Palmira etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Palmira etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Nisan 2025 Pazar

14 YIL ÖNCEKİ SURİYE'DE YOLCULUK(4): ÇÖLÜN GELİNİ GÖZLERİNİ YUMUNCA

Kalabalık ve telaşlı koşuşturmacaların olduğu bir otogardayız. Elimde kargacık burgacık Arapça el yazısıyla doldurulmuş bir otobüs bileti var. "Tedmur" diye sesleniyor biri az önce perona yaklaşan otobüsü göstererek. Evet, Tedmur'a diğer adıyla Palmira Antik Kenti'ne gideceğiz. Yanımda bir rahip beliriyor aniden; simsiyah cübbesi ve boynunda asılı kocaman bir haç var. Sanki kutsal yolculuğuna hazırlanan bir inananım ve o da bana rehberlik edecekmiş gibi. Gülümsüyor. Bileti gösteriyorum, koltuk numaramızı soruyorum. “Numara yazmıyor, istediğiniz yere oturun" diye cevap veriyor rahip ve elindeki kahverengi eski bir bavulla birden gözden kayboluyor. Şam'da hava çok sıcak ve sanırım sapsarı görüntülerle bir gündüz rüyası görüyorum. Az sonra bineceğimiz otobüsün kapısında dikilen biriyle göz göze geliyoruz. Polis merkezini işaret ediyor. Biraz endişeyle işaret ettiği yere gidiyoruz. Sessizce bilete mühür basıyor polis. Ne bir kelime ne de bir bakış... Sadece elinde bir sigara ve başında masmavi bir duman. Geçiyoruz otobüse. Yolculuk başlıyor. Rotamız: Suriye Çölü

1



Şam'a Veda

Şam'ı artık arkamızda bıraktık. Çöle doğru uzanan bir otoyoldayız. Otobüste hoşgeldiniz ikramı olarak mırra servisi yapılıyor. Yolculuk beklediğimizden daha konforlu. 37 ekran bir televizyon otobüsün tavanına monte edilmiş. Ekranda Arap sinemasından eski bir film dönmeye başlıyor. Otobüsün camından dışarıya bakıyorum bir süre. Adeta hiçliğin ortasındayız. Deyr-ez Zor ve Bağdat tabelaları gözüme çarpıyor. Vahada bitecek bir yolculuk bu. Pusulamız Dolunay, yolumuz çöl.

"Bağdat Cafe... Orada, Duruyor mu Hala?"

Şam ile Palmira yolu üzerinde, adı Bulutsuzluk Özlemi'nin efsane güzel şarkısıyla hafızalara kazımış olan Bağdat Cafe’den geçtik. Keşke biraz mola verebilseydik orada...Ancak bu kadar yakınından geçmek bile beni çok mutlu hissettirmişti. Bu kafeden bu yazıda size kısaca bahsetmem gerekiyor. 

2

Bağdat kafe bir zamanlar Suriye’nin dünyaya açılmaya çalıştığı dönemde, özellikle Avrupalı sırt çantalı gezginlerin vazgeçilmez duraklarından biriymiş. Kafenin kendine has atmosferi ise adeta çölde bir serap; salaş ama sevimli, çölün ortasında susuzluğunuzu giderip, gece konakladığınızda çölün büyülü rüyalarına dalabildiğiniz, müzikleriyle insanı bambaşka bir boyuta taşıyan Ortadoğu'da bir hippi mekanı düşünün. Kafenin playlistinde Pink Floyd’dan Bob Dylan’a kadar pek çok efsane ismin şarkıları çalıyormuş. 

3


Bugün ise Bağdat Cafe -eğer yanlış bir bilgiye sahip değilsem- kelimenin tam anlamıyla bir enkaz ve moloz yığınından ibaret. Savaşın acımasız ve sert yüzünden nasibini almış. Bir zamanların şehirlerden uzak, özgürlük dolu, masalsı kafesinden artık eser yok. Kafenin eski güzel günleri çöl rüzgarıyla yükselen toz bulutlarının uğultulu bir ağıtına dönüşmüş durumda.

Biz Geldik, Uyan Zenobia!

Yaklaşık beş saat süren çöl yolculuğunun ardından, otobüsümüz bir dinlenme tesisinde duruyor. Bavullarımız indiriliyor, muavin "Bye bye!" diyerek otobüsün kapısından içeriye atlıyor. Otobüs, son durağı olan Deyr-ez Zor yönünde tekrar yola koyulurken, biz olan biteni biraz şaşkınlık, biraz da merakla izliyoruz.

Tam o sırada, yöresel Arap kıyafetleri içinde, iri yapılı bir adam yaklaşıyor. “Mafi müşkül” diyor ve oturmamız için boş bir masayı işaret ediyor. Etrafa bakınıyor, İngilizce bilen birilerini arıyoruz ama kimseyi bulamıyoruz. Derken masamıza lavaş arasında peynirli Suriye usulü bir tost ve meyve suyu getiriliyor. “ E madem yiyelim beklerken, ne olacak göreceğiz" diyoruz.


4

Bekleyiş fazla uzun sürmüyor. Kısa bir süre sonra, lacivert bir Mazda yavaşça tesisin önünde duruyor. İçinden inen biri, akıcı bir İngilizceyle bize "Hoşgeldiniz" diyor. Adı Ahmet Al-Saleh. Palmira’da kalacağımız otelin sahibi ve bu süreçte bize rehberlik edeceğini söylüyor. Kim bu adamı ayarladı ve ne zaman bize yönlendirdi hatırlayamıyorum. "Buranın otel mafyası bu adam herhalde" diyerek kendi aramızda espri yaptığımızı ise iyi hatırlıyorum.

Kısa bir yolculuğun ardından otele varıyoruz. Güneş çoktan batmış, karanlık çökmüş durumda. Ama odanın penceresinden dışarıya baktığımızda, gördüğümüz manzara karşısında kelimeler yetersiz kalıyor. Palmiyelerin arasında adeta bir masal prensesi gibi Palmira Antik Kenti uzanıyor. Ve tam karşımızda, bir dağın üzerine sanki sihirli bir el tarafından yerleştirilmiş gibi duran sarı ışıklarla parlayan Palmira Kalesi.

Hiç kimse bilemezdi; bu görkemli kalenin birkaç ay sonra başlayacak bir savaşta yeniden bir askeri savunma mevzisine dönüşeceğini. Duvarlarının modern zaman bombalarıyla tahribata uğrayıp delik deşik olacağını. Biz sadece o anda, bir Ortadoğu masalının sayfalarında gezinen ve yaptığı işten mutluluk duyan hikaye avcıları gibiydik. Ve pencereden bakarken dilimizden şu cümle dökülüvermişti:

"Biz geldik, uyan Zenobia"

Çölün Gelini: Palmira Antik Kenti

Akşam yemeği için otelin sahibi Ahmet Al-Saleh, bizi yeniden arabasına alarak, palmiyelerle çevrili bir vahaya götürdü. Mekan oldukça salaştı ama bir o kadar da otantikti. Yerde kırmızı bir kilim seriliydi ve üzerine yer sofrası kurulmuştu. Yemekte, oldukça tuzlu ve safranlı bir pilavla birlikte servis edilen tavuk yemeği vardı. Yemeğimizi afiyetle yedikten sonra ikram edilen çayı içerken tüttürdüğümüz Suriye sigaraları ile geceyi mavi bir dumana boğduk. Tam o sırada eski bir divandan dönüştürülmüş hamak gözüme çarptı. Hamağa uzanıp, palmiyelerin arasından yıldızlara doğru bakarken, kendimi bir rüyanın içinde gibi hissettim.


5


Mekanın sahibi bir ara yanımıza geldi. Elinde sayfaları yıpranmış bir defter vardı. Buranın misafir defteriymiş ve ağırladığı yabancı konukların bıraktığı notlarla doluydu. "Bir şeyler yazmak ister misiniz?" diye sordu. Elbette dedim ve kalemini rica ettim. O an hissettiklerimi şöyle not ettiğimi hatırlıyorum:

“Suriye'de bir rüyadan, bir masaldan geçiyoruz sanki... İnsanlar çok misafirperver ve samimi bir şekilde gülümsüyorlar. Bu topraklarda nereye gitsek el üstünde karşılandık."

Yalın ayak, kilimlerin üzerinde biraz daha zaman geçirip sohbet ettik. Gece ilerlemeden otele geri döndük. Çünkü bizi gece yarısı başlayacak bir keşif yolculuğu bekliyordu. Palmira’yı, Çölün Gelini’ni gezecektik. Ağustos sıcağında, gündüz vakti, antik kenti adım adım dolaşmak neredeyse imkansızdı. 


Palmira, antik çağlarda “Çölün Gelini” olarak anılan, Suriye'nin kalbinde yer alan bir ticaret ve kültür merkeziydi. Mezopotamya ile Akdeniz dünyası arasında bir kavşak noktası olan kent, M.Ö. 1. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu'nun en önemli doğu kentlerinden biri haline geldi. Palmira’nın en çok bilinen ve efsaneleşmiş figürü hiç kuşkusuz Kraliçe Zenobia. 3. yüzyılda hüküm süren Zenobia, güzelliği, zekâsı ve askeri dehasıyla tanınıyor. Roma İmparatorluğu'nun doğusundaki topraklara karşı başlattığı bağımsızlık mücadelesiyle adını tarihe kazıyan Zenobia. Mısır’dan Anadolu’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada egemenlik kurmayı başarmış, ancak Roma İmparatoru Aurelian tarafından esir edilmiş.

Zenobia Uyanıyor

Sabah 04.00'te başladı antik kentteki yürüyüşümüz. Güneş henüz doğmamıştı. Antik kent sarı ışıklarıyla çölün ortasında düğün yeri gibi parlıyordu. Bizim gibi erkenci Avrupalı turistler de ellerinde fotoğraf makineleri bu anları ölümsüzleştirmeye çalışıyordu. Bu serinin en başında bahsettiğim gibi telefonlarımız bugünkü gibi güçlü kameralarla donatılmamıştı henüz. Fotoğraf makinemin deklanşörüne her basışımda yıllar sonra kaybolacak ama hafızamda capcanlı şekilde hep yaşayacak o olağanüstü kareleri yakalamaya çalışıyordum.

Zafer Takı, Baal Tapınağı, Antik Tiyatro,  sütunlar, caddeler, mezar kuleleri ve nekropol alanı... Hepsini adım adım, tek tek gezdik. Saat hızla ilerledi ve güneşin doğuşuna tanıklık etmek için Palmira Kalesi'ne doğru tırmanışa geçtik. 

Yürüyüş boyunca, başımızda esen çöl rüzgarı kulağıma hiç duymadığım bir şarkının melodilerini fısıldadı. Derken o melodiye sözler eşlik etti. Palmira’nın ilham verici güzelliği içimde bir şarkıya dönüştü. Belki bir gün herkesle paylaşırım:)  Belki sadece Palmira ile benim aramda kalır.:)

Palmira Kalesi'ne ulaştığımızda, güneşin kolları antik taşlara dokunmaya başlamıştı.  Rüzgar hızla esiyor, tozu dumana katıp antik kentin üstünü sapsarı bir büyü ile kapatıyordu. Çölün gelini, sanki tülünü yüzüne örtmüştü. Sonsuz aşkı güneş, o tülü kaldıracak ve güzelliğini yeniden tüm çıplaklığı ile sergileyecekti. Öyle de oldu. 

"Orada, o anda hissettiklerimin henüz bir tarifi yok..."

Savaş ve Yıkım

Palmira Suriye Savaşı sırasında 2015 yılında IŞİD'in eline geçti. Kentin büyük bir bölümü IŞİD militanları tarafından tahrip edildi. Baal Tapınağı ve Zafer Takı gibi eşsiz yapılar havaya uçuruldu. Antik tiyatroda Suriye askerleri infaz edildi. Yaklaşık iki yıl sonra kent yeniden dönemin Suriye hükümeti tarafından kontrol altına alındı. Ardından Rus şef Valery Gergiev yönetiminde Antik Tiyatro'da bir klasik müzik konseri verildi.


Arkeolog Halid Esad - 6


Palmira’da yaşanan ağır yıkım, sadece taşların, duvarların, tapınakların yitip gitmesi değildi. Bu yüzden bu yazıda önemli bir ismi de anmak istedim: Halid Esad... Palmira Müzesi’nin uzun yıllar müdürlüğünü yapan Suriyeli arkeolog Halid Esad, IŞİD tarafından katledildi. 82 yaşındaki Esad, kentin hazinelerini sakladığı yeri söylemeyi reddettiği için başı kesilerek öldürüldü. Halid Esad, tarihe ve en önemlisi insanlığa olan sadakatiyle bence daima saygıyla anılmayı hak ediyor.

Bir Gün Belki Yeniden

Bu yazıyla birlikte, "14 Yıl Önceki Suriye’de Yolculuk” başlıklı serimin de nihayet sonuna geldim. Suriye, benim için daima bir masal ülkesi olarak kalacak. Hafızamda hep savaştan önceki haliyle, palmiyelerle çevrili yollarıyla, gülümseyen insanları, güvenli şehirleri,  çoğulcu ve rengarenk sosyal yapısı ve zengin kültürel mirasını simgeleyen kadim yapılarıyla yaşayacak.

Bir gün yeniden gider miyim, bilemiyorum. Ama "bir gün, belki yeniden" diyerek bu hikayeyi burada sonlandırıyorum.



Teşekkürler Dünya!






Not: Kendi çektiğim Palmira fotoğraf ve videolarımın bulunduğu klasörü maalesef kaybettim. :(  




Kaynak:

https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/05/160505_palmira_konser

https://en.wikipedia.org/wiki/Palmyra

https://anlatilaninotesi.com.tr/keyword_Palmira_antik_kenti/

Fotoğraf:

https://www.thoughtco.com/ancient-ruins-in-palmyra-syria-3996122 (1)

https://www.lookphotos.com/en/images/70480154-Syria-October-November-2010-Bagdad-caf%C3%A9-on-the-road-between-Palmyra-and-Damascus (2)

https://www.tripadvisor.com.tr/LocationPhotoDirectLink-g297902-d1887556-i457174314-Bagdad_Cafe_66-Palmyra_Homs_Governorate.html (3)

https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/daes-palmirada-tarihi-tapinagi-yikti/15771 (4)

https://www.euronews.com/culture/2025/02/17/experts-call-for-restoration-of-syrias-heritage-sites-including-the-roman-ruins-at-palmyra (5)

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-55982456 (6)










KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli b...