taşıyor. Özellikle ay saatine göre çalışması, onu İslam dünyasında oldukça nadir ve kıymetli bir yapı haline getiriyor. Başçarşı’nın dar sokaklarında gezinirken ansızın başınızı kaldırdığınızda, size geçmişten içinde bulunduğunuz zamana doğru yükselen bir tebessüm sunuyor.



Saraybosna’nın Hanlarında Bir Mola

Saraybosna’da tarihin taş duvarlara kazındığı iki önemli yapı var: Taşlıhan ve Moricahan. Her biri Osmanlı’nın bu topraklardaki izlerini bugüne taşıyan sessiz tanıklar gibi. Renove edilmiş haliyle Taşlıhan, hediyelik eşyaların, el işi ürünlerin ve zarif sarraf dükkânlarının sıralandığı canlı bir pasaj. Bir zamanlar kervanların konakladığı bu alan, şimdi bizim gibi gezginlerin uğrak noktası. 




Başçarşı'nın bir başka köşesinde ise sizi bir başka tarihi yapı karşılıyor: Moricahan. Avlusunda oturup bir kahve molası verdiğinizde, yüzyıllar öncesinin seyyahlarıyla aynı gölgede soluklandığınızı hissediyorsunuz. Burada bir Boşnak kahvesi eşliğinde hangi zamanda olduğunuzu kısa bir süreliğine de olsa unutabilirsiniz. 






Bir Adımda İki Ayrı Dünya

Saraybosna’da öyle bir nokta var ki, sadece bir adımda çağlar ve coğrafyalar değiştiriyorsunuz. "Kültürlerin Buluşma Noktası" tam da burası. Bir yönünüzde Anadolu’nun dokusunu taşıyan Başçarşı, diğer yönünüzde ise Avusturya-Macaristan zarafetiyle şekillenmiş Ferhadija Caddesi uzanıyor. Başınızı kaldırdığınızda, batı etkisinin izlerini taşıyan zarif ve estetik binalar karşılıyor sizi. Bu mimari değişimle birlikte insan siluetleri, ritimler, yüzlerdeki ifadeler bile değişiyor. Bir anda Avrupa’nın herhangi bir kentindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz bu caddede. Oysa arkanızda taş sokaklarında kaybolduğunuz, beş vakitte ezan seslerinin yankılandığı bir doğu masalı bulunuyor.




Ferhadija Caddesi’ni Saraybosna’nın İstiklal Caddesi olarak tanımlamak hiç de yanlış olmaz. Zincir mağazalar, butik dükkanlar, kafe ve restoranlar, ara sokaklarında gizlenmiş barlar… Burada her adımda Avrupa rüzgarı yüzünüze çarpıyor.


Latin Köprüsü ve Arşidük Franz Ferdinand'ın Suikasti

1914 yılında, Saraybosna'nın merkezine yakın bir noktada, Latin Köprüsü üzerinde yaşanan bir suikast, dünya tarihinin akışını değiştirdi. Arşidük Franz Ferdinand, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahtı, eşi Sophie ile birlikte Saraybosna'ya yaptığı ziyaret sırasında, Gavrilo Princip tarafından burada vuruldu. Bu suikast, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine neden oldu ve Avrupa’daki güç dengelerini ve haritalardaki sınır çizgilerini köklü bir şekilde değiştirdi.




Latin Köprüsü, bugün o tarihi olaya tanıklık eden ve ziyaretçilere dönemin atmosferini sunan önemli bir mekan. Köprünün hemen yanında, Arşidük Franz Ferdinand ve eşinin öldürüldüğü yerin işaretlendiği bir anıt bulunuyor. 




Bu nokta, turistlerin en çok ziyaret ettiği ve ilgi gösterdiği yerlerin de başında geliyor. Köprünün altında Saraybosna'yı boydan boya bölen Miljacka Nehri akıyor. Nehrin her iki yakasında sıralanmış binalar ve üzerindeki farklı zamanlarda inşa edilmiş köprüler fotoğraf meraklılarına bolca malzeme sunuyor.




Kutsal Kalp Katedrali

Ferhadija Caddesi boyunca yürürken bir anda karşınıza çıkıyor Kutsal Kalp Katedrali. Gotik mimarisiyle dikkat çeken bu yapı, hem aktif bir inanç merkezi hem de şehrin çok kültürlü dokusunun en güzel örneklerinden biri. Katedralin önünde, turist kafilelerinin fotoğraf çektirmek için sıraya girdiğine şahit olabilirsiniz. Saraybosna’nın çan sesleriyle ezan seslerinin birbirine karıştığı ender şehirlerden biri olduğunu düşündüğünüzde, Kutsal Kalp Katedrali bu armoninin belki de en sembolik duraklarından biri.




Markale Pazarı: Saraybosna Şehir Pazarı

Saraybosna’ya geldiğinizde mutlaka Gradska Tržnica Markale’ye yani Şehir Pazarı'na uğramalısınız. Şehrin bu tarihi pazarında kurutulmuş etler, lezzetli sucuklar, ev yapımı ayvarlar (ajvar), peynir çeşitleri ve taptaze hamur işleri tezgâhları süslüyor. Satıcıların çoğu size Türkçe “buyurun” diye sesleniyor. Bir şey satın alıp almamanız burada hiç önemli değil, satıcılar size küçük ikramlarda bulunuyorlar. Biz de kendimiz ve sevdiklerimiz için kuru et, sucuk ve el yapımı ayvar aldık. Ayvarı aldığımız yaşlı ve sempatik teyze, bizi sevmiş olacak ki, “Bu da benden size hediyem olsun,” diyerek bir paket Bosna usulü tarhanayı poşetimize sıkıştırdı. 




Buna benzer küçük jestlerle başka yerlerde de karşılaştık. Yakın tarihin en şiddetli savaşını yaşamış bu insanların bazen dalgın ve asık olan yüzlerini görebilirsiniz. Onlarla konuştuğunuzda veya göz göze geldiğinizde hemen gülümseye ve sizi sıcak bir şekilde karşılamaya başlıyorlar. 


Evet, burada belki fiyatlar turist tarifesi uygulandığından dolayı bir tık yüksek, ama karşılığında aldığınız tazelik, temizlik ve insanı gülümseten içtenlik bu farkı fazlasıyla kapatıyor.

Sönmeyen Ateş Anıtı

Ferhadija ile Mareşal Tito Caddelerinin kesiştiği noktada kalabalığın ve trafiğin ortasında sessizce yanan bir ateş var. II. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybedenler anısına yakılan bu ateş, Bosna halkının unutmayacağını ve unutturmayacağını ilan eden güçlü bir simge. Saraybosna'nın tarihine, direnişine, acılarına ve umuduna tanıklık eden bu anıt, geçmişin yükünü bugünün hafızasında taşıyor. Burada birkaç dakikalığına durmak bile insana çok farklı hissettiriyor. Çünkü bu sadece bir anıt değil, bir şehrin hafızası.



Srebrenitsa Soykırımı Müzesi

Srebrenitsa Soykırımı Müzesi, kesinlikle bir müzeden fazlası. Saraybosna'ya geldiğinizde bu müzeyi mutlaka ziyaret etmelisiniz. Burası, geçmişle yüzleşmenin, vicdanla buluşmanın ve unutmamanın mekanı. Sessiz, sade ama insanın içini delen bir anlatımı var. Kapısından içeri girdiğinizde zaman yavaşlıyor, gözleriniz duvarlara, objelere değil, aslında insanlığın en kötü, en sefil, en vahşi ve anlaşılmaz hallerine hayretle bakıyor.




Bu topraklarda yaşanmış en karanlık dönemlerden birine ışık tutan bu müze, Bosna-Hersek Savaşı’nı, Srebrenitsa’da yaşanan soykırımı, işlenen savaş suçlarını ve bu acılar karşısındaki direnişi bölüm bölüm anlatıyor. Sadece Boşnakların değil, savaşın dışında kalmaya çalışan Sırpların da nasıl bir sabır ve sükunetle hayatta kaldığını, ayakta durduğunu öğreniyorsunuz.




Müzenin oluşumunda Türkiye’nin de katkısı çok büyük. Ziyaret etmeyi düşünenler için bir not: Müze oldukça kapsamlı ve bu yüzden detaylı gezmek için zaman gerektiriyor. Girmeden önce kulaklık istemeyi unutmayın. 




Türkçe seslendirme ile her bölümde anlatılan hikayelere tanıklık etmek bambaşka bir deneyim. Buradan çıktıktan sonra etkisini üzerinizden uzun bir süre atamayacağınız bir ruh haline bürünüyorsunuz.




Saraybosna Belediye Binası ve Müze

Saraybosna Belediye Binası ve Müzesi, hem tarihi hem de kültürel açıdan büyük bir öneme sahip. Saraybosna Belediye Binası, Osmanlı döneminin sonlarına doğru inşa edilmiş ve şehrin en önemli simgelerinden biri haline gelmiş. Bu bina, zarif süslemeleri, yüksek kemerleri ve büyüleyici mimarisiyle dikkat çekiyor. Ancak binanın önemi sadece mimarisiyle sınırlı değil. 



Saraybosna Belediye Binası, şehrin geçmişiyle ilgili önemli koleksiyonları barındıran bir müzeye de ev sahipliği yapıyor. Müzede Saraybosna'nın tarihine, kültürüne ve günlük yaşamına dair birçok eser sergileniyor. Ancak müzenin bazı bölümlerinin boş ve bazı eserlerin de deforme olması dikkatimizi çekti. Yine de bu müzede şehri farklı yönleriyle keşfetmek ve Saraybosna’nın tarihindeki önemli dönemeçleri keşfetmek mümkün. Pencerelerinden Saraybosna manzarasını izlemek ve Meclis salonunun ahşap parkeleri üzerinde yürürken kendinizi bir barış elçisi gibi düşlemek olukça keyifli. 


Saraybosna’nın Tramvayları

Saraybosna, Avrupa’da ilk elektrikli tramvay seferinin yapıldığı şehir. 1885’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde başlayan bu serüven, sadece bir ulaşım aracıyla sınırlı kalmamış; şehrin belleğine, ritmine ve dokusuna işlemiş.




Öğrencilik yıllarımda Konya’da kampüse gitmek için kullandığım nostaljik tramvaylarla yıllar sonra Saraybosna sokaklarında yeniden karşılaşmak, beni bambaşka bir duyguya sürükledi. Kapılarındaki kırmızı ikaz ışıklarında yazan “Duracak” kelimesi, beni adeta yıllar öncesine ışınladı. Aynı kelime, aynı yazı tipi ama bambaşka bir şehir, bambaşka bir zaman dilimi…Bu küçük detay, geçmişten bugüne uzanan görünmez bir köprü gibiydi. Kapılarında "Duracak" yazsa da zaman hiç durmamıştı aslında. O tramvaylar yol almış; Balkan dağlarını, Avusturya caddelerini, Osmanlı hanlarını, savaşın izlerini ve barışın umutlarını aşarak Avrupa gezisine çıkmış gibiydi. Saraybosna’nın raylarında sadece şehir değil zaman da yol alıyor.

Üç Parmak ve Bir Anı

Her seyahatte mutlaka yaptığım bir alışkanlığım var. Gittiğim şehrin günlük gazetelerini toplamak. Saraybosna’da da aynı merakla bir büfeye uğradım. Gazeteleri seçtim, kasaya yöneldim. Fiyatı sorduğumda kadın gülümseyerek "3 mark" dedi. Ben de elimle üç rakamını gösterdim ama istemeden "Çetnik selamı" olarak bilinen üç parmak işaretini (baş, işaret ve orta parmak açık) yaptım.



Kadın bir an duraksadı, sonra gülmeye başladı. O an durumu fark ettim ve hemen özür diledim. O ise bana yine gülümseyerek, bu sefer orta, yüzük ve serçe parmağını kaldırarak burada "üç"ün nasıl gösterildiğini nazikçe gösterdi.

Bu küçük an, bana Saraybosna’nın ne kadar hassas bir şehir olduğunu bir kez daha hatırlattı. Burada basit bir el hareketi bile geçmişteki acıların tetikleyicisi olabilir. O yüzden bu coğrafyada gezerken beden dilinize dikkat etmeniz nezaketli bir tavır olur.

Saraybosna'nın Gülleri

Saraybosna sokaklarında yürürken, kaldırım taşlarının arasında kırmızıya boyanmış çukurluklar gözünüze çarpıyor. İlk bakışta bir yer döşemesi süsü gibi ama aslında her biri ağır bir geçmişin izini taşıyor. Bu çukurlar, savaş sırasında patlayan bombaların ve şarapnel parçalarının bıraktığı izlerden oluşuyor. Bir sanatçının, bu izleri kan kırmızısıyla boyamasıyla “Saraybosna’nın Gülleri” olarak adlandırılıyorlar. Bu “güller”, bir şehri kanatan hatıraların üstünü örtmek yerine, onları görünür kılmayı ve unutturmamayı amaçlıyor. O kırmızı lekelerin her biri, orada hayatını kaybetmiş birinin yarasını ve anısını simgeliyor.




Olimpiyatlar ve Savaş

Saraybosna’da dolaşırken kentin kolektif hafızasında yan yana duran iki büyük olaya sık sık rastlıyorsunuz. Biri, umut ve gururun sembolü olan 1984 Kış Olimpiyatları, diğeri ise acının ve direncin izlerini taşıyan 1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna Savaşı.



1984’te Yugoslavya’nın ev sahipliği yaptığı Saraybosna Kış Olimpiyatları, bu küçük Balkan şehrinin dünya sahnesine ilk büyük çıkışı olmuş. O dönemde yapılan spor kompleksleri, olimpiyat köyü ve özellikle de sevimli maskot Vuçko, bugün bile şehirde sık sık karşınıza çıkıyor. Hediyelik eşya dükkanlarında, duvar resimlerinde, tişörtlerde… 




Şehir, bu hatırayı canlı tutmaktan gurur duyuyor. Çünkü o olimpiyatlar Saraybosna için sadece bir spor etkinliği değil, aynı zamanda dünyaya “Biz buradayız” deme şekliymiş.




Ama ne yazık ki olimpiyatlardan sadece birkaç yıl sonra şehir, bu kez bambaşka bir nedenle dünya gündeminde yer aldı: kuşatma, bombalar, katliamlar ve yıkım. Aynı dağlar bu kez sığınak değil, keskin nişancıların mevzisi oldu. 


Meet Bosnia adlı yerel bir tur firmasından satın aldığımız Eski Yugoslavya şehir turuna çıktığımızda Saraybosna’da gezdiğimiz her cadde ve sokağın birden fazla anlam taşıdığını öğrendik. Aynı binada olimpiyatlara dair bir yazı görüp, birkaç adım sonra savaşta yıkılmış duvarların izlerine rastlayabiliyorsunuz. Bir bloğun girişinde savaş sırasında hayatını kaybeden çocukların anısına bırakılmış ve bugün bile sürekli yenilenen canlı çiçekleri görebiliyorsunuz. 

İnadına Yaşamak: Saraybosna'nın Direniş Mottosu

Saraybosna sadece bombaların değil, aynı zamanda hayatın inadına sürdüğü bir yer. 1992-1995 arasında dünya tarihinin en uzun kuşatmalarından birini yaşarken, bu şehir sadece direnmedi, yaşamakta ısrar etti.




Savaş devam ederken, şehirde güzellik yarışmaları düzenlendi.  Bu sadece bir yarışma değildi; ölüme karşı verilen büyük bir meydan okumaydı.

Dünyaca ünlü müzik grupları da bu inadı destekledi. Iron Maiden, U2 gibi dünyaca ünlü gruplar Bosna'da yaşananlara dikkat çekmek için kampanyalar yürüttüler, şarkılar yazdılar, konserler verdiler. Saraybosna’nın sesini dünyaya duyurmaya çalıştılar.




Kuşatma altındaki şehirde gazetecilerin konakladığı Holiday Inn Hotel, birçok kez bombalandı. Hatta "Avrupa'nın en çok bombalanan oteli" şeklinde nitelendirildi. Ama her seferinde bir şekilde ayakta kaldı. Çünkü orası sadece bir otel değil, gerçeğin dış dünyaya taşındığı bir kale gibiydi.


Ve bazı yerler... Yalnızca hafıza olarak kalmıyor, fiziksel olarak da orada duruyor. Bunlardan biri de kötü şöhretli bu "Sarı Ev". Savaş sırasında kadınlara yönelik sistematik tecavüzlerin ve işkencelerin yapıldığı bu yapı, bugün camları kırık, harabe halde olduğu gibi bırakılmış. 


Bu şehir, savaşın ortasında bile yaşamak için direnen insanların hikayesiyle dolu. Saraybosna'da yaşananlar sadece bir tarih değil, bir inadın ve bir direnişin mottosu aslında.



 Grbavica adlı Bosna Savaşı'nı konu alan film bekar bir annenin dramını anlatıyor. Grbavica ayrıca Saraybosna'da bir mahallenin ismi ve tam o mahalleden geçerken çektiğimiz bir kare...


Umut Tüneli

Saraybosna 1992-1995 yılları arasında tarihin en uzun kuşatmalarından birini yaşarken, şehir adeta dış dünyaya kapatılmıştı. Elektrik yoktu, su yoktu, yiyecek yoktu. Ama en önemlisi, bir çıkış yolu da yoktu. Ta ki Umut Tüneli kazılana kadar.



Saraybosna Havalimanı’nın altından geçen bu 800 metrelik daracık tünel, kuşatma altındaki halk için yaşamla ölüm arasındaki çizgiydi. Silah, ilaç, yiyecek, hayvanlar, hatta haberler bu tünel aracılığıyla ulaştı kuşatma altındaki şehre. Binlerce insan, eğilerek, sürünerek bu karanlık koridordan geçti.




Tünelin bulunduğu ev, bugün bir müze. Kolar ailesine ait olan ev Umut Tüneli Müzesi adıyla ziyaretçilerini ağırlıyor. İçeri girdiğinizde savaşın soğuk ve ürkütücü yüzüyle karşılaşıyorsunuz. Daracık geçitte yürürken o dönemin ruhunu hissetmemek bundan etkilenmemek mümkün değil... Tünel, sadece bir mühendislik harikası değil; aynı zamanda bir halkın iradesi, cesareti ve umudunun sembolü. Saraybosna'ya geldiğinizde Umut Tüneli'ni görmeden dönmeniz çok büyük bir eksiklik olur. Zira bu kent sadece Başçarşı ve çevresinden ibaret değil.

Tünelin sembol ismi Şida (Kolar) Nine ve Ailesi


Bir, İki, Üç, Dört… Ülke Değiştiriyoruz!

Yukarıda da bahsetmiştim, Meet Bosnia şehir turunda tanıştığımız rehberimiz Ejup İnsanic sadece bir rehber değil, bizim için artık gerçek bir arkadaş oldu. Onunla birlikte çıktığımız Eski Yugoslavya şehir turunda arabayı kullanırken aniden bize döndü ve gülerek dedi ki:

“Şimdi sekize kadar sayacağım, ülke değiştireceğiz.”

Başladı saymaya:
“Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz...”

Ve sonra ekledi:
“İşte, Republika Srpska’ya girdik.”




Gerçekten de yolda hiçbir kontrol noktası yoktu ama bir şeyler değişmişti. Asfalt bir anda dümdüz ve yepyeni hale gelmişti. Ejup döndü:

“Bakın, asfalt burada böyle. Şimdi tekrar Bosna-Hersek Federasyonu’na geçeceğiz. Göreceksiniz, yol bozulacak.”



Gerçekten de birkaç yüz metre sonra çukurlar başladı. Gülümsedik, federasyon bizim için kolay anlayabileceğimiz bir idari yapı olmadığından hayretle izledik. 

Ejup dikiz aynasından gülerek bakarken şunları söyledi: 

"İşte böyle yaşıyoruz. Aynı ülke içinde defalarca ülke değiştiriyoruz."




Sırp Cumhuriyeti sınırlarında her noktada dalgalanan bayraklar dikkat çekiciydi. Büyük, gösterişli ve adeta gözünüzün içine sokar gibi.

“Bu tam anlamıyla delilik…” dedim. Ve sonra bir iki defa daha sınır geçtik, yine aynı döngü...

Bu yolculuk bize, Bosna-Hersek’in siyasi yapısını kitaplardan ve Google aramalarından çok daha iyi öğretti. Anayasal olarak tek bir ülke ama coğrafi ve duygusal olarak kaç farklı ülkeyi daha içinde barındırıyor.

Bosna-Hersek Bir Matruşka 

Bosna-Hersek’e geldiğinizde haritada tek bir ülke görürsünüz ama gerçekte içinde saklı başka yapılar, başka kimlikler, başka devletçikler var. Tıpkı bir matruşka bebek gibi; kapağını açarsınız bir başka figür çıkar içinden, onu açarsınız bir başkası…
Bir ülkenin içinde başka bir ülke, onun içinde başka bir idari yapı, kantonlar, bölgesel yönetimler, her birinin kendi bayrağı, dili, hukuku...




Ejup’un “Sekize kadar sayacağım, ülke değiştireceğiz” sözü işte bu gerçekliği en yalın haliyle anlatıyor. Yol kenarında değişen asfalt, yükselen bayraklar, hatta bazen sadece bir tabela... Her şeyin aynı kalıp hiçbir şeyin aynı olmadığı bir coğrafya.




Bosna-Hersek’te dolaşırken sadece şehir değiştirmiyorsunuz, anlam değiştiriyor, duygu değiştiriyor, bazen de hafıza değiştiriyorsunuz.

Trebević Dağı

Saraybosna’ya yukarıdan bakan, yemyeşil bir doğa ve tarihle iç içe geçmiş bir dağ: Trebević Dağı. Aracımızdan inip ormanda bir süre yürüyüş yaptıktan sonra karşımıza eski kızak parkuru ve tabii ki 1984 Kış Olimpiyatları’nın izlerini taşıyan, artık yosun tutmuş beton bloklar ve kıvrımlar çıktı. 



Sporcuların kızağa binip hızla ilerlediği o dönemi hayal etmeye çalışırken o olimpik ruhun ve Yugoslavya'nın eski gücünün hala günümüze dek uzanan etkisini hissettik. Her viraj, her eğim, bir zamanlar buradan geçmiş olan dünyanın dört bir yanından gelen sporcuların ayak izlerini ve adrenalin dolu çığlıklarının yankılarını taşıyor.




Ramazan Pidesi ve Taş Fırın 

Turumuzun ardından Saraybosna sokaklarında dolaşırken taş fırınlardan çıkan Ramazan pidelerinin nefis kokusu bizi Türkiye'deymişiz gibi hissettirdi. Kovaci Şehitliği'ne çıkan yokuştaki taş fırında yapılan pide ve pizzalar da oldukça meşhur. Sadece tek çeşit pizza yapılıyor.  Fırıncının zevkine güveniyorsunuz. Kuru etli ve kaymaklı bir pizza hazırlamıştı fırıncı bize ve gerçekten çok lezzetliydi. Şehitliğin önündeki parktaki bir banka oturup orada yaşayan çoğu kişinin yaptığı gibi biz de bu nefis pizzamızla iftara hazırlandık. 



Sarı Tabya Tepesi

Günün son durağı Sarı Tabya Tepesi. Malum Ramazan ayındayız. İftar vaktine saniyeler kala top atılıyor ve bir anda Saraybosna’nın her köşesinden top sesi yankılanıyor.  Sarı Tabya’dan şehri izlerken bir ışık denizine bakar gibiyiz. Bu tepeden Saraybosna bir masal gibi duruyor. 




Aliya’nın Şehri

Günün sonunda Bosna’nın Bilge Lideri Aliya İzzetbegoviç’in mezarının başında duruyoruz. Mezar taşlarının bembeyazlığı, ardında uzanan Saraybosna’nın yumuşak sarı ışıklarıyla iç içe geçiyor. Etrafta sessizlik hakim. Rüzgarın taşıdığı dua fısıltıları kulaklarımızda uğulduyor. Burada zaman bir müddet donmuş gibi hissediyoruz. Karanlıkta mezarlıklar arasındaki taşlara basa basa yürümek doğrusu bizi biraz ürpertiyor.



Yeme- İçme Durakları

 Cevapi (Ćevapi)

Saraybosna’nın simgesi haline gelmiş minik köfteler. Genellikle somun ekmeği içinde, yanında doğranmış soğan ve kaymakla servis ediliyor.

Önerilerimiz:


  • Željo 1 & Željo 2 (Başçarşı’da çok popüler bir mekan ve o yüzden çok kalabalık:)



  • Ćevabdžinica Nune 1966 (Ferhadlija Caddesi'nde. Bize göre en lezzetli cevapi burada.)




Burek 

İnce yufkalarla yapılan, etli, peynirli, patatesli ya da ıspanaklı versiyonları olan Boşnak böreği. Yanında dilerseniz yöreye has yoğurtla birlikte sunuluyor.

Önerilerimiz:



  • Buregdžinica Bosna (Başçarşı’da, en meşhurlarından biri)
  • Sač Buregdžinica (Burada çay servisi de bulunuyor.)

 Fırın

Pekara Imaret: Hersek turuna çıkmadan önce sabah erken saatte bu fırından aldığımız hamur işi yiyeceklerle ayak üstü kahvaltı yaptık. Ürünleri gerçekten çok taze ve lezzetli. Buraya gelirseniz bu fırına mutlaka uğrayın. Özellikle 'kifla'yı denemelisiniz.




Begova Čorba – Beg çorbası

Tavuk ve bamya ile yapılan, Osmanlı mutfağından miras kalmış, yoğun kıvamlı ve lezzetli bir çorba. Tatmanızı öneririz.

Tatlılar 



  • Hurmašica: Şerbetli bir tatlı, irmikli dokusuyla farklı. 


  • Tufahija: Cevizli, şerbetli elma tatlısı.



  • Ruzica Tatlısı: Bol cevizli, şerbetli ve gül şeklindeki Boşnak tatlısı. Tadı oldukça güzeldi. :)

 


İçecekler

 Boşnak (Bosna) Kahvesi

Türk kahvesine çok benziyor ama sunumuyla ve içme şekliyle farklı bir keyif sunuyor. Yanında lokumla ve küçük bakır cezve içinde servis ediliyor. Toz halinde paketlenmiş şekilde çarşıda ve marketlerde de bulabilirsiniz.



Teşekkürler Dünya!

 

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  

 

 

 

 

 

 

 








KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli b...