Kalabalık ve telaşlı koşuşturmacaların olduğu bir otogardayız. Elimde kargacık burgacık Arapça el yazısıyla doldurulmuş bir otobüs bileti var. "Tedmur" diye sesleniyor biri az önce perona yaklaşan otobüsü göstererek. Evet, Tedmur'a diğer adıyla Palmira Antik Kenti'ne gideceğiz. Yanımda bir rahip beliriyor aniden; simsiyah cübbesi ve boynunda asılı kocaman bir haç var. Sanki kutsal yolculuğuna hazırlanan bir inananım ve o da bana rehberlik edecekmiş gibi. Gülümsüyor. Bileti gösteriyorum, koltuk numaramızı soruyorum. “Numara yazmıyor, istediğiniz yere oturun" diye cevap veriyor rahip ve elindeki kahverengi eski bir bavulla birden gözden kayboluyor. Şam'da hava çok sıcak ve sanırım sapsarı görüntülerle bir gündüz rüyası görüyorum. Az sonra bineceğimiz otobüsün kapısında dikilen biriyle göz göze geliyoruz. Polis merkezini işaret ediyor. Biraz endişeyle işaret ettiği yere gidiyoruz. Sessizce bilete mühür basıyor polis. Ne bir kelime ne de bir bakış... Sadece elinde bir sigara ve başında masmavi bir duman. Geçiyoruz otobüse. Yolculuk başlıyor. Rotamız: Suriye Çölü
1
Şam'a Veda
Şam'ı artık arkamızda bıraktık. Çöle doğru uzanan bir otoyoldayız. Otobüste hoşgeldiniz ikramı olarak mırra servisi yapılıyor. Yolculuk beklediğimizden daha konforlu. 37 ekran bir televizyon otobüsün tavanına monte edilmiş. Ekranda Arap sinemasından eski bir film dönmeye başlıyor. Otobüsün camından dışarıya bakıyorum bir süre. Adeta hiçliğin ortasındayız. Deyr-ez Zor ve Bağdat tabelaları gözüme çarpıyor. Vahada bitecek bir yolculuk bu. Pusulamız Dolunay, yolumuz çöl.
"Bağdat Cafe... Orada, Duruyor mu Hala?"
Şam ile Palmira yolu üzerinde, adı Bulutsuzluk Özlemi'nin efsane güzel şarkısıyla hafızalara kazımış olan Bağdat Cafe’den geçtik. Keşke biraz mola verebilseydik orada...Ancak bu kadar yakınından geçmek bile beni çok mutlu hissettirmişti. Bu kafeden bu yazıda size kısaca bahsetmem gerekiyor.
2
Bağdat kafe bir zamanlar Suriye’nin dünyaya açılmaya çalıştığı dönemde, özellikle Avrupalı sırt çantalı gezginlerin vazgeçilmez duraklarından biriymiş. Kafenin kendine has atmosferi ise adeta çölde bir serap; salaş ama sevimli, çölün ortasında susuzluğunuzu giderip, gece konakladığınızda çölün büyülü rüyalarına dalabildiğiniz, müzikleriyle insanı bambaşka bir boyuta taşıyan Ortadoğu'da bir hippi mekanı düşünün. Kafenin playlistinde Pink Floyd’dan Bob Dylan’a kadar pek çok efsane ismin şarkıları çalıyormuş.
3
Bugün ise Bağdat Cafe -eğer yanlış bir bilgiye sahip değilsem- kelimenin tam anlamıyla bir enkaz ve moloz yığınından ibaret. Savaşın acımasız ve sert yüzünden nasibini almış. Bir zamanların şehirlerden uzak, özgürlük dolu, masalsı kafesinden artık eser yok. Kafenin eski güzel günleri çöl rüzgarıyla yükselen toz bulutlarının uğultulu bir ağıtına dönüşmüş durumda.
Biz Geldik, Uyan Zenobia!
Yaklaşık beş saat süren çöl yolculuğunun ardından, otobüsümüz bir dinlenme tesisinde duruyor. Bavullarımız indiriliyor, muavin "Bye bye!" diyerek otobüsün kapısından içeriye atlıyor. Otobüs, son durağı olan Deyr-ez Zor yönünde tekrar yola koyulurken, biz olan biteni biraz şaşkınlık, biraz da merakla izliyoruz.
Tam o sırada, yöresel Arap kıyafetleri içinde, iri yapılı bir adam yaklaşıyor. “Mafi müşkül” diyor ve oturmamız için boş bir masayı işaret ediyor. Etrafa bakınıyor, İngilizce bilen birilerini arıyoruz ama kimseyi bulamıyoruz. Derken masamıza lavaş arasında peynirli Suriye usulü bir tost ve meyve suyu getiriliyor. “ E madem yiyelim beklerken, ne olacak göreceğiz" diyoruz.
4
Bekleyiş fazla uzun sürmüyor. Kısa bir süre sonra, lacivert bir Mazda yavaşça tesisin önünde duruyor. İçinden inen biri, akıcı bir İngilizceyle bize "Hoşgeldiniz" diyor. Adı Ahmet Al-Saleh. Palmira’da kalacağımız otelin sahibi ve bu süreçte bize rehberlik edeceğini söylüyor. Kim bu adamı ayarladı ve ne zaman bize yönlendirdi hatırlayamıyorum. "Buranın otel mafyası bu adam herhalde" diyerek kendi aramızda espri yaptığımızı ise iyi hatırlıyorum.
Kısa bir yolculuğun ardından otele varıyoruz. Güneş çoktan batmış, karanlık çökmüş durumda. Ama odanın penceresinden dışarıya baktığımızda, gördüğümüz manzara karşısında kelimeler yetersiz kalıyor. Palmiyelerin arasında adeta bir masal prensesi gibi Palmira Antik Kenti uzanıyor. Ve tam karşımızda, bir dağın üzerine sanki sihirli bir el tarafından yerleştirilmiş gibi duran sarı ışıklarla parlayan Palmira Kalesi.
Hiç kimse bilemezdi; bu görkemli kalenin birkaç ay sonra başlayacak bir savaşta yeniden bir askeri savunma mevzisine dönüşeceğini. Duvarlarının modern zaman bombalarıyla tahribata uğrayıp delik deşik olacağını. Biz sadece o anda, bir Ortadoğu masalının sayfalarında gezinen ve yaptığı işten mutluluk duyan hikaye avcıları gibiydik. Ve pencereden bakarken dilimizden şu cümle dökülüvermişti:
"Biz geldik, uyan Zenobia"
Çölün Gelini: Palmira Antik Kenti
Akşam yemeği için otelin sahibi Ahmet Al-Saleh, bizi yeniden arabasına alarak, palmiyelerle çevrili bir vahaya götürdü. Mekan oldukça salaştı ama bir o kadar da otantikti. Yerde kırmızı bir kilim seriliydi ve üzerine yer sofrası kurulmuştu. Yemekte, oldukça tuzlu ve safranlı bir pilavla birlikte servis edilen tavuk yemeği vardı. Yemeğimizi afiyetle yedikten sonra ikram edilen çayı içerken tüttürdüğümüz Suriye sigaraları ile geceyi mavi bir dumana boğduk. Tam o sırada eski bir divandan dönüştürülmüş hamak gözüme çarptı. Hamağa uzanıp, palmiyelerin arasından yıldızlara doğru bakarken, kendimi bir rüyanın içinde gibi hissettim.
5
Mekanın sahibi bir ara yanımıza geldi. Elinde sayfaları yıpranmış bir defter vardı. Buranın misafir defteriymiş ve ağırladığı yabancı konukların bıraktığı notlarla doluydu. "Bir şeyler yazmak ister misiniz?" diye sordu. Elbette dedim ve kalemini rica ettim. O an hissettiklerimi şöyle not ettiğimi hatırlıyorum:
“Suriye'de bir rüyadan, bir masaldan geçiyoruz sanki... İnsanlar çok misafirperver ve samimi bir şekilde gülümsüyorlar. Bu topraklarda nereye gitsek el üstünde karşılandık."
Yalın ayak, kilimlerin üzerinde biraz daha zaman geçirip sohbet ettik. Gece ilerlemeden otele geri döndük. Çünkü bizi gece yarısı başlayacak bir keşif yolculuğu bekliyordu. Palmira’yı, Çölün Gelini’ni gezecektik. Ağustos sıcağında, gündüz vakti, antik kenti adım adım dolaşmak neredeyse imkansızdı.
Palmira, antik çağlarda “Çölün Gelini” olarak anılan, Suriye'nin kalbinde yer alan bir ticaret ve kültür merkeziydi. Mezopotamya ile Akdeniz dünyası arasında bir kavşak noktası olan kent, M.Ö. 1. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu'nun en önemli doğu kentlerinden biri haline geldi. Palmira’nın en çok bilinen ve efsaneleşmiş figürü hiç kuşkusuz Kraliçe Zenobia. 3. yüzyılda hüküm süren Zenobia, güzelliği, zekâsı ve askeri dehasıyla tanınıyor. Roma İmparatorluğu'nun doğusundaki topraklara karşı başlattığı bağımsızlık mücadelesiyle adını tarihe kazıyan Zenobia. Mısır’dan Anadolu’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada egemenlik kurmayı başarmış, ancak Roma İmparatoru Aurelian tarafından esir edilmiş.
Zenobia Uyanıyor
Sabah 04.00'te başladı antik kentteki yürüyüşümüz. Güneş henüz doğmamıştı. Antik kent sarı ışıklarıyla çölün ortasında düğün yeri gibi parlıyordu. Bizim gibi erkenci Avrupalı turistler de ellerinde fotoğraf makineleri bu anları ölümsüzleştirmeye çalışıyordu. Bu serinin en başında bahsettiğim gibi telefonlarımız bugünkü gibi güçlü kameralarla donatılmamıştı henüz. Fotoğraf makinemin deklanşörüne her basışımda yıllar sonra kaybolacak ama hafızamda capcanlı şekilde hep yaşayacak o olağanüstü kareleri yakalamaya çalışıyordum.
Zafer Takı, Baal Tapınağı, Antik Tiyatro, sütunlar, caddeler, mezar kuleleri ve nekropol alanı... Hepsini adım adım, tek tek gezdik. Saat hızla ilerledi ve güneşin doğuşuna tanıklık etmek için Palmira Kalesi'ne doğru tırmanışa geçtik.
Yürüyüş boyunca, başımızda esen çöl rüzgarı kulağıma hiç duymadığım bir şarkının melodilerini fısıldadı. Derken o melodiye sözler eşlik etti. Palmira’nın ilham verici güzelliği içimde bir şarkıya dönüştü. Belki bir gün herkesle paylaşırım:) Belki sadece Palmira ile benim aramda kalır.:)
Palmira Kalesi'ne ulaştığımızda, güneşin kolları antik taşlara dokunmaya başlamıştı. Rüzgar hızla esiyor, tozu dumana katıp antik kentin üstünü sapsarı bir büyü ile kapatıyordu. Çölün gelini, sanki tülünü yüzüne örtmüştü. Sonsuz aşkı güneş, o tülü kaldıracak ve güzelliğini yeniden tüm çıplaklığı ile sergileyecekti. Öyle de oldu.
"Orada, o anda hissettiklerimin henüz bir tarifi yok..."
Savaş ve Yıkım
Palmira Suriye Savaşı sırasında 2015 yılında IŞİD'in eline geçti. Kentin büyük bir bölümü IŞİD militanları tarafından tahrip edildi. Baal Tapınağı ve Zafer Takı gibi eşsiz yapılar havaya uçuruldu. Antik tiyatroda Suriye askerleri infaz edildi. Yaklaşık iki yıl sonra kent yeniden dönemin Suriye hükümeti tarafından kontrol altına alındı. Ardından Rus şef Valery Gergiev yönetiminde Antik Tiyatro'da bir klasik müzik konseri verildi.
Arkeolog Halid Esad - 6
Palmira’da yaşanan ağır yıkım, sadece taşların, duvarların, tapınakların yitip gitmesi değildi. Bu yüzden bu yazıda önemli bir ismi de anmak istedim: Halid Esad... Palmira Müzesi’nin uzun yıllar müdürlüğünü yapan Suriyeli arkeolog Halid Esad, IŞİD tarafından katledildi. 82 yaşındaki Esad, kentin hazinelerini sakladığı yeri söylemeyi reddettiği için başı kesilerek öldürüldü. Halid Esad, tarihe ve en önemlisi insanlığa olan sadakatiyle bence daima saygıyla anılmayı hak ediyor.
Bir Gün Belki Yeniden
Bu yazıyla birlikte, "14 Yıl Önceki Suriye’de Yolculuk” başlıklı serimin de nihayet sonuna geldim. Suriye, benim için daima bir masal ülkesi olarak kalacak. Hafızamda hep savaştan önceki haliyle, palmiyelerle çevrili yollarıyla, gülümseyen insanları, güvenli şehirleri, çoğulcu ve rengarenk sosyal yapısı ve zengin kültürel mirasını simgeleyen kadim yapılarıyla yaşayacak.
Bir gün yeniden gider miyim, bilemiyorum. Ama "bir gün, belki yeniden" diyerek bu hikayeyi burada sonlandırıyorum.
Teşekkürler Dünya!
Not: Kendi çektiğim Palmira fotoğraf ve videolarımın bulunduğu klasörü maalesef kaybettim. :(
Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı'nın (ÇEKÜL) Amasra Temsilciliği tarafından düzenlenen 'Amasra Sohbetleri'nin üçüncüsü Özgün Otel Salonu'nda gerçekleştirildi. Etkinlikte Amasra'daki kazı çalışmaları ile ilgili sunum yapan Amastris Kazıları Başkanı Prof. Dr. Fatma Bağdatlı Çam, keşfedilen stoa yapılarının ayağa kaldırılarak antik kentin bir ören yeri haline getirilmesi için çalışılacağını ve ilerleyen dönemde kentin turizme kazandırılacağını müjdeledi. Ayrıca etkinlikte bugüne kadar Amasra hakkında en kapsamlı çalışmalara imza atmış bir isim olan ve geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılan Türkiye'nin en önemli tarihçilerinden Necdet Sakaoğlu da saygıyla anıldı.
Prof. Dr. Fatma Bağdatlı Çam
Amasra Sohbetleri'nin üçüncüsü ÇEKÜL Vakfı Amasra Temsilciliğinin ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Etkinliğin açılış konuşmasını ÇEKÜL Vakfı Amasra Temsilcisi Hüseyin Çoban yaptı. İlk olarak 'Amasra'nın Hafızası' olarak nitelendirilen ve geçtiğimiz günlerde aramızda ayrılan tarihçi Necdet Sakaoğlu saygı ve rahmetle anıldı. Sakaoğlu'nun kent belleğine yaptığı önemli katkıların yanı sıra yayınladığı tüm eserleri ve ölümünden hemen önceki son çalışmaları hakkında bilgiler verildi. Ayrıca değerli tarihçinin fotoğraf ve videolarıyla hazırlanan bir projeksiyon gösterimi gerçekleştirilerek, Sakaoğlu'nun Amasra'ya dair bir anısını kendi sesinden anlattığı kısa bir film izletildi. İçerisinde Sakaoğlu'nun eserleri ile Amasra hakkında yazılmış diğer önemli yayınların da sergilenebileceği yeni bir kent müzesi kitaplığına ihtiyaç duyulduğu vurgulandı.
Etkinliğin ikinci bölümünde ise Prof Dr. Fatma Bağdatlı Çam söz aldı ve Amasra Antik Kenti kazı çalışmaları ile ilgili oldukça detaylı ve bilgilendirici bir sunum yaptı. Katılımcıları Amasra'nın tarihi ile ilgili kronolojik bir yolculuğa çıkaran Prof. Dr. Çam, yüzey araştırmalarının sürdüğünü ve önümüzdeki yılın başlarında bugüne dek elde edilen bulguları içeren yeni bir kitabın yayınlanacağını açıkladı.
Prof. Dr. Fatma Bağdatlı Çam Amasra'da tarihin tüm katmanlarını içerisinde taşıyan bir yaşamın sürdürüldüğüne dikkat çekerek kentin adeta bir tarih laboratuvarına benzediğini ifade etti. 'Önümüzdeki dönemde Amasra'da bir Roma kentinin ayağa kalktığını göreceğiz' şeklinde değerlendirmede bulunan Prof. Dr. Çam, bu kapsamda kazı alanında parçalı halde bulunan stoa yapılarının(1) yeniden ayağa kaldırılacağını ve kent turizmine kazandırılacağını müjdeledi. Prof. Dr. Çam vadinin iç kısmında bu kadar iyi korunmuş antik dokunun başka hiçbir kentte bulunmadığına dikkat çekti. İleride Efes Antik Kenti uygulamalarına benzer şekilde Amastris içerisinde dolaşabileceğimizi açıklayan Prof. Dr. Çam kente sadece bunun için gelecek tarih meraklısı yeni bir turist profilinin de oluşacağından bahsetti. Ayrıca ilerleyen dönemlerde Amasra'nın UNESCO Kültür Mirası Listesi'ne alınmasının hedeflendiğini de açıkladı.
Stoa yapılar
Amastris Antik Kenti Kazıları Başkanı Prof. Dr. Fatma Bağdatlı Çam sürdürülen kazı çalışmaları ile ilgili olarak hayata geçirilmesi planlanan beş yeni projeyi katılımcılarla paylaştı.
Buna göre ilk olarak stoa yapıları ayağa kaldırılacak. Antik kentin günümüze yansıyan önemli bir bölümü özellikle kültür tarihine meraklı turistler için bir cazibe merkezi haline getirilecek. Bunun yanında Bedesten- Roma Hamamı ziyarete açılacak. Amasra Kalesi'nin iç kısmında bulunan Ceneviz Şatosu'nda kazı çalışmalarına başlanacak. Yine Amasra Kalesi'ne gelen turistlerin kentin binlerce yıllık görkemli tarihi ile adeta büyüleneceği yeni bir müze projesi hayata geçirilecek. Boztepe'de izlerine rastlanan tapınak alanında çalışmalar yapılacak. Ve son yıllarda sel ve su taşkınları ile sık sık gündeme gelen Horhor Deresi ıslah çalışmalarına tarihi dokunun korunması adına katkıda bulunulacak.
Amasra Belediye Başkanı Recai Çakır da sunumun ardından yaptığı açıklama ile kentin koruma amaçlı imar planından bahsetti. Kentteki restorasyon çalışmalarının ve kamulaştırmaların işleyişi hakkında bilgi veren Başkan Çakır, antik Amasra'nın Prof. Dr. Fatma Bağdatlı Çam ve ekibinin değerli çalışmaları ile gün yüzüne çıkarılmasının önemini vurgulayarak, "Amasra'ya hep birlikte sahip çıkalım" sözleriyle konuşmasını noktaladı.
Soldan sağa: Amasra Belediye Başkanı Recai Çakır, ÇEKÜL Vakfı Amasra Temsilcisi Hüseyin Çoban, Prof. Dr. Fatma Bağdatlı Çam
Açıklama:
(1) Stoa:Antik çağ kentlerinde, halkın özellikle güneş ve yağmurdan korundukları ve dinlendikleri, uzun kenarlarından biri duvar ya da dükkan sırasıyla bir sokağa ya da meydana açılan, önünde bir sütun dizisi bulunan, üstü örtülü, tek ya da iki katlı yapı türüdür.