Ayvalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayvalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2025 Pazar

YAZA AYVALIK'TA MERHABA (2) : AYVALIK'IN TARİHİ MEKANLARI İLE KÜÇÜKKÖY VE SARIMSAKLI PLAJI'NDA GEÇEN BİR GÜN

Ege kıyılarında yeni bir gün başlıyor. Sabahın tazeliği aralanmış pencereden odamızın içine usulca süzülüyor. Yeni yerleri keşfedecek olmanın heyecanıyla günü karşılıyoruz. Kasabanın taş sokaklarında hayat yavaş yavaş uyanıyor. Her yeni gün, buranın renkli akustiğinde ve ritminde yeniden yazılıyor. İki sokak ötedeki hararetli bir sohbet, yeni açılan dükkanların heyecanı, birkaç sokak ileride kurulmaya başlayan pazarın koşuşturması, denizin çok yakınımızda olduğunu hatırlatan martı çığlıkları, sokak kedilerinin sabah oyunları, çatılarda oynaşan kumrular ve uzaklardan yankılanan bir balıkçı teknesinin motor sesi... Her biri farklı bir hikayeden yükselen tüm bu sesler, taş duvarlardan yankılanarak odamızın içini dolduruyor. Burada gizli saklı hiçbir şey yok gibi. Denize açılan sokaklar ne olup bittiğini size fısıldıyor adeta. Şehrin ruhuna işlemiş mis gibi zeytinyağı kokusu, bahçelerden gelen çiçek kokularına karışıyor. Henüz gün yeni başlıyor olsa da daha şimdiden belli: Çok güzel geçecek bir gün bizi bekliyor.




Ayvalık Sokaklarında İkinci Gün

Kahvaltımızın ve kahve keyfimizin ardından yeniden Ayvalık’ın renkli sokaklarına karışıyoruz. Gezeceğimiz yerleri önceden not almıştık; şimdi sıra sıra hepsini keşfetme zamanı. İlk durağımıza doğru adımlarımızı hızlandırırken, şehrin dar sokaklarında birbirinden güzel kareler yakalamayı da ihmal etmiyoruz. Eski ama hala canlı bir ruh taşıyan bu kent, her bir köşesinde bizi geçmişe götürüyor. Ayvalık’ın her taşı, büyük bir tarihi ve kültürel mirasın eşsiz bir parçası aslında.




1700’lü yılların sonunda, Rumların yaşadığı özerk bir bölge olan Ayvalık, bu dönemde hızlı bir yükseliş sürecine giriyor. Ekonomik olarak başlayan bu zenginleşme, çok geçmeden kentin bugüne dek uzanan özgün mimarisine ve kültürüne de yansıyor. Özerklik sayesinde şehir, konsoloslukların kurulmasıyla dış dünyaya açılma imkanı buluyor. 1803 yılında kurulan Ayvalık Akademisi ile birlikte kentte felsefe, filoloji, mantık, fizik ve matematik gibi dersler verilmeye başlanıyor. Ayvalık, o yıllarda adeta bir altın çağ yaşıyor. Aynı zamanda zeytinyağı ve sabun fabrikaları, kentin endüstriyel gelişiminin önemli yapı taşları haline geliyor.

Taksiyarhis Anıt Müzesi

İlk durağımız, şehrin tam kalbinde yükselen Taksiyarhis Anıt Müzesi. Görkemli mimarisiyle daha uzaktan bile dikkat çeken bu yapı, bir zamanlar Rum Ortodoks kilisesi olarak inşa edilmiş. Bugün ise tarihi dokusu ve zarif mimarisiyle ziyaretçilerini büyüleyen bir müze olarak hizmet veriyor. Giriş için ya bilet almanız ya da Müzekart sahibi olmanız gerekiyor. Müze, her gün 08:30 ile 19:00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.



Taş merdivenli girişinden avluya adım attığınız anda zamanda bir yolculuk başlıyor. Sıcak yaz güneşinde parıldayan taş duvarlar geçmişin izlerini bugüne taşıyor. Sessizlik içinde yükselen kubbesi ve içerideki iyi korunmuş detaylar, bu yapıyı Ayvalık’ın en çok ilgi gören yapılarından biri haline getirmiş.




Kitabesine göre 1844 yılında inşa edilen Taksiyarhis Kilisesi, kapsamlı bir restorasyonun ardından 2013 yılında müze olarak yeniden açılmış.



Görkemli dış mimarisi kadar iç mekanı da oldukça etkileyici bir görünümde. Mermer sütunlar, süslemeli tavanlar, dini sahneleri betimleyen pastel resimler ve balık derisi üzerine yapılmış portreler baş döndürücü bir görsel şölen sunuyor.




Pencerelerden dışarı baktığınızda, bu yapının zamanında çevresindeki geleneksel taş evlerle uyum içinde inşa edildiğini hemen fark ediyorsunuz. Kilise, bulunduğu mahalleyle bütünleşmiş bir kültürel miras olarak sizi karşılıyor.




Lor Tatlısı Molası

Müzeden ayrıldıktan sonra Ayvalık’ın taş döşeli sokakları bizi şehrin en işlek caddesine çıkarıyor. Yürüyüşümüze çay ve tatlı molası vermek istiyoruz. Ayvalık denince akla gelen ilk lezzetlerden biri olan sakız dondurmalı lor tatlısını tatmadan buradan dönmek olmaz elbette. Bunun için rotamızı, uzun yıllardır şehrin simgelerinden biri haline gelen İmren Pastanesi’ne çeviriyoruz.





Yıllardır kafe kültürüne alışkın bizler için bu nostaljik pastane atmosferi bambaşka bir hava taşıyor. Pastanenin önünde dizili küçük, zarif masalardan birine oturuyoruz. 
Geleneksel tatların sade bir şıklıkla sunulduğu bu mekanda, lor tatlısı sakız dondurmasıyla buluşunca gerçek bir lezzet şölenine dönüşüyor.




Tatlılarımızın tadını çıkarırken bir yandan da çarşının canlılığına, renklerine ve Ayvalık’ın kendine özgü ritmine tanıklık ediyoruz. 

Ayvalık Ayazması

Tatlı molamızın ardından kendimizi Barbaros Caddesi'nin kıpır kıpır akışına bırakıyoruz. Bugün, bu caddeden sahile doğru uzanan, her biri mermer levhalarla numaralandırılmış dar sokakları ve sokak aralarında sıralanmış ilginç mekanları keşfetmek istiyoruz. Ama öncesinde, rotamızı yine tarihi ve özgün bir mimariye çeviriyoruz.




Caddenin enerjik ritmine ayak uydurarak ilerliyoruz ve bu kez durağımız Ayvalık’ın önemli dini yapılarından biri olan Ayvalık Ayazması, bir diğer adıyla Panagia Phaneromeni. Dış cephesiyle hayranlık uyandıran bu yapı karşısında birkaç kare fotoğraf çekiyoruz.




Panagia “Meryem Ana”, Phaneromeni ise “göklerden gelen” anlamına geliyor. Panagia’nın ikonası 16 yaşında bir kızın rüyası sonrası yapılan kazı ile 1852 yılında bulunmuş ve burada bulunan kutsal su kaynağı üzerine birinci ayazma inşa edilmiş. Hagiasma; hagias (kutsal), ma (su) kelimelerinden geliyor ve eski Türkçe’ye “Ayazma” olarak geçiyor.(1)




Ayazma’nın kapısından içeri adım attığımız anda bizi karşılayan serin ve dingin hava yüzümüze çarpıyor. Burası, sıcak Ayvalık günlerinde bir anlığına durup soluklanmak için bile harika bir yer. Girişler ücretsiz ve içeride bu yapının tarihiyle ilgili sorularınızı memnuniyetle yanıtlayan nazik bir görevli bulunuyor. Çeşmelerinden bir tarihin aktığı bu yapı aynı zamanda Ege havzasının en önemli şifalı su kaynaklarından biri olarak öne çıkıyor.




2011 yılında Balıkesir Müzesi’nin, Prof.Dr. Ömer Özyiğit danışmanlığında yaptığı kazılar sonucunda, 1867 ve 1890 ayazmalarının havuzları bulunmuş. 2012’de onaylanan ayazma projesi, 2016’da başlamış ve 2018 yılında tamamlanarak ziyarete açılmış. (1)



Bu mistik atmosferin içinde geçmişin izlerini sürerken Ayvalık'ın sadece taş sokakları ve deniziyle değil tarihi ve ruhani mekanlarıyla da ne kadar zengin bir yer olduğunu bir kez daha fark ediyoruz.  

Tarihi Macaron Gazozcusu

Ayvalık Ayazması’nın hemen yanı başında, yine geçmişten bugüne taşınan keyifli bir mekan var: Tarihi Macaron Gazozcusu. Ayazma’yı ziyaret edenlerin uğraması önerilen bu küçük mekanda, rengarenk cam şişelere dizilmiş onlarca farklı gazoz satılıyor.





Serinlemek için raftakilerden birini seçip, nostaljik bir gazoz eşliğinde soluklanmak burada adeta bir gelenek haline gelmiş. Taş duvarların önünde dizili cam şişelerin oluşturduğu manzara ise sadece lezzet değil, görsel bir şölen de sunuyor. Biz de bu görüntüyü hatıra olarak fotoğraf karelerimize taşıyoruz.


Ayvalık’ta Antikacı Dükkanlarını Dolaşmak

Eğer antikalara, nostaljiye ve özel koleksiyonlara meraklıysanız, Ayvalık’ın çarşısında sizi büyüleyici bir keşif bekliyor. Taş duvarlarla çevrili bu sokaklarda sıralanmış antikacılar, yalnızca alışveriş yapılacak yerler değil. Her biri, kendi atmosferini yaratmış, geçmişin izlerini bugüne taşıyan, estetikle bezenmiş birer yaşam alanı adeta.


Bu dükkanlarda hem kahvelerinizi yudumlayabiliyor hem de raflara özenle dizilmiş antika eşyalara göz atabiliyorsunuz.

Kaşmira Cafe & Antika

Bizim yolumuz Kaşmira Cafe & Antika’ya düşüyor. İçeriye adım attığımız anda mekanın sıcak ve samimi atmosferi sarıyor bizi. Güler yüzlü hanımefendiyle başlayan hoş bir sohbet eşliğinde kahvelerimizi yudumlarken, etrafı inceliyoruz. Her parça, bir hikaye anlatıyor sanki. Eski tablolar, porselen biblo ve fincanlar, zamana meydan okuyan aynalar, vitrinler, koltuklar, duvar saatleri ve daha niceleri...



Bazıları bize büyüklerimizin evinden tanıdık geliyor. Eskiden bir köşeye kaldırdığımız, artık işe yaramaz sandığımız o eşyalar burada yeniden hayat bulmuş. Antikacılığın yalnızca biriktirmekle değil, hissetmekle, anlamakla ve özenle sunmakla ilgili olduğunu işte burada fark ediyoruz.




Cuma Günlerinin Mezatı

Ayvalık’ta antikacılık sadece dükkanlarla sınırlı değil. Her cuma günü, taş sokaklarda kurulan özel bir mezat düzenlendiğini öğreniyoruz. Birbirine komşu dükkanlar önünde, koleksiyonerler ve meraklılar bir araya gelip nadide parçaları açık artırma usulüyle satışa sunuyorlar.

Ayvalık Bit Pazarı

Ayvalık’taki antikacı dükkanlarının birçoğu, birbirine paralel sokaklara serpilmiş durumda ve bu sokaklar Ayvalık Bit Pazarı’nda birleşiyor. Her cumartesi kurulan bu pazarın özellikle yaz aylarında ziyaretçi akınına uğradığını öğreniyoruz. Bit Pazarı’nda sıradan eşyalardan ziyade, nadir bulunan, yılların tozunu üzerlerinde taşıyan ve her biri geçmişten bir parça sunan orijinal ürünler sergilenip satılıyor. 



Taş duvarların içine açılan eski bir kapıya asılmış “Ayvalık Bit Pazarı” levhasını görünce açık olan tek tezgaha doğru yöneliyoruz. Tezgahın sahibi, bir zamanlar yatak battaniyelerini ısıtmak için kullanıldığını söylediği, tava şeklindeki eski bir aracı gösterip ne işe yaradığını tahmin etmemizi istiyor. Çeşitli tahminler yürüterek eğleniyoruz ama cevaba bir türlü yaklaşamıyoruz.

Ayvalık esnafında genel olarak hissedilen hoş sohbetlilik ve satışta ısrar etmeme hali bu tezgahta da kendini gösteriyor. Gözüm bir ara eski kasetlere takılıyor. Benim de bir koli dolusu eski albüm kasetim geliyor aklıma… Belki bir gün onları gün yüzüne çıkarmalıyım diye geçiriyorum içimden. Hayırlı işler dileyip ayrılıyoruz bit pazarından; hiç tanımadığımız insanların geçmişinden arta kalan satılık eşyaları ardımızda bırakıyoruz.

Sanatla Bütünleşen Bir Köy: Küçükköy (Yeniçarohori)

Ayvalık'ta hava çok sıcak ve biz artık deniz sezonunu Ege'nin serin sularında açmak için aracımıza geçiyoruz. Ancak denize gitmeden önce görmek istediğimiz bir yer daha var sırada. Ayvalık merkezine 15 dakikalık uzaklıkta bulunan ve bir sanat köyüne dönüştürülen Küçükköy'e doğru yola koyuluyoruz.




Küçükköy'ün taş binaları ve dar sokaklarında yaz sezonu öncesi hummalı bir hazırlık göze çarpıyor. İsmiyle müsemma bu küçük köyün her köşesine sanatın tüm renkleri ve ruhu sinmiş adeta. Huzurlu ve dingin atmosferiyle Küçükköy, tıpkı Ayvalık merkezi gibi eski bir Rum yerleşimi aslında.



Osmanlı döneminde, 1400’lü yıllarda Midilli Adası’nın alınmasının ardından yaşanan isyanları bastırmak amacıyla, yeniçerilerin geçici olarak yerleştirildiği bu bölgeye, Rumlar tarafından Yeniçarohori adı verilmiş. Günümüzde Küçükköy olarak bilinen bu güzel köy, Rum mimarisine sahip zarif evleriyle göz kamaştırıyor. 1924 yılında gerçekleştirilen mübadeleyle köy büyük oranda boşaltılmış olsa da sonrasında bölgeye yerleşen Boşnaklar sayesinde Küçükköy yeniden canlanmış ve günümüzdeki sanatla dolu modern görünümüne doğru büyük bir gelişim göstermiş. 




Köydeki yapılarda Rum mimarisinin kendine özgü detayları hemen dikkat çekiyor. Kalın taş duvarlar, kemerli pencereler, zarif işçilikle yapılmış balkon korkulukları… Bugün bu yapılar özenle restore edilmiş ve bambaşka bir yaşama kavuşmuş. Sanat atölyeleri, kent müzeleri, kültür-sanat etkinlikleri ve çeşitli festivallerle yaşayan bir sanat ve tasarım köyüne dönüşmüş Küçükköy.



Köyün özgün yapısı, estetik bir ruh ve romantik dokunuşlarla yeniden ayağa kaldırılmış. Sanatla iç içe geçen bu dönüşüm, insanın gerçekten nefes alabildiği, huzuru hissedebildiği ve ilham duygusuyla dolduğu özel bir atmosfer yaratıyor. Taş sokaklarda yürürken, geçmişte köyün taş duvarlarında yankılanmış tüm seslerin, bugün sanatsal bir elin parmak uçlarıyla çaldığı romantik ezgiler eşliğinde kulağınızda yeniden hayat bulduğunu hissediyorsunuz.





Küçükköy’ün neredeyse tüm sokaklarını büyük bir keyifle adımladıktan sonra, sırada köyün önemli duraklarından biri olan Küçükköy Kent Müzesi’ni gezmek var. Ancak müzenin tadilat nedeniyle kapalı olduğunu görünce planımızı biraz değiştirmek zorunda kalıyoruz.





Balkan göçüyle Küçükköy’e yerleşen Boşnakların kültürel etkileri ise köyde her yerde kendini hissettiriyor. Bu etki özellikle yeme-içme kültüründe belirginleşmiş. Biz de kısa bir mola için Boşnak mantısı ve böreğiyle birlikte karadut şerbetimizi ve limonatamızı yudumluyoruz. 




Ardından hediyelik eşya satan dükkanlarda dolaşıp sabunlarımızı seçiyoruz. Küçükköy’ün sanat atölyelerinin birinden de özel bir hediye alarak bu güzel köydeki gezimizi sonlandırıyoruz.





Midilli'ye Karşı Deniz Sezonunu Açarken: Sarımsaklı Plajı

Şimdiki istikametimiz: Sarımsaklı Plajı. Bu mavi bayraklı plajın kıyısında aracımızla yavaşça ilerliyoruz. Camları açıyoruz, Akdeniz esintisi ciğerlerimize dolarken adeta ruhumuzu da okşuyor. Radyoda kulağımıza tanıdık gelen Yunan ezgileri çalıyor. Burada, Sarımsaklı Plajı’nın hemen karşısında yer alan Midilli Adası’ndan yayın yapan radyo istasyonlarını net bir şekilde dinlemek mümkün. Sanki uzansak dokunacakmışız gibi yakın duruyor Midilli.




Ege’nin rüzgarı, birbirini yıllarca yabancı hatta zaman zaman düşman belleyen iki tarafın kavruk çocuklarına aynı havayı, aynı melodileri taşıyor; tüm yapay ve anlamsız politik gerginliklere inat. İçimden “Aynı denizin çocukları, aynı denizi bir türlü paylaşamıyor” diyorum.

Plaja bakan yazlık evler, henüz tek tük sakinleriyle yaz mevsimine hazırlanıyor. Sezon yeni yeni başlasa da henüz o sevmediğim kalabalıklar burada değil. İşte bu sakinlik, buranın asıl keyfini ortaya çıkarıyor.

Kafamıza göre bir yer seçiyoruz. Deniz kenarında sandalyemizi, masamızı kuruyoruz. Kışın ağırlığını üzerimizden atıyoruz. Sıcak kumlara basıyor, karşı kıyıda heybetle yükselen Midilli’yi selamlıyoruz.



Ardından, cam gibi berrak Kuzey Ege sularına dalıyoruz ve bu yıl deniz sezonumuzu Sarımsaklı Plajı'nda açıyoruz. Bu serinlik, ruhumuza işliyor. Gözlerimizi kapatıp suyun içinde bir süre öylece kalıyoruz. Bir yaş daha gençleşmiş hissediyoruz kendimizi. 

Şeytan Sofrası’nda Gün Batımı

Ve geldik günün son durağına. Zeytinliklerin ve makilerin arasından kıvrıla kıvrıla çıkan dar bir yoldayız. Yol boyunca Ayvalık’ın mavilikleri bize eşlik ediyor. Tepede, belki de Türkiye’nin en özel manzaralarından biri bizi bekliyor: Şeytan Sofrası.




Girişte kişi başı 50 TL ücret alınıyor. Kapıda bizi karşılayan şeytan figürü biraz absürt ve komik bir görünümde dursa da buranın esas etkileyici yanı manzarası ve taşıdığı hikayeler.

Yaklaşık 400 metre yükseklikteki bu tepede, “Şeytanın Ayak İzi” olarak bilinen, gerçekten de ayak izine benzeyen bir çukur yer alıyor. Ziyaretçiler bu çukurun içine dilek dileyerek para atıyor. Yani Şeytan Sofrası paradoksal bir şekilde insanların umut bağladığı bir noktaya dönüşmüş.




Bu tepenin adı, 1500’lü yıllardan kalma bir efsaneye dayanıyor. Rivayete göre, Penelope adında bir Rum kadını, kilise kurallarına karşı geldiği için “şeytan” ilan ediliyor ve köyden kovuluyor. O da bu tepeye yerleşiyor. Yıllar sonra bölgede büyük bir kıtlık baş gösterdiğinde, köylüler suçluyu bulduklarını düşünerek Penelope’yi linç etmeye geliyor. Ancak Penelope, onlara bir sofra kuruyor. Açlıkla mücadele eden köylüler sofraya oturunca Penelope kaçıp kurtuluyor. O günden sonra bu tepe “Şeytan Sofrası” olarak anılmaya başlıyor.



Efsaneleri bir kenara bırakırsak, burası gerçekten büyüleyici. Özellikle gün batımı saatlerinde... Güneş, Ayvalık Adaları’nın -ki toplamda 22 adadan oluştuğu söyleniyor- ardında yavaş yavaş kaybolurken gökyüzü kızıldan başlayıp Ayvalık tepelerine doğru karanlık tonlara dönen renklerle boyanıyor. Karşımızda Midilli Adası, hemen diğer tarafta ise Ayvalık Körfezi'nin tüm güzelliği adeta ayaklarımızın altına seriliyor. Fotoğraf çekmek, bir süre sessizce izlemek ve hele ki sevdiğiniz insan yanınızda ise bu özel anları paylaşmak için mükemmel bir yer.




Buraya gün batımını izlemeye gelmek isterseniz yanınızda mutlaka bir gömlek ya da hafif bir ceket bulunmalı; çünkü bu tepe gün batımında rüzgarlı olabiliyor. 

Tik Mustafa'nın Yeri'nde Güne Veda 

Çamlık’tan Ayvalık merkeze doğru dönüş yolundayız. Gün batımının ardından gökyüzünde kalan son renkler ve muazzam bir manzara bize eşlik ediyor. Kısa ama keyifli bir yolculuk bu. Bugünü güzel anılarla kapatmak ve yarın sabah başlayacak Midilli yolculuğumuzun heyecanını şimdiden kutlamak istiyoruz.



Aklımızda iki mekan var ama tercihimiz Tik Mustafa'nın Yeri oluyor. Burası Ayvalık’ta meyhane kültürünü hakkıyla yaşatan, samimi ve lezzetli bir durak.



Masamıza oturur oturmaz zengin menüyle karşılaşıyoruz. Seçmek zor çünkü her biri birbirinden iştah açıcı. Dolapta sırlanmış birbirinden güzel mezeleri seçmek için davet ediliyoruz: saganaki, kalamar, ızgara ahtapot, Girit ezmesi, yoğurtlu köz patlıcan günün yorgunluğunu atmak için yeterli ve tabii eşlikçi olarak göbek rakımız.




Keyfimiz yerinde, lezzetler harika, ortam sade ve sıcak. Uzaktaki masalardan yükselen fasıl sesi bizi biraz daha keyiflendiriyor. Ve gün boyunca biriktirdiğimiz tüm güzellikleri bu sofrada sindiriyoruz. Sohbet, lezzet ve akşamın hafif serinliği… Ayvalık’taki son akşam da böyle bitiyor.  




Teşekkürler Dünya!


   

 





Kaynak:

https://kulturenvanteri.com/yer/ayazma-tapinagi-ayvalik/#17.1/39.313399/26.691181 (1)

https://kulturportali.gov.tr/turkiye/balikesir/gezilecekyer/ayazma-kilisesi (1)







9 Haziran 2025 Pazartesi

YAZA AYVALIK'TA MERHABA (1): ZEYTİNLİKLERİN ARASINDA BİR YOLCULUK VE İLK GÜN

Bartın’dan 722 kilometrelik bir yolculuğa çıkıyoruz. İstikamet: Ege'nin incisi Ayvalık. Güneş, tepelerin ardından yavaşça yükselirken Karadeniz’in yeşilini arkamızda bırakıyor, önce Marmara’nın artık iyice grileşmiş ve solgun tonlarına, ardından Ege’nin ışıltılı maviliklerine doğru ilerliyoruz. Bir dönem yaşadığım Edremit’te, kıymetli bir büyüğümüzü görmek için kısa bir mola veriyoruz. Bu mola sadece bir ziyaret değil; aynı zamanda geçmişle ve güzel anılarla kısa bir temas oluyor. Ardından sağımızda beliren zeytin ağaçları, yapraklarının kıpırtısıyla bize asırlık hikayelerini anlatmak ister gibi yol boyunca eşlik etmeye başlıyor. İda (Kaz) Dağları'nın güney yamaçlarından esen tertemiz havayı derin derin içimize çekiyoruz. Karşımızda, tanrıçaların sek sek oynar gibi birinden diğerine geçtiğini düşlediğimiz adalar, birer mitolojik hayal gibi beliriyor. Zeytinyağı kokuları, pazardaki enginarların kendine özgü aromasına karışıyor. Yol kenarlarındaki kasalara dizilmiş taptaze mevsim meyveleri ise oldukça davetkar bir şekilde bizi selamlıyor. Etraf kıpır kıpır ve her şey çoktan yaz olmuş burada… Yazın gelmesini beklemiyoruz bu defa; biz kalkıp yaz mevsimine geliyoruz.




Güneşi Kordonda Batırmak: Ayvalık’ta İlk Akşam

Gün batımına yakın bir vakitte, Cennet Tepesi’nden Ayvalık’ın merkezine doğru eski taşlarla örülü dar sokaklardan bir sağa bir sola döne döne iniyoruz. Yaz havasının çoktan yerleştiği şehirde, Rumlardan kalma eski evlerin şimdiki sakinleri kapılarının önlerinde komşularıyla ve yoldan geçenlerle sohbete dalmış. Her evin girişinde, penceresinde, sokak taşlarında kedilerle karşılaşıyoruz. Bu sokaklar sanki ilginç bir akustiğe sahip; öyle ki, iki sokak ötede kalacağımız otelden sesimiz duyulmuş gibi. Aracımızı çektiğimiz otoparkın işletmecisinin söylediği gibi: 'Merak etmeyin, sizi bekliyorlar, keyfinize bakın.'




Otele varır varmaz eşyalarımızı odaya bırakıp üzerimizdeki kışlıkları çıkarıyor, yaz moduna geçiyoruz. Güneşi yakalamak istiyoruz, adımlarımız bizi At Arabacılar Meydanı’na götürüyor. Burada bizi karşılayan ıhlamur kokuları ve hafif Ege esintisi bir anda ruhumuzu okşuyor. O an fark ediyoruz ki bu şehir aceleye gelmez. Her köşe başı, her sokak başı biraz soluklanmak, biraz izlemek, biraz daha hissetmek için bizi davet ediyor. Güneşin kolları sanki dar sokaklardan bize doğru uzanmış ve ellerinden tutmamızı ister gibi bizi kendisine doğru çekiyor. 




Yol boyunca yaptığımız zamanlamanın tutması bizi sevindiriyor. Güneşi kordonda batıracağız. Üzerimizde yol yorgunluğu olsa da bu akşam spontane şekilde dolaşabildiğimiz kadar dolaşacağız. İlk akşamımızda plan yapmaktan vazgeçiyoruz. Bu şehrin sokaklarında kaybolmak için bolca vaktimiz olacak.


Bir Sokak Lezzeti: Gerçek Ayvalık Tostu ile Tanışma

Ayvalık’a gelmeden önce yeme-içme mekanlarının notlarını almıştık. Şehirdeki ilk akşamımızda, meşhur Ayvalık Tostu’nu tatmaya karar veriyoruz. Herkesin bildiği gibi, bu tostun ünü çoktan şehrin sınırlarını aşmış durumda. Hatta burada, sadece bu lezzet için sahil yolu üzerinde özel bir çarşı bile kurulmuş: Ayvalık Tostçular Çarşısı. Yana yana dizilmiş küçük tostçuların sıralandığı bu çarşıda, dilediğiniz dükkanı seçip tostunuzu alıyor, ortak masalarda keyfini çıkarabiliyorsunuz.




Biz ise yola çıkmadan önce gitmeyi planladığımız ve önündeki uzunca kuyruktan da ne kadar popüler olduğunu anladığımız Hacıoğlu Aşkın Tost Evi’ni tercih ediyoruz. Burada orijinal Ayvalık Tostu’nun tulum peyniri, kasap sucuğu ve domatesten oluştuğunu öğreniyoruz. Aslında oldukça standart bir lezzet; ama yıllar içinde içine sosis, turşu, ketçap, mayonez gibi pek çok malzeme eklenerek bol malzemeli haliyle daha da süslenmiş. Ee, Ayvalık’a kadar gelip de tostunu yememek olmazdı.


Ayvalık Kordonunda Bir Akşam: Güzellik ve Koku Arasında

Kordon boyunca yürümek Ayvalık’ta en sevdiğim şeylerden biri. Akşam serinliğiyle birlikte sahile indiğinizde, karşınızda Cunda (Alibey) Adası'nın kıpır kıpır ışıkları, biraz ilerisinde irili ufaklı dizili diğer adalar ve tüm ihtişamıyla Midilli Adası beliriyor. O anlar bir Ege kartpostalından farksız...

Kısa bir mola veriyoruz, sahil banklarından birine oturup denizin hafif dalga seslerine ve uzaktan gelen müziklere kulak kesiliyoruz. Ege’nin, belki de daha doğru bir ifadeyle Akdeniz’in o insana huzur veren atmosferi, burada zamanın başka bir ritimde aktığını hissettiriyor.



Ancak bu huzurlu tablo, birden havaya yayılan rahatsız edici bir kokuyla bozuluyor. Ne yazık ki Ayvalık kıyılarında zaman zaman hissedilen bu kesif koku, buranın kronik sorunlarından biriymiş. Önce kanalizasyon ya da deniz kirliliği sandığımız bu kokunun, aslında "pirina dumanı" denilen zeytin posasından kaynaklandığını öğreniyoruz.




Ayvalık’ın kıyılarına sinmiş bu koku, yalnızca bizim değil, burada yaşayanların da gündeminde. Sohbet ettiğimiz bir işletme sahibi hanımefendi Midilli’yi göstererek şöyle diyor:

“O kıyılarda böyle bir kirlilik göremezsiniz. Yaşadığımız yerin kıymetini bilmiyoruz. Altyapı çok eski, yıllardır kimse bu sorunları çözmek için bir şey yapmıyor.”


Ege'nin Işıltısına Gölge Düşüren Sorunlar

Bir başka dikkat çeken sorun da, tarihi dokusuyla büyüleyen Arnavut kaldırımlı sokaklardaki yoğun araç ve motosiklet trafiği. Bu zarif sokaklar, bir Ege kasabasına yakışmayacak ölçüde motor gürültüsüne ve egzoz dumanına teslim olmuş durumda. Birkaç istisnai cadde dışında, sokakları keyifle dolaşmak pek mümkün değil. Sürekli bir yere çarpmamaya çalışarak, motosikletlerden kaçınarak ya da park etmiş arabalar arasında sıkışarak yürümek zorunda kalıyorsunuz.



Gürültüye eşlik eden bir diğer olumsuzluk ise sokaklardaki çöp ve atık sorunu. Kimi köşe başlarında birikmiş çöpler, kimi zaman çöp kutularının yetersizliği, görsel olarak da rahatsız edici bir manzara oluşturuyor.

Yine de sevindirici olan, bu konulara dair farkındalığın ve duyarlılığın giderek artması. Birkaç yıl önce geldiğimde çok daha kötü manzaralarla karşılaşmıştım. Özellikle sivil inisiyatiflerin ve çevre gönüllülerinin kendi çabalarıyla, bu tür sorunları daha görünür hale getirdiğini ve gündeme taşındığını öğrenmek umut verici.




Gecenin sonunda ise sahildeki Shelby adlı mekanda, hoş müziklerin eşliğinde buz gibi biralarımızı yudumlarken, ikram edilen nefis Ayvalık zeytinlerinin keyfini çıkarıyoruz. Böylece kordon boyunca başlayan ilk akşamımızı, Ege'ye yakışan bir dinginlikle sonlandırıyoruz.


Kumrularla Uyanan Bir Sabah

İlk sabahımıza kumru sesleriyle uyanıyoruz. Evet, bu kasabanın haylaz kedileri kadar meşhur bir diğer sakinleri de kumrular. Kırmızı kiremitli çatılarda sabahın sessizliğinde kumruların kanat çırpınışları yankılanıyor.




Kaldığımız yer, şehrin kalbinde yer alan eski bir Rum evi. Mübadele sonrası bu evin sahipliği, karşı kıyılardan Ayvalık’a göç etmek zorunda kalan bir Türk aileye geçmiş. O günden bu yana da zeytincilikle uğraşan nesillerin hikayesiyle varlığını sürdürmüş. Evin asıl sahipleri olan Rumların günümüzde hayatta olan torunlarının ise bir zamanlar büyüklerinin yaşadığı bu evi zaman zaman ziyaret ettiklerini ve geçmişi yad ettiklerini öğreniyoruz.



Ayvalık'ta nereye adım atsanız, benzer geçmişlere dokunuyorsunuz. Burada her evin, her sokak taşının içinde birden fazla hikaye var. Aynı yaşam alanı, bir Rum aileden bir Türk ailesine ardından bir nesilden diğerine geçerken hem geçmişin izini taşıyor hem de yepyeni bir anlatıya sahne oluyor.


Zamanın Taşlara Sinmiş Sessizliği

Bu evler, taş duvarlar, Arnavut kaldırımları… Hepsi zamanın sessiz tanıkları. Ayvalık’ın ruhu, yalnızca manzarasında ya da denizinden esen rüzgarda değil; bu sokakların sessizliğinde, bu evlerin suskunluğunda gizli. Hikayeler değişse de duvarlar anlatmaya devam ediyor. Belki de Ayvalık’ın bu kadar etkileyici olmasının asıl nedeni de bu. Üst üste biriken yaşanmışlıkların hiçbirinin tamamen silinmemesi.




Bir evin taş duvarlarına, özenle işlenmiş, zarafeti hala ilk günkü gibi görünen o ahşap kapılara bakarken, kendinizi ister istemez geçmişin içine düşerken buluyorsunuz. Her çizik, her oyuk, her pas izinde bir zamanlar burada yaşamış insanların ayak izleri, sözleri, duyguları saklı gibi. Tıpkı otelin bahçesinde rastladığımız, artık işlevini yitirmiş eski bir kuyu gibi… Üstü ahşap bir platformla örtülmüş ve sanki tüm yaşanmış hikayeler o kuyunun derinliklerine gömülmüş.


Ayvalık’ta Rengarenk Bir Kahvaltı Masası

Güne başlarken kurulan kahvaltı masamız, tıpkı Ayvalık’ın kendisi gibi rengarenk ve iç açıcı. Otelin hemen yanındaki tarihi fırından alınmış çıtır çıtır simitler daha masaya gelir gelmez iştah kabartıyor. Ayvalık pazarından alınmış taze yeşillikler, özenle hazırlanmış ev yapımı reçeller, elbette her sofranın vazgeçilmezi nefis Ayvalık zeytinleri ve zeytinyağı... Tüm bu lezzetlerin yanına eklenen sıcacık pişiler, sabahı mütevazı bir şölene çeviriyor.



Masada sadece yiyecekler değil, samimiyet de var. Güler yüzlü, dost canlısı işletme sahiplerinin içtenliği ve muhabbeti bizi bu eski taş konağın bir konuğu gibi hissettiriyor.  Kahvaltının ardından kahvelerimizi alıp eski bir zeytin deposundan dönüştürülmüş taş odaların önüne kurulmuş minik masa ve sandalyelere geçiyoruz. Tam da o sırada, bahçenin sevimli sakini olan küçük bir kedi, minik kıvrılışlarla güneş ışığının keyfini çıkarıyor. Onu izleyerek, elimizde kahvelerle sessizce bu huzurun tadını çıkarıyoruz.




Şimdi yeniden Ayvalık sokaklarına açılma, gün boyu sürecek keşiflerimize başlama zamanı. Taş sokaklar, buram buram kokan yaseminler ve fotoğraf karelerimizi süsleyen begonviller ile her biri birbirinden güzel eski Rum evleri ve mekanlar bizi bekliyor.


Çınarlı Camii (Aya Yorgi Kilisesi)

Ayvalık sokaklarını adımlamaya başladığımızda ilk durağımız, kaldığımız otelin hemen yanındaki Çınarlı Camii oluyor. Gerçek adıyla Aya Yorgi Kilisesi. 1923 yılında camiye dönüştürülen bu görkemli yapı, şehrin merkezinde tüm heybetiyle yükseliyor. Avlusu, sabah saatlerinde turist kafilelerinin hareketliliğiyle canlanıyor.




İçeriye adım attığımızda, dışarının sıcak havası yerini taş duvarların ve zarif sütunların serinliğine bırakıyor. Kilise döneminden kalma barok tarzı ve altın varaklı süslemelerin özenle korunduğuna şahit oluyoruz. Her iki dinin ruhani atmosferini aynı anda yansıtan işlemeli sütunlar ve kemerli pencereler, iç içe geçen hikayelerin adeta özeti gibi.





Görkemli dış cephesiyle şimdiki zamana adeta meydan okuyan bu yapı, sadece bir ibadet mekanı değil; aynı zamanda geçmişle bugünü buluşturan sessiz bir tanık.

Taş Sokaklarda Yürümek

Saatli Camii’ne doğru yürürken, yol boyunca karşımıza çıkan eski evlerin ve konakların estetik güzelliğine hayran kalıyoruz. Adım başı durup fotoğraf çekmekten kendimizi alamıyoruz. Çoğu hala kasaba sakinlerine ev sahipliği yapan bu taş yapılar, zamanın tüm izlerini zarafetle taşıyor. 




Bazıları aslına uygun şekilde renove edilmiş, bazıları ise yıkık dökük görüntüleriyle kaderine terk edilmiş gibi. Kimileri de tıpkı bizim kaldığımız yer gibi, konuklarına farklı bir konaklama deneyimi sunmak üzere butik otellere dönüştürülmüş.




Yol boyunca karşılaştığımız çok sayıda satılık ilanı dikkatimizi çekiyor. Sorduğumuzda, bu yapıların her biri birer kültür mirası olduğu için restorasyon izni almanın oldukça uzun sürdüğünü ve artan inşaat maliyetlerinin bu süreci daha da zorlaştırdığını öğreniyoruz. Geçmişin estetiğini bugüne taşımak isteyenler için ne yazık ki bu, sabır ve yüksek bir bütçe gerektiren bir uğraş.




Saatli Camii (Ayos İanni Kilisesi)

Mübadelenin tüm izleri Ayvalık’ın ruhuna işlemiş. Yeni bir ulus inşa etmenin sancıları, en çok da bu kasabanın sokaklarında ve yapılarında hissediliyor. Bu izleri takip ederek ulaşıyoruz Saatli Camii’ne, yani eski adıyla Ayos İanni Kilisesi’ne.




1870 yılında kilise olarak inşa edilen bu görkemli yapı, 1928 yılında camiye dönüştürülmüş. Midilli ile Ayvalık arasında yaşanan mübadele sonrası yeni bir kimlik kazanmış. Kilisenin çan kulesi, ilerleyen yıllarda bir saat kulesine çevrilmiş ve bu dönüşümle birlikte yapı, Saatli Camii adını almış.





Haç planlı mimarisiyle dikkat çeken bu yapı, Ayvalık’a gelenlerin mutlaka uğradığı, hem tarihi hem de dini anlamda önemli bir durak. 

Mübadele, 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Lozan Antlaşması ek protokolü gereğince gerçekleştirilen zorunlu nüfus değişimidir. Bu kapsamda, Türkiye'deki Rum Ortodokslar Yunanistan’a; Yunanistan’daki Müslümanlar ise Türkiye’ye gönderilmiştir. Yaklaşık iki milyon insan, din temelli bu değişimle doğdukları topraklardan ayrılmak zorunda kalmıştır. Mübadele, her iki toplumda da derin izler bırakmış; kültürel, sosyal ve mimari yapıyı kökten etkilemiştir.

Mutlaka Görülmesi Gereken: Macaron Mahallesi

Barbaros Caddesi’ne ulaşıyoruz. Neyse ki bu uzun cadde araç trafiğine kapatılmış, bu sayede şehrin diğer sokaklarına kıyasla çok daha rahat ve huzurlu bir şekilde yürüyebiliyoruz. Yolumuz, özellikle pandemi sonrası oldukça popüler hale geldiği söylenen Macaron Mahallesi’ne düşüyor.



Macaron Mahallesi'nin adı kulağa ilk başta Fransız tatlısı makaronu çağrıştırsa da aslında kökeni bambaşka. Latince'de marjoram, Rumca’da macaron, Türkçe’de ise mercanköşk olarak bilinen aromatik bir bitkiden geliyor bu isim. Mahallenin eski sakinleri olan Rumlar, evlerinin cumbalarındaki pencereleri bu hoş kokulu bitkiyle süslerlermiş. Zamanla bu gelenek mahalleyle özdeşleşmiş ve Macaron adı da bu şekilde yerleşmiş. İlk bakışta "Makaron" şeklinde okunacağını düşünebilirsiniz ama mahallenin adı, yazıldığı gibi “Macaron” şeklinde telaffuz ediliyor. 




Sarmaşık yaseminlerin ve begonvillerin taş evlerin duvarlarını süslediği, çiçek kokularının Ayvalık’ın meşhur kolonya kokularına karıştığı bu sokaklarda yürümek başlı başına bir keyif. Sıra sıra dizilmiş kafeler, restoranlar, barlar, butik oteller ve kitapçılar hem göze hem ruha hitap ediyor. Duvarları süsleyen grafitiler, sokaklarda canlı olarak yapılan resim ve heykel çalışmaları burayı adeta bir açık hava sanat galerisine dönüştürüyor.



Macaron Mahallesi’nin insanı mutlu eden havasını solumak ve bu caddeye dik şekilde bağlanan, denize açılan dar sokaklarda kaybolmak, Ayvalık’ı gerçekten hissetmek ve yaşamak isteyen herkesin mutlaka deneyimlemesi gereken bir güzellik.


Ayvalık'ın En Meşhur Eskicisi

Barbaros Caddesi'nde dolaşırken, Instagram’da fenomen haline gelen tanıdık bir yüz çıkıyor karşımıza: Selahattin Morgül, nam-ı diğer Eskici Ferdi. Üç tekerlekli arabası, eski kitaplarla dolu. Kendine has, içten bir gülümseyişle bizi selamlıyor. Biz daha bir şey demeden kendi repliklerinden oluşan minik şovuna başlıyor. Caddeden geçen herkesin yüzünde bir tebessüm beliriyor. Ferdi konuşurken bir yandan arabasındaki kitaplara göz atıyoruz, bir yandan da anlattıklarına gülüyoruz.





Fotoğrafların Peşinde

Barbaros Caddesi boyunca ve caddeye bağlanan sokaklarda sık sık fotoğraf molası veriyoruz. Bazen bir evin ahşap işlemeli kapısı, bazen begonvillerle süslü bir taş konak, bazen de sıcaktan kaçıp gölgede uyuklayan bir kedi… Hepsi Ayvalık’ın bu sıcak ve samimi atmosferinin birer özeti gibi.



Sıcak iyice bastırınca soluğu meşhur Macaron Muhallebicisi'nde alıyoruz. Hemen yanında, son yıllarda Macaron Mahallesi’nin yeniden canlanmasında büyük payı olan zeytinyağlılarıyla ünlü Mor Salkım Lokantası yer alıyor. Fazla aç olmadığımızdan tercihimiz muhallebici oluyor. Ama Mor Salkım’a, özellikle gün ortasında taptaze zeytinyağlıları için uğramanızı mutlaka öneririz. Biz akşam uğradığımızda, dükkanı kapatıyorlardı.




Ayvalık’ın esnafı rahatına çok düşkün. Ege’nin diğer kıyısındaki gibi bir siesta kültürü olmasa da dükkanlarını ne zaman açıp kapatacakları biraz onların keyfine kalmış. Satış bitti mi, dükkan kapanıyor. Örneğin gün içinde menüsünü incelediğimiz, akşam için rezervasyon numarası veren hoş bir mekan vardı. Ama akşam o mekana geldiğimizde, kapı duvardı. Ayvalık’ın kültürü Ege rüzgarı gibi, nasıl esiyorsa öyle...:)




Meşhur Macaron Muhallebicisi

Macaron Muhallebici'nde bademli ve sakızlı muhallebilerimize karadut ve reyhan şerbetleri eşlik ediyor. Sarmaşıkların gölgesinde "dedikleri kadar varmış dediğimiz" lezzetli tatlılarımızı keyifle kaşıkladıktan sonra, üzerine iki çay söyleyip karşı kıyıda bizi bekleyen yeni ve asıl rotamız hakkında muhabbete dalıyoruz.




Etrafımız cıvıl cıvıl… Ülkenin genel gerginliğinden eser yok insanlarda. Bu huzuru, bu güzellikleri ihmal etmemek gerektiğini bir kez daha fark ediyoruz. Ayvalık, sadece mimarisi ya da tarihiyle değil, ruhuyla da insanı içine çeken bir yer.



Adımlarımız kolonya kokularını takip ediyor bu kez. Bizi büyüleyen kokularıyla Macaron Kolonyası'ndan hem kendimiz için hem de sevdiklerimize hediye olarak götürmek için kolonya seçimimizi yapıyoruz. Akşama doğru bu keyifli caddeden yeniden yürümeye karar veriyoruz. Ama şimdilik, Macaron’un renklerinden, kokularından ve tatlarından yavaşça uzaklaşıp sahilin yolunu tutuyoruz.

Ayvalık Rahmi M. Koç Müzesi

İki yüz yıllık tarihi bir zeytinyağı fabrikasının restore edilmesiyle Ayvalık, kültür-sanat hayatına çok özel bir mekan daha kazandırmış: Rahmi M. Koç Müzesi. Koç Müzecilik’in dördüncü durağı olan bu yapı, hem mimarisi hem de içeriğiyle ziyaretçilerini zamanda keyifli bir yolculuğa çıkarıyor. Cunda’daki üçüncü müzeye ise başka bir yazıda ayrıca değineceğim.



Müze 10.00 – 17.00 saatleri arasında ziyaretçilerini ağırlıyor. Biz, Cunda’daki müzeyi de ziyaret edeceğimiz için biletlerimizi kombine olarak aldık. Giriş ücreti kişi başı 230 TL.



Müzenin girişinde otomobiller, motosikletler, bebek arabaları ve buharlı makineler sergileniyor. Üst kat ise tam bir nostalji köşesi olarak tasarlanmış; lokomotif modelleri, oyuncaklar ve denizcilikle ilgili aletler burada sergileniyor. 



Her yaşa hitap eden bu koleksiyonlar arasında gezinmek, hem bilgi verici hem de oldukça eğlenceli. Müzenin deniz kıyısına yakın ayrı bir bölümünde ise arkeolojik eserler yer alıyor.




Müze gezimizin ardından soluğu deniz kıyısındaki kafede alıyoruz. Eşsiz bir manzaraya karşı kurulmuş bu kafe hem müze ziyaretçileri hem de dışarıdan gelen misafirler için düşünülmüş. Bir şeyler yiyip içerek, müzenin estetik yapısının gölgesinde muhteşem manzaranın keyfini doyasıya çıkarmak mümkün.


Günün Son Durağı: Şeytanın Kahvesi

İlk günün son durağı Şeytanın Kahvesi oluyor. Ayvalık’ta keşfedecek daha çok yerimiz olsa da kalanını ertesi güne bırakıyoruz. Ahşap sandalyelerimize oturup Ayvalık sokaklarında gelip geçenleri izliyoruz bir süre. 



Kahveye adını veren "Şeytanın Hikayesi" ise tam önümüzde, masa üzerinde duran bilgilendirme notunda yer alıyor. Bu detayın düşünülmüş olması hoşumuza gidiyor.



Kahvenin en meşhur içeceği olan "Öz Kaynar Mübadele İçeceği"ni söylüyoruz. Her yudumda geçmişle bugünü birleştiren bu özel ve farklı tat, sokakta geçirilen bu sade ve güzel anlara eşlik ediyor. Bir yandan çantamızdaki kitaplara dalıyor, bir yandan Ayvalık’ın ritmini bu küçük sokaktan hissetmeye çalışıyoruz.



Koruk suyuyla serinlemek istiyoruz ama henüz zamanı gelmemiş. Haziranın aynın başlarında sunmaya başlıyorlarmış. Yine de bu zarif sokakların arasında, Ayvalık insanını ve gündelik hayatın akışını gözlemleyebileceğiniz, sade ama ruhu olan bu mekanda olmak çok güzel.


Ayvalık'ta İlk Gün Biterken 

Gün yavaşça sona eriyor ama bizim hikayemiz burada bitmiyor elbette. Önce sahilde, deniz kokusu eşliğinde sokak lezzetlerinden midye dolma keyfi yapıyoruz. Ardından güneşin denize veda edişini izleyerek gün batımının büyüsüne kapılıyoruz.




Barbaros Caddesi'nin sokak lambaları yanmaya başladığında, bu atmosferi bir kez daha solumak istiyoruz. Sakızlı kurabiyelerimizi alıp rastgele ara sokaklara dalıyor, yeni mekanlar keşfediyoruz. Kafeler, meyhaneler birer birer müdavimlerini ağırlamaya başlamış bile. Müdavimlerini diyorum çünkü biz bu sokakları henüz sezon açılmadan, kalabalıkların henüz uğramadığı bir zamanda keşfediyoruz.




Zira yaz sezonu başladığında, bu sokakları böyle sakin ve rahat görmek pek mümkün olmuyormuş. Ayvalık’ın asıl güzelliği ise bence ilkbahar ve sonbaharda ortaya çıkıyor. Ne kavurucu sıcak ne de boğucu kalabalık… Sadece sakinlik, renkler, lezzetler ve tarihle iç içe geçen sokakların yürüyüşle keşfi.




Ayvalık, yeme-içme, kültür, tarih ve doğa gezileri için fazlasıyla uygun bir şehir. Üstelik insanları da en az şehrin kendisi kadar sıcak ve güler yüzlü. 




Yeni günde bizi yine sokaklar, tarihi yapılar ve yeni karşılaşmalar bekliyor. Gün bitti. Bu ilk yazı da öyle... Ama Ayvalık hikayemiz devam ediyor.

Teşekkürler Dünya!











KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli b...