Blagaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Blagaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Nisan 2025 Pazar

12 SAATTE HERSEK TURU: BALKANLARDA EŞSİZ BİR KEŞİF

Sabah saat 07.00. Barşçarşı'nın asırlara meydan okuyan taş sokakları ve duvarlarının sır saklıyormuş gibi hissettiren sessizliğini dinleyerek burnumuza gelen pide ve poğaça kokularını takip edip Imaret Fırını'na geldik. Hersek turumuza çıkmadan önce bu fırından sıcacık ve taptaze ürünlerden satın alıp ayak üstü kahvaltımızı yapalım istedik. Bosna'ya gelince mutlaka tadılması gereken lezzetlerden biri olan "kifla"dan alıp fırının önündeki küçük bistro masada kahvaltımızı yaptık. Etrafımıza tarihi mekanların kadim bekçileri güvercinler üşüşünce de onlara yediklerimizden ikram etmeyi ihmal etmedik. Başımızı kaldırdığımızda sanki kahvaltımızı bitirmemizi bekleyen bir anne gibi duran Saat Kulesi bizi izliyordu. Vakit ilerledi. Buluşma noktamız olan Meet Bosnia tur ofisinin önüne geçtik. Yeni yol arkadaşlarımız ve rehberimizle 12 saat sürecek Hersek turu için buluştuk. Harika bir gün bizi bekliyordu; sabah Bosna’da başladı, akşam Hersek’te bitecekti.




Rehberimiz Senan bizi sıcacık bir gülümsemeyle karşılıyor. Bize yaptığı kısa ve bilgilendirici bir tanıtımın ardından, gün boyu sürecek turumuza başlamak üzere tur aracımıza geçiyoruz. Saraybosna’dan ayrılırken geçtiğimiz caddelerde gözümüze çarpan ilk şey, yine delik deşik olmuş binalar oluyor. Sanki savaş burada daha dün yaşanmış gibi...



Bosna'da Türkiye'nin Bıraktığı İzler

Şehirden uzaklaştıkça manzara da değişmeye başlıyor. Şimdi oldukça iyi durumda görünen bir otobandayız. Peş peşe tünellerden geçiyoruz. Bu tüneller bana Türkiye’deki otoyolları anımsatıyor. Özellikle tünel girişlerinde karşılaştığım tanıdık bir isim dikkatimi çekiyor: "Cengiz". Hepimizin siyasi tartışmalardan aşina olduğu, Türkiye’de mega altyapı projeleri denilince adı ilk aklımıza gelen o malum şirket, burada da karşımıza çıkıyor.



Aslında burada sadece yollarda değil; köprülerden binalara, kültür vakıflarından bankalara, hatta güvenlik aygıtlarına kadar Türkiye’nin etkisi hissediliyor. Özellikle altyapı inşaatlarında Türkiye’den gelen şirketler adeta yarışta at başı gidiyor; buradaki büyük projelerin çoğunda ön sıralarda yer alıyorlar. Türkiye’nin Bosna-Hersek’e ciddi bir finansal ve kurumsal destek sunduğunu rahatlıkla söylemek mümkün. Konuştuğumuz birçok Bosnalı da bunu açıkça dile getiriyor. Türkiye’nin varlığı burada yalnızca bir yatırımdan ibaret değil; bu yatırımları siyasi gücüyle de perçinlemiş durumda.

Zamanın ve Mekanın Değiştiği Yer: Konjic

Yaklaşık 1 saat süren yolculuğumuzun ardından ilk durağımız olan Konjic kentine geliyoruz. Burası tarih kokan ve oldukça küçük bir şehir. Kentin en önemli simgesi ise şüphesiz tarihi taş köprü. Köprüyü ve etrafını gezmek için kısa bir mola veriyoruz ve aracımızdan ayrılıyoruz. 




Köprünün tarihine gelince: Alman işgalciler, 1945 senesinde piyadelerini geri çekerken Konjic'deki tarihi taş köprüyü yıkmış, arından yerine ahşap, akabinde ise beton-çelik bir köprü inşa edilmiş. 2009 senesinde Türkiye'den ER-BU şirketinin aslına uygun olarak yeniden inşa ettiği köprü, günümüzde Bosna Hersek'in en önemli tarihi yapılarından biri haline gelmiş durumda... (1)

Yazımın başında da bahsettiğim gibi Türkiye'nin kültürel mirasa olan katkısı Konjic'de de karşımıza çıkıyor. Tur aracımızı park ettiğimiz köprü manzarasına hakim bir tepedeki şehitliğin girişinde de bizi devasa boyutlardaki Bosna-Hersek ve Türkiye bayrakları iki ülke arasındaki sağlam dostluğun bir nişanesi olarak karşılıyor. 


Köprüye doğru yürürken sadece tarihin değil, aynı zamanda Bosna’nın coğrafi yapısının da içinden geçiyoruz adeta. Çünkü bu köprünün bir tarafı Bosna, diğer tarafı ise Hersek bölgesi. Bir adımla bulunduğumuz bölgeden çıkıp farklı bir bölgeye geçiş yapmak bize bambaşka bir duygu ve heyecan yaşatıyor. Bu anı ölümsüzleştirmek için yine telefonlarımıza sarılıp en güzel kareleri yakalamaya çalışıyoruz.



"Hersek" adı, Almanca "Herzog" kelimesinden türemiş ve tarihsel olarak bu unvanı kullanan bir yerel hükümdarın adlandırmasıyla yayılmış. Bu unvan, 15. yüzyılda Stjepan Vukcic Kosaca adlı bir Bosna soylusu tarafından kullanılmış. Kendisine, "Herceg (Herzog) of Hum and the Coast" yani "Hum ve Kıyının Dükü" unvanını vermiş. Osmanlılar bölgeye geldiklerinde bu ismi "Hersek" olarak telaffuz edip kullanmışlar. Bugün de Türkiye’de "Bosna-Hersek" ifadesindeki Hersek, bu kökten geliyor.



Köprünün altındaki Neretva Nehri ise bize hızla akan sularıyla kendi hikayesini anlatma telaşına düşmüş gibiydi. Akışının hızından çok, rengine hayran kalıyoruz. Sanki bu nehir, Osmanlı döneminden kalma eski bir sandığın içinden çıkmış kıymetli bir yüzük gibi... Gökyüzünün maviliğine inat, göz alıcı bir yeşile bürünmüş. 



Köprüyü geçtiğimizde ise sağlı sollu mekanların sıralandığı küçük ve sevimli bir cadde karşılıyor bizi. Köşe dükkanlarına hep bir sempatim oldu. Burada da tam köşe başında yer alan küçük bir market gözüme çarpıyor. Müşterilerinin girip çıktığı hareketlilikle, o an şehirde sessizliği bozan ve canlılığın olduğu tek yer o market gibiydi.
Mostar’a Giderken: Yol Arkadaşımız Neretva   
Konjic’ten ayrılıp bir sonraki durağımız olan tarihi Mostar kentine doğru yola koyulduk. Mostar, Bosna-Hersek’e gelenlerin mutlaka görmesi gereken bir şehir ve bana göre bu tarih kokan kenti ziyaret etmeden yapılan bir Bosna gezisi büyük bir eksiklik olur.

Mostar’a ilerlerken Bosna-Hersek’in dağlık coğrafyası bize adeta bir görsel şölen sundu. Yol boyunca karşımıza çıkan dik ve heybetli yamaçlar, derin vadiler ve zirvesi karla kaplı dağlar, doğal güzelliklerin en çarpıcı örneklerindendi. Bosna-Hersek zaten sadece tarihi ve kültürü ile değil, coğrafi güzellikleriyle de ön plana çıkan Balkan ülkelerinin başında geliyor. Bu ülkede tırmanış, doğa yürüyüşleri gibi alternatif doğa sporlarının yanında, Neretva Nehri üzerinde rafting başta olmak üzere çeşitli su sporları yapabileceğiniz farklı aktivite imkanları da bulunuyor. 




Yol aldığımız vadinin tam ortasında kıvrılarak akan yemyeşil Neretva Nehri ise Mostar'a kadar bize adeta yol arkadaşlığı yapıyor.

Rehberimiz Senan bir yandan tur aracını kullanırken bir yandan da ülke hakkında bilgiler veriyor yol boyunca. Tertemiz ve zümrüt yeşili rengindeki Neretva Nehri'nin tersine, yani kuzeye doğru akan bir nehir olduğundan bahsediyor. 230 km uzunluğundaki nehir Bosna-Hersek'te doğuyor ve Hırvatistan'dan Adriyatik Denizi'ne dökülüyor.

Yolun bir kısmında yağmur bastırdı ama Mostar’a yaklaştıkça hava yeniden bulutlu haline geri döndü. Geçtiğimiz aylarda yaşanan ve Türkiye'deki ana haber bültenlerine de konu olan sel felaketinin izleri ise bazı yerleşim birimlerinden hala silinmemişti. Bazı köylerin adeta haritadan silinmiş olduğuna şahit olduk. Doğa bize hem güzelliği konusundaki cömertliğini hem de zaman zaman ne kadar acımasız ve yıkıcı olabileceğini Hersek bölgesinde bir kez daha hatırlattı.

Ve Nihayet O An Gelir: Mostar Köprüsü'nden Geçmek

Yaklaşık bir buçuk saat süren yolculuğumuzun ardından Mostar kentine ulaşıyoruz. Şehrin modern kısmından geçerken kıpır kıpır, canlı bir kent yaşamı göze çarpıyor. Kafeler ve restoranlar dolu, caddeler hareketli, gençler sokaklarda... Ama bizim asıl görmek istediğimiz yer, şehrin tarihi kalbi.




Kısa bir süre sonra, rehberimiz eşliğinde Mostar’ın o meşhur tarihi bölümüne adım atıyoruz. Asırlık taşlarla döşeli sokaklarda yürümeye başlarken rehberimiz Senan gülümsüyor ve şöyle diyor:
"Çok şanslısınız."
Neden diye soruyorum. Gülümseyerek anlatıyor:
"Birincisi, hava yağmurlu değil. Bu sokakların taşları yağmurda çok kaygan olur; yürümek oldukça zorlaşır. İkincisi, yaz mevsiminde burada adım atacak yer bulamazsınız. Kalabalıktan bu küçük şehri yarım saatte değil, iki buçuk saatte bile zor gezersiniz."




Gerçekten de bu konuda şanslıydık. Mostar'da hava bulutlu da olsa yumuşaktı. Üstelik insanı bunaltan bir turist kalabalığı  yoktu. Eski kentin girişinde bizi ilk olarak hediyelik eşya dükkanları karşıladı. Rehberimiz Senan, dükkanlardaki el işi ürünlerini özellikle de bakırdan yapılmış hediyelik takımları göstererek, "Size çok da farklı gelmeyecek ürünler bunlar, çoğu zaten Türkiye’den geliyor" dedi ve alışveriş konusunda bize ufak tüyolar verdi.



Eski kente ayak bastığımızdan beri nedense bir an önce Mostar Köprüsü'nden geçmek için telaşlı bir ruh haline içine girmiştik. Bir nevi köprüyü kaçıracakmışız hissi doğdu içimizde. Ancak bu kadim kent o kadar da aceleci olmamamız gerektiği konusunda her taşının arasından sızan bilgeliğiyle sanki bizi uyardı ve sakin olmamız gerektiğini hatırlattı. Çünkü Mostar Köprüsü'nden önce görmemiz ve üzerinden geçmemiz gereken asıl bir başka köprü bizi bekliyordu: Eğri Köprü diğer adıyla Küçük Mostar Köprüsü. Asıl köprüden geçmeden önce bu köprüden küçük bir geçiş provası yapmamız gerekiyor. 




Bir Osmanlı mimari eseri olan Küçük Mostar - Eğri Köprü 1558 yılında Mimar Hayrettin tarafından özellikle kemer mimarisinin denenmesi açısından yapılmış. Asıl Mostar Köprüsü'nün bir minyatürü olan ve Radobolja Deresi üzerine kurulu olan Eğri Köprü taş işçiliğinin tüm zarafetini üzerinde taşıyor. 2001 yılında yaşanan büyük bir sel felaketinde ciddi şekilde zarar gören köprü, UNESCO ve yerel kurumların desteğiyle restore edilerek eski haline kavuşturulmuş.


Köprüden geçtik ve merdivenlerden kafe ve restoranların bulunduğu alana çıkıp asıl hedefimize doğru yürümeye devam ettik. Nihayet, fotoğraflarda hayran kaldığımız, "Keşke orijinal halini de görebilseydik" dediğimiz o meşhur Mostar Köprüsü'ne ulaştık.





Köprünün üstüne çıktığımızda, etrafımızı saran şehir manzarası ve o büyülü atmosferi solumak gerçekten heyecan vericiydi. Basamaklarla yükselen, kemer biçimindeki köprüden şehrin farklı açılarını fotoğrafladık; ama en önemlisi, o anı hatıralarımızda ölümsüzleştirmek için köprüde kendi fotoğraflarımızı çekmeyi ihmal etmedik.



Mostar’ın simgesi haline gelen Stari Most, yani Eski Köprü, Osmanlı döneminde, 1566 yılında Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından inşa edilmiş. 28 metre uzunluğunda ve 20 metre yüksekliğinde olan tek kemerli yapısı, dönemin mühendislik harikalarından biri sayılıyor. Ancak köprü, 1993 yılında Bosna Savaşı sırasında yıkılmış. Köprünün yeniden inşası, UNESCO öncülüğünde ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülkenin desteğiyle gerçekleşmiş. 2004 yılında tamamlanarak yeniden açılan Mostar Köprüsü, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alıyor.


Rehberimiz Senan, Mostar Köprüsü’nün sadece mimarisiyle değil, aynı zamanda yıllardır süregelen bir gelenekle de dikkat çektiğini anlatıyor. Özellikle yaz aylarında gençlerin köprüden Neretva Nehri’nin buz gibi sularına atlaması, geçmişte bir cesaret, olgunluk ve erkeklik göstergesiymiş. Öyle ki, eskiden köprüden atlamayan bir gence kız verilmezmiş. Tabii zamanla bu gelenek değişmiş. Bugünse bu atlayışlar daha çok turistik bir gösteriye dönüşmüş. Biz de Senan’a espriyle sevdiği kızla evlenmek için köprüden atlayıp atlamadığını sorduk. Gülerek şöyle dedi:

"Para artık her şeyi çözüyor, parayı veriyorsun senin yerine başka biri köprüden atlıyor. :)"

Senan, bu atlayışların aslında oldukça tehlikeli olduğunu söyledi. Köprünün hemen yakınında yer alan dalış platformlarını göstererek, bu gösterilerin sadece profesyonel sporcular tarafından yapıldığını ve kontrollü şekilde izin verildiğini anlattı. Hatta köprüde zaman zaman profesyonel atlayışların yapıldığı uluslararası organizasyonlar da düzenleniyormuş. Mevsim ve hava koşulları nedeniyle bizim orada bulunduğumuz süre içerisinde köprüden atlayan birine rastlayamadık ama geçmişten günümüze dek bu tarihi köprünün hikayesinin sadece şehrin iki yakasını bağlamaktan çok daha fazlası olduğunu anladık.



Mostar Köprüsü’nün en dikkat çekici özelliklerinden biri de köprünün iki yakasındaki kuleler. Eskiden gözetleme amacıyla inşa edilen bu yapılar, bugün ziyaretçilere şehrin tarihi dokusunu kuşbakışı izleyebilecekleri teraslar sunuyor. Aynı zamanda içinde Boşnak kahvesi veya çay eşliğinde Mostar’ın geleneksel tatlısı smokvara'yı tadabileceğiniz küçük ve keyifli mekanlara ev sahipliği yapıyor.



Tarihi kentin dokusunu ve Mostar Köprüsü’nü tüm güzelliğiyle bir de Neretva Nehri’nin kenarından izlemek istiyoruz. Bunun için yine dar merdivenli sokaklardan geçerek nehrin kıyısına iniyoruz. Burada, amfi şeklinde basamaklarla düzenlenmiş, hem biraz soluklanabileceğiniz hem de köprünün ve şehrin harika karelerini yakalayabileceğiniz bir alan bulunuyor. Neretva’nın şarkısı eşliğinde hem manzarayı izliyor hem de çantamdan Eduardo Galeano’nun "Ve Günler Yürümeye Başladı" kitabını çıkarıyorum. Tam da o günkü tarihin sayfasını seçiyorum kitaptan… Köprü ve kitap manzaralı unutulmaz fotoğraflar çekiyoruz. 





Mostar Köprüsü'nden yeniden geçmek geliyor içimizden... Bu duygu bir döngüye dönüşüyor çünkü köprünün şiirsel bir atmosferi var ve sizi sürekli kendisine çekiyor. Şehrin diğer yakasında ahşaptan yapılmış butik dükkanlar sıralanmış. Ayrıca nehir ve köprü manzaralı bir şeyler yiyip içebileceğiniz çok hoş restoran ve kafeler sıralanıyor. Eski kent oldukça küçük ve bu yakadaki son durağımız Koski Mehmed Paşa Camisi oluyor. Caminin içini ziyaret etmek ücretli bu yüzden biz sadece avluyu ve çevresini fotoğraflayıp bu tarihi mekandan ayrılıyoruz.




Ve artık Mostar’a veda vakti… Ayrılmadan önce kendimize ve sevdiklerimize bu güzel şehri hatırlatacak küçük hediyelikler alıyoruz. Ardından yavaş yavaş kentin en önemli simgelerinden Barış Çan Kulesi istikametindeki aracımıza doğru yönelip bir sonraki durağımıza gitmek için yola çıkıyoruz. Mostar, farklı kültürlerin, tarihin ve hikayelerin birbirine bağlandığı bir kent olarak hafızamızda yerini alıyor.



Kayaların Gölgesi Altında Bir Tekke: Blagaj Alperenler Tekkesi

Mostar'ın ardından dünyanın en ilginç yerlerinden birine geldik desem, sanırım abartmış sayılmam. Metrelerce yükseklikten inen sarp kayalıkların dibine konumlandırılmış eski bir tekke ve hemen yanı başından doğan, yemyeşil sularıyla akan bir nehir... Şimdiki durağımız: Blagaj Alperenler Tekkesi.



Yeni doğmuş bir bebek gibi kıpır kıpır yeryüzüyle buluşan bu tertemiz suların sesi, kayalıklarda yankılanan bir çağlayan gibi kulağımızda çınlıyor. Suyun karşı kıyısına geçmek için yapılmış küçük köprü ve iki yaka boyunca sıralanmış butik mekanlar, kafe ve restoranlar sessizce bu bölgeye gelen ziyaretçileri ağırlamayı bekliyor.




Tekkenin hikayesini, Buna Nehri'nin doğduğu kaynağın hemen yanında büyük bir merakla dinlerken, tekkenin bacasından sanki yüzyıllar öncesinde okunan dualar tütüyor. Kaynağından avuç avuç içtiğimiz su, derin bir sessizliğe gömülmüş tekkenin taş duvarlarında adeta bir zikir gibi yankılanıyor.




Blagaj Alperenler Tekkesi, yaklaşık 600 yıl önce Bektaşi dervişleri tarafından kurulmuş. Zamanla yalnızca Bektaşiliğe değil, Kadiri, Halveti ve Nakşibendi tarikatlarına da ev sahipliği yapmış. Buna Nehri'nin kaynağının yanı başındaki bu yapı, hem tarihi hem de mistik atmosferiyle ziyaretçilerini etkiliyor.




Tekkeyi ziyaret etmek ücretli. Giriş biletimizi aldıktan sonra iki katını da gezebiliyoruz. İçeride zikir ve ibadet odaları, mutfak, küçük bir hamam ve abdesthaneler yer alıyor. Her bir oda, burada yaşanmış manevi hayatın izlerini taşıyor.




Balkona çıktığınızda ise başınızı kaldırır kaldırmaz devasa kayalıklarla örtülü bir dağ yükseliyor karşınızda. Kaya parçalarının kopup düştüğünü düşünmek bile insanın içini ürpertiyor. Tekkenin görevlisinden öğreniyoruz ki geçmişte böyle olaylar yaşanmış ve tekke bu nedenle birkaç kez onarımdan geçirilmiş.




Tekkenin böylesine korunaklı ve gözlerden uzak bir alana kurulmasının sebebi ise gizlenmek, yani ibadetlerini baskılardan uzak bir ortamda sürdürebilmek... Bugün hala o huzur ve gizemli hava yapının her köşesinde hissediliyor. Alperenler Tekkesi, hem doğası hem de taşıdığı mistik atmosferle bizi fazlasıyla etkiledi.

Tarih Kokulu Masal Şehir: Poçitel

Hersek bölgesindeki turumuz sürerken keyfimiz yerinde, yol boyunca gördüğümüz doğal güzelliklerle de büyülenmiş durumdayız. Şimdi sırada daha önce birkaç kez adını duyduğumuz ve oldukça merak ettiğimiz, bizi daha ilk adımda adeta büyüleyen Poçitel var.


Yol boyunca Dubrovnik yönünü gösteren tabelalar görüyoruz ve artık Hırvatistan sınırına yaklaştığımızı anlıyoruz. Mostar’dan yaklaşık kırk dakika süren bir yolculuktan sonra, rehberimiz aracı anayolun kenarına park ediyor. Gri bulutlar gökyüzünde hızla peşimizden sürükleniyor, yoldayken yakalandığımız yağmur muhtemelen Poçitel'de de bizi yakalayacak.



Araçtan inip Poçitel’in taş sokaklarına doğru ilk adımlarımızı atıyoruz. Yanı başımızda Neretva Nehri usul usul kuzey yönüne doğru süzülüyor. Gri gökyüzüne rağmen nehrin rengi yine yemyeşil parlıyor. Manzaranın güzelliğinden ilhamla o an aklıma düşüveren  cümleyi telefonumun not defterine yazıyorum:

"Sanki bir ressam bu manzaranın tablosunu yaparken tüm boyalarını bitirmiş ve elinde son kalan en parlak ve en sıra dışı rengi yalnızca bu nehir için saklamış gibi..."




Adriyatik Denizi'ne çok yakın bir noktadayız ve eğer gökyüzü bize biraz gülümserse Poçitel'in en yüksek noktasından denizi görebileceğiz. Bu deniz tutkusunu şimdilik kendimize saklayıp Poçitel'in taşlı sokaklarında yürümeye başlamadan önce rehberimize kulak veriyoruz. 



Poçitel, surlarla çevrili yapısı, taş sokakları ve Saat Kulesi, Hacı Ali Camii gibi eserleriyle klasik 15. yüzyıl Osmanlı yerleşim mimarisinin güzel bir örneği. UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan köy, sanatçılara ve tarih meraklılarına ilham veren sakin bir atmosfere sahip. Bosna Savaşı sırasında ağır tahribat gören bu Müslüman yerleşimi Türkiye'nin ve Dünya Bankası gibi kuruluşların desteği ile yakın dönemde restore edilmiş.


Poçitel sokaklarında yürürken sanki bir Orta Çağ kalesinin içinde kaybolmuş gibi hissettik. Burada her şey taştan yapılmış, sokaklar, merdivenler, evler, ibadethaneler ve hamamlar bile... Şehir merdivenlerle birbirine bağlanmış sokaklarla yükseldiğinden otomobil vb araçlarla bu şehri gezmeniz mümkün değil. Zaten en güzel tarafı da bu; Poçitel'i adım adım yürüyerek keşfetmeniz gerekiyor. Her bir sokağı size ayrı bir manzara fotoğrafı sunuyor. Bu taş şehir için "bir açık hava sanat galerisi" desek abartmış olmayız. Her sokağı ilham verici bir güzelliğe sahip. Zaten bu atmosferin büyüsü sadece biz gezginleri değil, sanatçıları da cezbediyor. Öyle ki her yıl yerli ve yabancı sanatçılar burada bir araya gelip taş sokaklarda ve atölyelerde yeni eserlerini üretip sergiliyorlar.  




Kayalıklara yaslanmış olağanüstü güzellikteki coğrafi konumu sayesinde, yukarıdan nehir kenarına doğru taşlı merdivenlerden inerken insanın içinde hafif bir melodi yükselmeye başlıyor. Sanki sözcükler o an günlük dilin tüm yavanlığından sıyrılıyor ve edebi bir pardesü giyerek duygularınıza tercüman oluyor. Poçitel tarihi yönünün yanında duygusal anlamda da insanı oldukça etkileyen bir kasaba.




Kale'nin restore edilmiş kısmından şehri izlerken yağmura yakalanıyoruz. Ancak hiç aldırış etmiyoruz. Köyün bu romantik havasında ıslanmak bize bir ayrıcalıkmış gibi geliyor o an. Dönüş vakti yaklaşırken yavaş yavaş taş merdivenlerden kasabanın merkezine doğru inmeye başlıyoruz. Ama bu taş sokaklarda yağmurda yürümek hiç kolay değil. Ayağımız birkaç kez kayıyor, düşme tehlikeleri atlatıyoruz. 




Yağmurun sesi köyün sessiz taş duvarlarında yankılanıyor. Eski konakların kiremit çatılarından süzülen yağmur damlaları, sokak taşlarının arasında küçük göletler oluşturuyor ve sanki hepsi geçmişe tutulan birer aynaya dönüşüyor. Şemsiyemiz olmasına rağmen sırılsıklam oluyoruz. Zar zor yetiştiğimiz aracımıza biniyor ve buğulu pencerelerden son kez bakıp Poçitel'e veda ediyoruz.   



Hersek'in Şarkısı: Kravica Şelalesi
Ve turumuzun son durağına ulaşıyoruz: Kravica Şelalesi. Giriş ücretli, ama içeriye adım atar atmaz buna değdiğini hissediyorsunuz. Tur aracımızla dar ve kıvrımlı bir yolu takip ederek şelaleye oldukça yakın bir noktaya kadar geliyoruz. Bundan sonrası ise tamamen yürüyüş. Aşağıya doğru inerken şelalenin sesi, ağaçların arasında yankılanıyor.





Kravica Şelalesi, Bosna-Hersek’in güneyinde, Mostar’a yaklaşık 40 km uzaklıkta, Trebižat Nehri üzerinde yer alan doğal bir oluşum. Yaklaşık 25 metre yükseklikten dökülen sular, geniş bir havuz oluşturarak etkileyici bir manzara sunuyor.

Gördüğümüz manzara olağanüstü... Orman sanki içini döküyor gibi… Farklı noktalardan metrelerce yükseklikten dökülen sular, geniş bir havuz oluşturuyor. Burası tam anlamıyla büyüleyici. Sarımsı renkte kumlardan oluşmuş küçük bir kumsal, yaz aylarında buranın adeta bir plaja dönüştüğünü bize anlatıyor. Kumsalın hemen arkasındaki barlar ve kafeler ise sezonu bekler gibi sessiz, sakin.




Kıyıda ufak bir yürüyüş yapıyoruz. Yazın gölette gezinti için kullanılan küçük bir kayık, kıyıya bağlanmış bekliyor. Biz ise bu güzelliği doya doya fotoğraflıyoruz. Telefonlarımız elimizden hiç düşmüyor. Bir yandan şelaleden rüzgarla yüzümüze çarpan su damlacıkları, bir yandan da başımızdan eksik olmayan yağmur… Bu romantik anı doyasıya yaşamak ve hissetmek adına kendimizi şanslı hissediyoruz.  Bunun bir rüya olmadığını yüzümüze vuran su damlacıkları her defasında hatırlatıyor.




Bosna’ya Dönüş

Yaklaşık 12 saat süren Hersek turumuz, doğal güzellikleri, tarihi dokusu ve huzur veren atmosferiyle bize unutulmaz bir gün yaşattı. Son durağımız Kravica Şelalesi’nde geçirdiğimiz keyifli vakitten sonra Saraybosna’ya dönmek üzere yola koyuluyoruz.




Önümüzde yaklaşık 3 saatlik bir yol var. Üzerimizde ise, gezi notlarımıza böylesine harika bir turu daha eklemiş olmanın mutluluğu... Eğer yolunuz Bosna-Hersek’e düşerse, Hersek turuna mutlaka katılmanızı öneririz. Konjic'ten Mostar’a, Blagaj’dan Poçitel ve Kravica’ya uzanan bu rota, ülkenin hem tarihine hem de doğasına dokunabileceğiniz benzersiz bir deneyim sunuyor.


Teşekkürler Dünya!





Kaynak:

https://www.balkannews.com.tr/bosna-hersek/konjic-koprusu-78-sene-once-bugun-yikilmisti-h6007.html (1)

https://www.balkannews.com.tr/bosna-hersek/mostar-da-ziyaret-edebileceginiz-yerler-h924.html (2)

KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli b...