Ayvalık Sokaklarında İkinci Gün
Kahvaltımızın ve kahve keyfimizin ardından yeniden Ayvalık’ın renkli sokaklarına karışıyoruz. Gezeceğimiz yerleri önceden not almıştık; şimdi sıra sıra hepsini keşfetme zamanı. İlk durağımıza doğru adımlarımızı hızlandırırken, şehrin dar sokaklarında birbirinden güzel kareler yakalamayı da ihmal etmiyoruz. Eski ama hala canlı bir ruh taşıyan bu kent, her bir köşesinde bizi geçmişe götürüyor. Ayvalık’ın her taşı, büyük bir tarihi ve kültürel mirasın eşsiz bir parçası aslında.
1700’lü yılların sonunda, Rumların yaşadığı özerk bir bölge olan Ayvalık, bu dönemde hızlı bir yükseliş sürecine giriyor. Ekonomik olarak başlayan bu zenginleşme, çok geçmeden kentin bugüne dek uzanan özgün mimarisine ve kültürüne de yansıyor. Özerklik sayesinde şehir, konsoloslukların kurulmasıyla dış dünyaya açılma imkanı buluyor. 1803 yılında kurulan Ayvalık Akademisi ile birlikte kentte felsefe, filoloji, mantık, fizik ve matematik gibi dersler verilmeye başlanıyor. Ayvalık, o yıllarda adeta bir altın çağ yaşıyor. Aynı zamanda zeytinyağı ve sabun fabrikaları, kentin endüstriyel gelişiminin önemli yapı taşları haline geliyor.
Taksiyarhis Anıt Müzesi
İlk durağımız, şehrin tam kalbinde yükselen Taksiyarhis Anıt Müzesi. Görkemli mimarisiyle daha uzaktan bile dikkat çeken bu yapı, bir zamanlar Rum Ortodoks kilisesi olarak inşa edilmiş. Bugün ise tarihi dokusu ve zarif mimarisiyle ziyaretçilerini büyüleyen bir müze olarak hizmet veriyor. Giriş için ya bilet almanız ya da Müzekart sahibi olmanız gerekiyor. Müze, her gün 08:30 ile 19:00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.
Taş merdivenli girişinden avluya adım attığınız anda zamanda bir yolculuk başlıyor. Sıcak yaz güneşinde parıldayan taş duvarlar geçmişin izlerini bugüne taşıyor. Sessizlik içinde yükselen kubbesi ve içerideki iyi korunmuş detaylar, bu yapıyı Ayvalık’ın en çok ilgi gören yapılarından biri haline getirmiş.
Kitabesine göre 1844 yılında inşa edilen Taksiyarhis Kilisesi, kapsamlı bir restorasyonun ardından 2013 yılında müze olarak yeniden açılmış.
Görkemli dış mimarisi kadar iç mekanı da oldukça etkileyici bir görünümde. Mermer sütunlar, süslemeli tavanlar, dini sahneleri betimleyen pastel resimler ve balık derisi üzerine yapılmış portreler baş döndürücü bir görsel şölen sunuyor.
Pencerelerden dışarı baktığınızda, bu yapının zamanında çevresindeki geleneksel taş evlerle uyum içinde inşa edildiğini hemen fark ediyorsunuz. Kilise, bulunduğu mahalleyle bütünleşmiş bir kültürel miras olarak sizi karşılıyor.
Müzeden ayrıldıktan sonra Ayvalık’ın taş döşeli sokakları bizi şehrin en işlek caddesine çıkarıyor. Yürüyüşümüze çay ve tatlı molası vermek istiyoruz. Ayvalık denince akla gelen ilk lezzetlerden biri olan sakız dondurmalı lor tatlısını tatmadan buradan dönmek olmaz elbette. Bunun için rotamızı, uzun yıllardır şehrin simgelerinden biri haline gelen İmren Pastanesi’ne çeviriyoruz.
Yıllardır kafe kültürüne alışkın bizler için bu nostaljik pastane atmosferi bambaşka bir hava taşıyor. Pastanenin önünde dizili küçük, zarif masalardan birine oturuyoruz. Geleneksel tatların sade bir şıklıkla sunulduğu bu mekanda, lor tatlısı sakız dondurmasıyla buluşunca gerçek bir lezzet şölenine dönüşüyor.
Tatlı molamızın ardından kendimizi Barbaros Caddesi'nin kıpır kıpır akışına bırakıyoruz. Bugün, bu caddeden sahile doğru uzanan, her biri mermer levhalarla numaralandırılmış dar sokakları ve sokak aralarında sıralanmış ilginç mekanları keşfetmek istiyoruz. Ama öncesinde, rotamızı yine tarihi ve özgün bir mimariye çeviriyoruz.
Caddenin enerjik ritmine ayak uydurarak ilerliyoruz ve bu kez durağımız Ayvalık’ın önemli dini yapılarından biri olan Ayvalık Ayazması, bir diğer adıyla Panagia Phaneromeni. Dış cephesiyle hayranlık uyandıran bu yapı karşısında birkaç kare fotoğraf çekiyoruz.
Panagia “Meryem Ana”, Phaneromeni ise “göklerden gelen” anlamına geliyor. Panagia’nın ikonası 16 yaşında bir kızın rüyası sonrası yapılan kazı ile 1852 yılında bulunmuş ve burada bulunan kutsal su kaynağı üzerine birinci ayazma inşa edilmiş. Hagiasma; hagias (kutsal), ma (su) kelimelerinden geliyor ve eski Türkçe’ye “Ayazma” olarak geçiyor.(1)
Ayazma’nın kapısından içeri adım attığımız anda bizi karşılayan serin ve dingin hava yüzümüze çarpıyor. Burası, sıcak Ayvalık günlerinde bir anlığına durup soluklanmak için bile harika bir yer. Girişler ücretsiz ve içeride bu yapının tarihiyle ilgili sorularınızı memnuniyetle yanıtlayan nazik bir görevli bulunuyor. Çeşmelerinden bir tarihin aktığı bu yapı aynı zamanda Ege havzasının en önemli şifalı su kaynaklarından biri olarak öne çıkıyor.
2011 yılında Balıkesir Müzesi’nin, Prof.Dr. Ömer Özyiğit danışmanlığında yaptığı kazılar sonucunda, 1867 ve 1890 ayazmalarının havuzları bulunmuş. 2012’de onaylanan ayazma projesi, 2016’da başlamış ve 2018 yılında tamamlanarak ziyarete açılmış. (1)
Bu mistik atmosferin içinde geçmişin izlerini sürerken Ayvalık'ın sadece taş sokakları ve deniziyle değil tarihi ve ruhani mekanlarıyla da ne kadar zengin bir yer olduğunu bir kez daha fark ediyoruz.
Tarihi Macaron Gazozcusu
Serinlemek için raftakilerden birini seçip, nostaljik bir gazoz eşliğinde soluklanmak burada adeta bir gelenek haline gelmiş. Taş duvarların önünde dizili cam şişelerin oluşturduğu manzara ise sadece lezzet değil, görsel bir şölen de sunuyor. Biz de bu görüntüyü hatıra olarak fotoğraf karelerimize taşıyoruz.
Ayvalık’ta Antikacı Dükkanlarını Dolaşmak
Eğer antikalara, nostaljiye ve özel koleksiyonlara meraklıysanız, Ayvalık’ın çarşısında sizi büyüleyici bir keşif bekliyor. Taş duvarlarla çevrili bu sokaklarda sıralanmış antikacılar, yalnızca alışveriş yapılacak yerler değil. Her biri, kendi atmosferini yaratmış, geçmişin izlerini bugüne taşıyan, estetikle bezenmiş birer yaşam alanı adeta.
Kaşmira Cafe & Antika
Bizim yolumuz Kaşmira Cafe & Antika’ya düşüyor. İçeriye adım attığımız anda mekanın sıcak ve samimi atmosferi sarıyor bizi. Güler yüzlü hanımefendiyle başlayan hoş bir sohbet eşliğinde kahvelerimizi yudumlarken, etrafı inceliyoruz. Her parça, bir hikaye anlatıyor sanki. Eski tablolar, porselen biblo ve fincanlar, zamana meydan okuyan aynalar, vitrinler, koltuklar, duvar saatleri ve daha niceleri...
Bazıları bize büyüklerimizin evinden tanıdık geliyor. Eskiden bir köşeye kaldırdığımız, artık işe yaramaz sandığımız o eşyalar burada yeniden hayat bulmuş. Antikacılığın yalnızca biriktirmekle değil, hissetmekle, anlamakla ve özenle sunmakla ilgili olduğunu işte burada fark ediyoruz.
Cuma Günlerinin Mezatı
Ayvalık’ta antikacılık sadece dükkanlarla sınırlı değil. Her cuma günü, taş sokaklarda kurulan özel bir mezat düzenlendiğini öğreniyoruz. Birbirine komşu dükkanlar önünde, koleksiyonerler ve meraklılar bir araya gelip nadide parçaları açık artırma usulüyle satışa sunuyorlar.
Ayvalık’taki antikacı dükkanlarının birçoğu, birbirine paralel sokaklara serpilmiş durumda ve bu sokaklar Ayvalık Bit Pazarı’nda birleşiyor. Her cumartesi kurulan bu pazarın özellikle yaz aylarında ziyaretçi akınına uğradığını öğreniyoruz. Bit Pazarı’nda sıradan eşyalardan ziyade, nadir bulunan, yılların tozunu üzerlerinde taşıyan ve her biri geçmişten bir parça sunan orijinal ürünler sergilenip satılıyor.
Ayvalık esnafında genel olarak hissedilen hoş sohbetlilik ve satışta ısrar etmeme hali bu tezgahta da kendini gösteriyor. Gözüm bir ara eski kasetlere takılıyor. Benim de bir koli dolusu eski albüm kasetim geliyor aklıma… Belki bir gün onları gün yüzüne çıkarmalıyım diye geçiriyorum içimden. Hayırlı işler dileyip ayrılıyoruz bit pazarından; hiç tanımadığımız insanların geçmişinden arta kalan satılık eşyaları ardımızda bırakıyoruz.
Ayvalık'ta hava çok sıcak ve biz artık deniz sezonunu Ege'nin serin sularında açmak için aracımıza geçiyoruz. Ancak denize gitmeden önce görmek istediğimiz bir yer daha var sırada. Ayvalık merkezine 15 dakikalık uzaklıkta bulunan ve bir sanat köyüne dönüştürülen Küçükköy'e doğru yola koyuluyoruz.
Küçükköy'ün taş binaları ve dar sokaklarında yaz sezonu öncesi hummalı bir hazırlık göze çarpıyor. İsmiyle müsemma bu küçük köyün her köşesine sanatın tüm renkleri ve ruhu sinmiş adeta. Huzurlu ve dingin atmosferiyle Küçükköy, tıpkı Ayvalık merkezi gibi eski bir Rum yerleşimi aslında.
Osmanlı döneminde, 1400’lü yıllarda Midilli Adası’nın alınmasının ardından yaşanan isyanları bastırmak amacıyla, yeniçerilerin geçici olarak yerleştirildiği bu bölgeye, Rumlar tarafından Yeniçarohori adı verilmiş. Günümüzde Küçükköy olarak bilinen bu güzel köy, Rum mimarisine sahip zarif evleriyle göz kamaştırıyor. 1924 yılında gerçekleştirilen mübadeleyle köy büyük oranda boşaltılmış olsa da sonrasında bölgeye yerleşen Boşnaklar sayesinde Küçükköy yeniden canlanmış ve günümüzdeki sanatla dolu modern görünümüne doğru büyük bir gelişim göstermiş.
Köydeki yapılarda Rum mimarisinin kendine özgü detayları hemen dikkat çekiyor. Kalın taş duvarlar, kemerli pencereler, zarif işçilikle yapılmış balkon korkulukları… Bugün bu yapılar özenle restore edilmiş ve bambaşka bir yaşama kavuşmuş. Sanat atölyeleri, kent müzeleri, kültür-sanat etkinlikleri ve çeşitli festivallerle yaşayan bir sanat ve tasarım köyüne dönüşmüş Küçükköy.
Balkan göçüyle Küçükköy’e yerleşen Boşnakların kültürel etkileri ise köyde her yerde kendini hissettiriyor. Bu etki özellikle yeme-içme kültüründe belirginleşmiş. Biz de kısa bir mola için Boşnak mantısı ve böreğiyle birlikte karadut şerbetimizi ve limonatamızı yudumluyoruz.
Midilli'ye Karşı Deniz Sezonunu Açarken: Sarımsaklı Plajı
Ege’nin rüzgarı, birbirini yıllarca yabancı hatta zaman zaman düşman belleyen iki tarafın kavruk çocuklarına aynı havayı, aynı melodileri taşıyor; tüm yapay ve anlamsız politik gerginliklere inat. İçimden “Aynı denizin çocukları, aynı denizi bir türlü paylaşamıyor” diyorum.
Kafamıza göre bir yer seçiyoruz. Deniz kenarında sandalyemizi, masamızı kuruyoruz. Kışın ağırlığını üzerimizden atıyoruz. Sıcak kumlara basıyor, karşı kıyıda heybetle yükselen Midilli’yi selamlıyoruz.
Girişte kişi başı 50 TL ücret alınıyor. Kapıda bizi karşılayan şeytan figürü biraz absürt ve komik bir görünümde dursa da buranın esas etkileyici yanı manzarası ve taşıdığı hikayeler.
Yaklaşık 400 metre yükseklikteki bu tepede, “Şeytanın Ayak İzi” olarak bilinen, gerçekten de ayak izine benzeyen bir çukur yer alıyor. Ziyaretçiler bu çukurun içine dilek dileyerek para atıyor. Yani Şeytan Sofrası paradoksal bir şekilde insanların umut bağladığı bir noktaya dönüşmüş.
Bu tepenin adı, 1500’lü yıllardan kalma bir efsaneye dayanıyor. Rivayete göre, Penelope adında bir Rum kadını, kilise kurallarına karşı geldiği için “şeytan” ilan ediliyor ve köyden kovuluyor. O da bu tepeye yerleşiyor. Yıllar sonra bölgede büyük bir kıtlık baş gösterdiğinde, köylüler suçluyu bulduklarını düşünerek Penelope’yi linç etmeye geliyor. Ancak Penelope, onlara bir sofra kuruyor. Açlıkla mücadele eden köylüler sofraya oturunca Penelope kaçıp kurtuluyor. O günden sonra bu tepe “Şeytan Sofrası” olarak anılmaya başlıyor.
Efsaneleri bir kenara bırakırsak, burası gerçekten büyüleyici. Özellikle gün batımı saatlerinde... Güneş, Ayvalık Adaları’nın -ki toplamda 22 adadan oluştuğu söyleniyor- ardında yavaş yavaş kaybolurken gökyüzü kızıldan başlayıp Ayvalık tepelerine doğru karanlık tonlara dönen renklerle boyanıyor. Karşımızda Midilli Adası, hemen diğer tarafta ise Ayvalık Körfezi'nin tüm güzelliği adeta ayaklarımızın altına seriliyor. Fotoğraf çekmek, bir süre sessizce izlemek ve hele ki sevdiğiniz insan yanınızda ise bu özel anları paylaşmak için mükemmel bir yer.
Buraya gün batımını izlemeye gelmek isterseniz yanınızda mutlaka bir gömlek ya da hafif bir ceket bulunmalı; çünkü bu tepe gün batımında rüzgarlı olabiliyor.
Tik Mustafa'nın Yeri'nde Güne Veda
Çamlık’tan Ayvalık merkeze doğru dönüş yolundayız. Gün batımının ardından gökyüzünde kalan son renkler ve muazzam bir manzara bize eşlik ediyor. Kısa ama keyifli bir yolculuk bu. Bugünü güzel anılarla kapatmak ve yarın sabah başlayacak Midilli yolculuğumuzun heyecanını şimdiden kutlamak istiyoruz.
Aklımızda iki mekan var ama tercihimiz Tik Mustafa'nın Yeri oluyor. Burası Ayvalık’ta meyhane kültürünü hakkıyla yaşatan, samimi ve lezzetli bir durak.
Masamıza oturur oturmaz zengin menüyle karşılaşıyoruz. Seçmek zor çünkü her biri birbirinden iştah açıcı. Dolapta sırlanmış birbirinden güzel mezeleri seçmek için davet ediliyoruz: saganaki, kalamar, ızgara ahtapot, Girit ezmesi, yoğurtlu köz patlıcan günün yorgunluğunu atmak için yeterli ve tabii eşlikçi olarak göbek rakımız.
Keyfimiz yerinde, lezzetler harika, ortam sade ve sıcak. Uzaktaki masalardan yükselen fasıl sesi bizi biraz daha keyiflendiriyor. Ve gün boyunca biriktirdiğimiz tüm güzellikleri bu sofrada sindiriyoruz. Sohbet, lezzet ve akşamın hafif serinliği… Ayvalık’taki son akşam da böyle bitiyor.
Teşekkürler Dünya!
Kaynak:
https://kulturenvanteri.com/yer/ayazma-tapinagi-ayvalik/#17.1/39.313399/26.691181 (1)
https://kulturportali.gov.tr/turkiye/balikesir/gezilecekyer/ayazma-kilisesi (1)