amasra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
amasra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Haziran 2025 Perşembe

BİZİM BÜYÜK BULUŞMAMIZ: AMASRA'DA KİTAP VE MÜZİK DOLU BİR AKŞAM

Kitap dostlarını bir araya getiren 'Kitap Kardeşliği Bartın Topluluğu', altıncı buluşmasını mavi ile yeşilin buluştuğu Amasra'da gerçekleştirdi. Bu ayki buluşmada, Çağdaş Türk Edebiyatı’nın özgün kalemlerinden Barış Bıçakçı’nın "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" adlı romanını değerlendiren topluluk üyeleri, romanla aynı adı taşıyan filmin bazı sahnelerinin de çekildiği Karadeniz'in incisi tarihi Amasra kentinde, denizin kıyısındaki Sesamos Cafe'de bir araya geldi. Topluluk üyeleri, romanın oldukça dikkat çeken samimi ve duygusal dili, karakterlerin iç dünyasındaki ikilemleri ve dostluk teması etrafında şekillenen anlatısını tartışırken, aynı zamanda Barış Bıçakçı’nın edebi üslubunun şiirselliği üzerine derinlikli bir sohbet gerçekleştirdi. Ayrıca bu ayki buluşmada, "Sisli Puslu Evler" adlı romanıyla edebiyat dünyasına merhaba diyen değerli yazar Zeynep Horuzoğlu konuk oldu. Katılımcılar, yazarın kişisel hikayesini ve romanın yazım sürecini bizzat kendisinden dinleme fırsatı buldu.



Elif Günbey Vural'ın moderatörlüğünde gerçekleşen 'Amasra Buluşması'nda, Barış Bıçakçı’nın 2004 yılında yayımlanan romanı "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" tüm edebi yönleriyle ele alındı.




Topluluk üyeleri; dostluktan şiirlere, aşktan mevsimlere, anılardan Ankara’ya kadar uzanan kişisel hikayelerle örülü roman değerlendirmelerini, duvarlarına denizin kokusu ve tarihin izleri sinmiş, edebiyatın büyüsüyle ilham veren Amasra’da keyifli bir akşam eşliğinde paylaştı.



Katılımcılar, yazarın kelimelerle kurduğu sakin ve duygu yüklü bir dünyada dolaşırken; geç kalmanın, yaşanması mümkünken yaşamamayı tercih etmenin ve aşk ile dostluk arasında sıkışan seçimlerin çaresizliğini tartıştılar.



Sohbetin ikinci bölümünde ise topluluk üyeleri, konuk yazar Zeynep Horuzoğlu ile tanışma fırsatı buldu. Yazar, ilk romanı olan "Sisli Puslu Evler" i tanıtarak, kişisel hikayesini, yazım sürecini, romanın yayımlanma sürecindeki zorlukları ve yıllara yayılan emeğini samimiyet ve içtenlikle paylaştı. Kitabı edinmiş olan okuyucular da yazar Horuzoğlu’nun ilk roman heyecanına ortak olarak kitaplarını imzalatma fırsatı buldu.



Edebiyat dolu bir sohbetin sonunda ise katılımcılar, gitar tınıları ve şarkılar eşliğinde keyifli anlar paylaşarak unutulmaz bir buluşmanın daha keyfini yaşadı.




Kitap Kardeşliği Bartın üyeleri, bir sonraki kitap buluşmalarını 26 Haziran tarihinde Bartın’da gerçekleştirmek üzere sözleşti. Katılımcılar, Haziran ayı buluşmasında Rus Klasikleri deyince akla ilk gelen isimlerden Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin 'Beyaz Geceler' adlı romanını Müge Bayraktar'ın moderatörlüğünde konuşacak.




4 Mayıs 2025 Pazar

ANADOLU'DA TEK: KUŞ KAYASI YOL ANITI

Amasra Tüneli açıldığından bu yana Bartın ile Amasra’yı birbirine bağlayan eski yol sessizce unutuldu. Kazpınarı Köyü’nün içinden geçip tarihi Kuş Kayası Yol Anıtı’nın yanından kıvrılarak devam eden bu güzergah, yıllarca Amasra’ya ulaşmanın en doğal, en yeşil ve aslında tek yoluydu. Virajları ve engebeleriyle meşhur olan bu yol, köylerin arasından, bahçe ve tarlaların kıyısından geçerken sunduğu manzaralarla herkesin hafızasında iz bırakmıştı. Geçtiğimiz hafta sonu, çok uzun bir aradan sonra bu eski yola yeniden saptık. Eskiden yolumuzu kahverengi Amasra tabelası gösterirdi, şimdi ise o tabela yalnızca yeni yol için, mavi renkte yön gösteriyor. Eski yolun girişinde ise artık sadece kahverengi Kuş Kayası Yol Anıtı tabelası göze çarpıyor. Biz de direksiyonu Yol Anıtı’na doğru kırdık ve ilginç izlenimlerle günü noktaladık.




Kaderine Terk Edilmiş Bir Yol

Eskiden de dar ve zorlu olan bu yol, şimdi adeta kaderine terk edilmiş durumda... Asfalt neredeyse tamamen bakımsız ve yeni doğal gaz hattının geçtiği yerlerde oluşan çukurlar yüzünden araç içinde savrulmamak imkansız. Yolda rastladığımız araç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Minibüslerin ara durak olarak kullandıkları ve önlerinde yolcu indirip bindirdikleri köy kahvehanelerinin ise kapısına çoktan kilit vurulmuş. 




Doğa ise hala zarif ve cömert; bu dar yolun sağından ve solundan sizi tüm güzelliğiyle kuşatıyor. Manzara gerçekten etkileyici ama artık bu yoldan gitmek eskisinden çok daha zahmetli. Kuş Kayası gibi eşsiz bir tarihi anıtın ve yemyeşil doğanın içinden geçen bu güzergahın tamamen unutulması gerçekten üzücü... İster istemez akıllara "Neden bu yol, alternatif yeşil bir rota olarak yeniden düzenlenip canlandırılmıyor?" sorusu düşüyor. Üstelik bu yol, yalnızca bizim gibi nostalji sevenler için değil, çevresindeki köylerde yaşayanların daha rahat ulaşımı için de büyük bir önem taşıyor.



Küçük Bir Çay Bahçesi ve Park Alanı

Kuş Kayası Yol Anıtı'na çıkan merdivenlerin bulunduğu alanın karşısında aracınızı park edebileceğiniz çok kısa ve dar bir cep vardı eskiden. Şimdi ise burada bir çay bahçesinin tahtadan yapılmış masa ve sandalyeleri deniz manzarasına doğru dizilmiş. Çay bahçesi  yaz sezonunda hizmet veriyor ki şimdilik ortalıkta kimsecikler yok. Araç parkı için de bu alan biraz daha genişletilmiş ve birkaç aracın yan yana park edebileceği bir hale getirilmiş. 



Ahşap Merdivenlerden Doğanın Kalbine Giderken

Yolun karşısına geçip Kuş Kayası'nın ahşap merdivenlerine doğru yöneliyoruz. Olağanüstü güzellikteki rengarenk çiçeklerin ve yeşilin bin bir tonunu üzerine giyinmiş ağaçların arasından adım adım çıkmaya başlıyoruz. Her basamakta doğanın büyüsüne kapılmamak imkansız. Bu yüzden fotoğraf çekmek için sık sık duraklıyoruz. Merdivenler oldukça dik bir yamaca kurulmuş.






Bu nedenle çıkış esnasında kısa molalar vermek için yapılmış birkaç dinlenme alanı bulunuyor. Ancak, yola yakın olan bu alanların bir kısmı heyelan ve çökme tehlikesi nedeniyle kapatılmış durumda. Üzerlerinde tehlike uyarı yazıları yer alan güvenlik bariyerleri mevcut ama doğrusu pek caydırıcı bir etki bırakmıyor. Neyse ki merdivenlerin kendisinde şimdilik bir sorun görünmüyor. Her adımda biraz daha yükselirken hem etrafımızın sessizliği hem de doğanın büyüleyen güzelliği insanda hayranlık uyandırıyor.




Kuş Kayası Yol Anıtı'nda Zamanın İzleri

Amasra’ya dört kilometre mesafede, kelimenin tam anlamıyla doğanın koynuna gizlenmiş bu etkileyici anıta ulaşıyoruz. Üç bin yıllık tarihi geçmişe tanıklık eden bu yapı, Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Claudius adına Gaius Julius Aguilla tarafından M.S. 41–54 yılları arasında yaptırılmış. Anadolu’da benzeri olmadığı bilinen bu anıt; kayalara oyulmuş insan figürlü başsız bir heykel, hakimiyeti simgeleyen bir Roma kartal figürü ve iki kitabeden oluşuyor.




Buraya vardığımızda, ister istemez binlerce yıl öncesini hayal ediyoruz. Nereden geldik, nereye gidiyoruz; bu kayalardaki kabartmaların yapıldığı o anı, artık yerinde olmayan çeşmeyi ve heykellerin ilk hallerini merak ediyoruz. Tüm bu düşünceler, çektiğimiz birbirinden güzel fotoğraflarla birlikte binlerce yıl sonrasına aktarılacak yeni sorularla harmanlanıyor.


Kitabelerde “Devletlerarası barış ve dostluk adına ve İmparator Germanicus’un hakimiyeti anısına, Gaius Julıus Aquila dağı yardı ve bu dinlenme yerini kendi özel ödeneği ile yaptırdı” ibaresi bulunuyor.




Anıtın önünden geçen ve zamanında atılmış her bir adımı tarihi bir sırla mühürleyen taşların oluşturduğu Roma Yolu, yaklaşık 1 kilometre aşağıda Cevizlik Vadisi'nde yer alan Kemerdere Köprüsü'ne kadar uzanıyor.



Heykellerin ve figürlerin yanından ayrılıp, kayaların üzerinden akan suların sesini takip ediyoruz. Tarihi yoldan günümüze kalan kısımlarda, yemyeşil ağaçların dallarıyla kaplı bir gökyüzü altında, ilginç kaya biçimlerinin bulunduğu bir alana ulaşıyoruz. Buradan sonrası tehlike arz ettiğinden daha fazla ilerlemeden geri dönüyoruz. Yaprakların arasından süzülen güneş ışıkları eşliğinde bir parça deniz, bir parça mavi bize gülümsüyor. Ancak kayaların arasında gözümüze çarpan çöp ve atıklar keyfimizi kaçırıyor. İçimden, “Bu coğrafyada bu güzelliği hak etmeyen insanlar yaşıyor” demekten kendimi alamıyorum.




Doğanın rengine uyum sağlayan o zarif ahşap merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başlıyoruz. Birden, Yol Anıtı'nın heykel ve figürlerinin yüzyıllardır seyrine doyamadığı o deniz manzarasına gitmek geliyor içimizden. "Hadi!" diyoruz ve adım adım yol kenarına kadar iniyoruz. Merdivenlerden inerken zihnimizde yeni bir rota oluşuyor; arkamızda sessiz ve masalsı bir ormanın içinden geçen o tarihi yoldan Amasra’ya ya da denize doğru yürüyebilmenin hayali peşimizi bırakmıyor.

Asker Suyu’ndan Bakacak ve Tarlaağzı’na

Bir zamanlar en güzel Amasra manzarası fotoğraflarının çekildiği, küçük bir pazarın kurulduğu ve şimdilerde kimselerin uğramadığı Bakacak'ta bir süre duraklıyoruz. Ondan önce, aynı yol güzergahında bulunan ve bir zamanların meşhur Asker Suyu Çeşmesi'ne bir selam veriyoruz. Asker Suyu, 1980'li yılların sonunda Amasra Taş Kömürleri İşletmesi'nin kömür çıkarma faaliyetlerinden nasibini almış ve su kaynağı yer altının derinliklerinde kaybolmuş...




Ana yoldan ayrılıp 5 kilometre mesafede Tarlaağzı Limanı'na giden yolda ilerliyoruz. Solumuzda yemyeşil ekili bahçeler ve ormanlık alana doğru uzanan engebeli araziler; sağımızda ise deniz manzaralı evler ile son yıllarda artış gösteren turistik faaliyetlerin etkisiyle ortaya çıkan bungalov oteller ve teraslar sıralanıyor. Parke taşlı yolda ulaşım oldukça rahat. Rahat olmasının nedeni ise hemen yakında, doğanın bağrına saplanmış kırmızı bir hançer gibi yükselen kulesiyle HEMA'ya (Hattat Enerji ve Maden A.Ş.) ait maden tesisinin bu bölgede faaliyet göstermesi...




Yakın zamanda yenilenen Tarlaağzı Limanı'na varıyoruz. Burası özellikle Amasra ve çevresindeki kalabalıktan kaçanlar için alternatif bir denize girme noktası. Liman içi, yaz aylarında belirli bir yoğunluğa ulaşsa da şu günlerde sakinlik arayanlar için ideal bir durak. Olta atmak isteyenler, limanı çevreleyen beton zemine masa ve sandalyelerini kurup manzaranın keyfini çıkarıyor. 




Limanda sıralanmış balıkçı tekneleri ve barınaklar ise gelecek av sezonunu beklemek üzere dinlenmeye çekilmiş durumda. Tarlaağzı Limanı'nın hemen dışında bir kum plaj yer alıyor. Bu doğal oluşumun bir kısmı çeşitli müdahaleler nedeniyle bozulmuş olsa da sessizliği ve huzurlu kıyı ortamını arayanlar için hala cazip.






Doğa Alarm Veriyor

Uzun sayılabilecek ve yer yer taşlarla kaplı plajda yürüyüş yapmak oldukça keyifli olsa da, doğal oluşumların ve ilginç şekillerdeki kayalıkların bulunduğu bu sessiz koydaki çöp ve atıkların varlığı bir o kadar moral bozucu... Dalgaların kıyıya vurduğu atıklar ve bu küçük koyla buluşan derenin kirliliği, yalnızca ilgili kurumların değil, aynı zamanda yörede yaşayanların ve özellikle yaz aylarında gelen ziyaretçilerin duyarlılığıyla çözülebilecek bir sorun. Bu güzel coğrafyadaki çöp ve atık sorunu geçmiş yıllara nazaran gözle görülür derecede artış göstermiş durumda. Asıl beka meselesinin bu olduğuna dikkat çekecek bir farkındalık geliştirilmesi ve geniş kapsamlı bir sosyal sorumluluk seferberliği başlatılması şart gibi görünüyor.





Acil Eylem Şart

Tarlaağzı Plajı’ndan ayrılıp aynı yoldan geri dönmeye başlıyoruz. Bu kez son durağımız olan Gömü Köyü yönüne doğru sapacağız. Köy, geçtiğimiz yıllarda halkın büyük tepkisi sonucu durdurulan termik santral projesi sırasında kesilen zeytin ağaçlarıyla gündeme gelmişti. Tertemiz sokakları ve mis gibi havasıyla batı yönünden Amasra'ya yaklaşanlara adeta bir müjde gibi karşılık veriyor. Köyün yakınlarında, yaya olarak ulaşılabilen ve kamp alanı da bulunan Siyah İnci Plajı yer alıyor. Biz ise bu kez plaja inmeyi başka bir güne erteleyip köyün içinde biraz turladıktan sonra buradan ayrılıyoruz.







Kuş Kayası Yol Anıtı ile başlayıp Gömü Köyü’nde sonlandırdığımız bu kısa hafta sonu turunda, hem tarihle hem de doğayla iç içe olmanın heyecanını ve mutluluğunu yaşadık. Ancak bir yandan da çevre kirliliğinin ulaştığı tehlikeli boyutları tüm çıplaklığıyla gözlemledik. Son söz: Bu doğal güzellikleri kirletip kaybetmenin bir telafisi yok! Acil eylem şart.



Teşekkürler Dünya! 





23 Aralık 2024 Pazartesi

FIRTINADA DENİZE DOĞRU

Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nden Bartın için kuvvetli sağanak yağış ve fırtına uyarısının yapıldığı bir pazar günü sabahına uyandık. Evden çıktığımızda etrafta fırtına öncesi sessizlik hakimdi. Yağmur hafiften çiselemeye başlamıştı. Hava soğuktu ancak yeni rotamız için içimizi ısıtan o heyecanla durağa kadar yürüdük. Yola çıktığımızda Amasra tarafından kapkara bulutlar üstümüze üstümüze geliyordu ya da biz onlara doğru gidiyorduk. Biraz sonra ıssız ormanın derinliklerinde çamurlara bulanıp şelalelerin böldüğü sis çökmüş köy yollarına varacaktık. Bu hikaye her zaman güneş açmaz. Gümüş renkli yağmurlu bir günde yürümeyi herkes sevmez. Giydiği botun tabanı düşer de bu yola revan olan durmaz. Rüzgarın çaldığı ıslığı dinleyenin aklında hiçbir soru kalmaz. Tepede bir bankın üzerinde uzanıp gökyüzüne bakarken kurduğun hayallerini bile ıslatan bu yağmur her zaman yağmaz. 



Gürcüoluk Mağarası'nın girişindeki alandayız. Köy yollarının zikzaklarında bir sağa bir sola döne döne ilerlerken hafif sarhoşluk yaşadık. Araçtan inince temiz havayı derin derin içimize çekmek iyi geldi. Tozluklarımızı giyip yürüyüşe başlamak için son hazırlıklarımızı yaptık.



Yağmur nedeniyle adeta bataklığa dönen taşlı ve kırmızı renkteki topraklı patikadan ilerlemek kolay değildi. Konfor alanımızdan çıkıp normal zamanlarda üstümüz başımız çamur olacak diye imtina ettiğimiz su birikintilerinden geçmek ne kadar güzel.


Attığımız her adımda daha da battığımız orman yolunda çamur deryasında yüzer gibiydik. Ayaklarımız botlarımıza yapışan kalın çamur tabakasından dolayı sanki her birine 5'er kiloluk dambıl bağlanmış gibi ağırlaştı. Böyle bir günde böyle yağmurda olacak o kadar. Hem bacaklarımız güçleniyor fena mı?



Keyfimizi kaçıran hiçbir sorun yoktu. Kısa molalarda yol kenarlarında istif edilmiş ağaç kütüklerini masa olarak kullanıp yağmurun altında ve soğukta sıcak bir kahve içmekten başka o anda daha keyifli ne olabilirdi ki?



Dik yamaçlardan geçerken denizden doğru deli deli esmeye başlayan rüzgar fırtınanın başlangıcını haber verdi. Sanki yağmur damlaları değil deniz suyu yağıyor gibi hissettim bir an, ağzımda tuz tadı vardı.



Fırtına yükseldikçe biz de dağlara doğru yükseldik. Çamur iyice derinleşti. Botlarımız saplanmaya başladı. Bağcıklarını sıkı bağlamasak botlarımız bastığımız yerde kalacaktı. Bu orman kuyu gibi bizi içine çekiyordu.



Kamyonlar geçmeye başladı birbiri ardı sıra... Kum çekiyoruz dedi şoför çimentoya. Ağaçlardan eser kalmamıştı. Rüzgar bile esmiyordu kum çıkartılan alanda. Kum kamyonlarının damperlerinin rengine döndü çamur bile. Her yeri kendimize benzetiyoruz, aslında kendi kuyumuzu kazıyoruz.



Bir yere geldik ki orada sadece ağaçlar konuşuyordu. Biz sadece dinledik. Ve kütüklerin üstündeki kav mantarlarının faydalarını öğrendik. Ormanda ansızın çıtırdayan ağaç dallarının sesleriyle irkildik. Bizi uzaktan takip eden yaban domuzu yavrularını gördük.:)



Bu çamurlu botlarla araca binemezdik. Köydeki caminin bahçesindeki çeşmede başladı temizlik. Yağmur yağdıkça yağdı. Rüzgar estikçe esti. Musalla taşının üstünü kapatan derme çatma sundurmanın altında dizildik. Yukarıdakine "O gün bugün değil bizi bekleme. Bugün son durak deniz" dedik. :)



Akkonak Köyü'ne geldiğimizde ilk durağımız Akarsu Camping'deki Barış Bahçesi'ydi. Sevgiyle andık Barış Akarsu'yu. "Hava ile bütün su ile bütün güneş ile bütün şehrin bıraktığı zamanki gibi" olmadığını O'na söylemedik.



Fırtınada denize doğru geldik. Küçük bir kulübede içimiz ısınsın diye sıcak bir şeyler içip biraz dinlendik. Karadeniz'in dalgalarından dolayı Delikli Şile'den geçemediğimiz için de dileklerimizi başka bir güne erteledik.       



"Kalbinizden sevgiyi hiç eksik etmeyin; çünkü sevgi her şeyin anahtarıdır ve paylaştıkça çoğalır."  Barış Akarsu




Teşekkürler Dünya!     

    


19 Kasım 2024 Salı

ÇAMBU GÖLDERESİ ŞELALESİ

Yağmurdan sonra kısa bir film bu ve her pazar gösterimde. Caddeler, yollar, ağaçlar hatta deniz bile yıkandı o son güzel yağmurda. Sonra bir gün dinlenme molası verdi kendine yağmur. Sıra ruhumuzda, yıkanmak için yeni bir orman banyosunda. Çantalarımız sırtımızda, sabahın o sisli soğuğunda. Yollardayız yeniden ve herkes hala mışıl mışıl uykusundayken. Durduk Çakraz'a az biraz zaman kala, kimimiz dalıp gitti iki mavili deniz manzarasına, kimimiz de tutundu bir ağacın dalına. Topladığı yemişleri, paylaştı birer birer dua eder gibi açılan avuçlara. Şoförümüzün evinin bahçesinde ocak kurup kazanda pişirdiği mısırların kokusu yayılıyor. Küre Dağları'nın kollarından güneş yükseliyor. Ve Karaman Köyü'nün altına yapılan tünellerin yolu iki evin salonundan geçiyor.



Selam Doğa Ana. Bugün yine ne kadar güzelsin. Hazırsan başlıyoruz biz yürümeye. Hissediyoruz daha en başında bugün çok güzel geçecek diye. Geçiyor da gerçekten. Yavaş yavaş atıyoruz adımlarımızı. Ve sık sık duraklıyoruz ilk etapta. Nereye baksak ayrı güzellik. Her tarafımızda sonbahar renkleri; sarı, kahverengi ve kızıla çalan yapraklar, arkamızda ise masmavi deniz. Denizin kokusu geliyor burnumuza sanki rüzgara uyup yükseliyor ormana kadar. Yağmurun ardından haliyle dağ yolları çamur içinde. Bata çıka ilerliyoruz zaman zaman. Yaşlı bir teyze çıkıyor karşımıza birden, sırtında taşıdığı yaklaşık 30 kiloluk kış armutlarıyla. "Hoşgeldiniz" diyor hiç durmadan geçip gidiyor yanımızdan ıssız orman yolunda.




Bir müddet sonra arkamızdan gelen bir patpatın sesini duyuyoruz. Köyde hiç iş biter mi? Doğada pazartesi yok, köylünün de pazar günleri. Duruyor yanımızda patpat. "Siz ne yapıyorsunuz burada" diyor patpatın şaşkın bakışlı sahibi "atlayın arkaya" diyor. Yok diyoruz biz şelaleye doğru yürüyoruz. "Allah Allah orası çok uzak nasıl yürüyeceksiniz dize çıkıyor çamur" diyor bu kez. "Biz zaten çamurda yürümeye geldik" diyoruz. Bir kez daha hayret eden bakışlarıyla "İyi siz bilirsiniz o zaman kolay gelsin" deyip şaşkınlığını üzerinden atamadan devam ediyor yoluna. Onun gidiş sebebi köyün işi bizimki birazcık da deli işi tabii.:) 




İlk molamızı 600 metrelik irtifa ile yangın kulesinde veriyoruz. Kulenin üstünde bir şeyler yiyip içerek yarım saat kadar dinleniyoruz. Ne tarafa baksak birbirinden güzel kareler yakalıyoruz burada. Küre Dağları'nın başlangıç kısmından tutun da  nesilden nesile ahşap tekne ve yat yapımının sürdürüldüğü Tekkeönü sahiline, masmavi ve uçsuz bucaksız Karadeniz'e ve oradan da Çakraz Seyir Tepesi'ne kadar bulunduğumuz noktadan kilometrelerce alanı olduğumuz yerde dönüp durup hayranlıkla izliyoruz.



Kısa molalar verdiğimiz uzun bir yürüyüş yapıyoruz bu kez. Çamurlu engebeli yoldan ilerliyoruz. Doğa derin bir sessizlik içinde adımlarımızı dinliyor sanki. Tertemiz havayı içimize çekip sanki tüm yüklerimizden arınıyoruz verdiğimiz her nefeste. Yoruluyoruz elbette ama yorgunluğu hiç hissetmiyoruz, doğada olmanın keyfi daha ağır basıyor giderek. Çamurlu sular, dikenler, devrilmiş ağaçlar, uçurumlar hepsi olağan ve hepsine karşı umarsız bir ruh hali sarıyor bizi. Yolda yeniden patpatın sahibi ile karşılaşıyoruz ve yine 'Şelale yolu çok çamur" deyip şaşkın bir halde soruyor; "Emin misiniz?" :)




Ve nihayet olağanüstü bir güzelliğin içinde bir süre dinlenmek ve suların şarkısını dinlemek için Gölderesi Şelalesi'ne varıyoruz. Bartın küçük bir il ama il sınırlarının kapladığı alan muazzam doğa güzelliklerini içerisinde barındırıyor. Buralarda yaşamak bazı açılardan zor olabilir ama bu güzelliklere yakın olmak da bir o kadar şans. Şelaleyi izlemeye doyamıyorsunuz. 



Yazın şelaledeki gölete yüzmek için gelenler de oluyormuş. Her mevsimin ayrı bir güzelliği var elbette. Ancak sonbaharın renklerinde Gölderesi Şelalesi adeta romantik bir şiir gibi akıyor. Etrafındaki ağaçların yapraklarının her biri ayrı bir dizeyi fısıldıyor. İnsan gündelik yaşamında unuttuğu ya da törpülemek zorunda kaldığı duygusal yönünü yeniden keşfediyor. Devrilmiş bir ağaç kütüğünün üzerinde otururken not defterimdeki tüm kelimeler suya düşen seslerle yeni bir besteye dönüşüyor. 




Dönüş yolunda da yine kısa duraklamalarla fotoğraf ve video çekmeye çalışıyoruz. Ancak karşılaştırınca gözümüzle gördüğümüz manzaralar fotoğraf ve videoda çektiklerimizden çok daha güzel.


 

Bu eşsiz doğayı bazen sadece yaşamak ve öylece kendi haline bırakmak gerekiyor. Bir yerden sonra yol bitiyor ve yürüyüşlerimizdeki en eğlenceli su geçişlerinden birini daha gerçekleştiriyoruz. Gölderesi'nin gürül gürül akan sularından geçip karşı kıyıdan yolumuza devam ediyoruz.




18 kilometrelik yürüyüşümüzün bitiminde aracımızla bizi taze demlenmiş çay ile kamp ateşinin beklediği Kuzey Noktası Camping'e (North Point Camping) geçiyoruz. Karaman Köyü'nden ulaşılan Kuzey Noktası, alternatif bir dinlenme mekanı arayanlar için harika bir çadır kamp alanı ile karavanda konaklama hizmeti sunuyor.



Burada Bartın'a dönüş öncesi keyifli bir akşam vakti geçirdik. Sıcacık çaylarla ve kamp ateşiyle ısındık. Hava iyice kararmaya başlayınca da küçük koydaki şahane deniz manzarasına ve uykuya dalmış balıkçı teknelerine bir selam çakıp dönüş yoluna koyulduk Ertesi günün yağmurunu taşıyan bulutlar ufukta çoktan belirmişti.





Teşekkürler Dünya!   
  
 

29 Eylül 2024 Pazar

KRALİÇE'NİN HAVUZU'NDA GEÇEN BİR GÜN

Eylül ayının son günlerindeyiz ama yazdan kalma sıcak bir hava var. Karadeniz ise tıpkı sakin bir gölün suları gibi durgun. Fırsat bu fırsat deyip hem biraz kürek çekerek spor yapmak hem de Amasra'yı bambaşka açıdan görmek için yeniden suyun üzerindeyiz. Bu Amasra kıyılarındaki ikinci kano etkinliğimiz. Bu kez bu güzel günde tarihi yarımadanın enfes manzarasının doyasıya keyfini çıkarmak için önce Küçük Liman'dan 'Kraliçe'nin Havuzu'na doğru açıldık. Tarih ve doğanın iç içe geçtiği kentin orijinal dokusunu bir kez daha hayranlıkla izledik. Boztepe kıyılarına doğru yöneldiğimizde 'denizin sokak çocuğu martılar' bize eşlik etti.



Küçük Liman'daki şezlonglarda Amasra sakinleri yerlerini almış. Bu güzel güneşli havanın tadını çıkarıyorlar. Kimi keyifli bir muhabbete kimisi de masmavi denizin ılık sularına dalmış. Plajda yağmurlu ve fırtınalı havadaki dalgalı denizin kıyıya getirip bıraktığı çalı çırpı ile denizin geri verdiği atıklar göze çarpıyor. Deniz atıkları sorunu yaşadığımız coğrafyanın en büyük sorunlarından birine dönüşmüş durumda. Önlem alınmazsa ve bu şekilde denizi kirletmeye devam edersek, ilerleyen yıllarda bu eşsiz kıyılarda yüzmek nostaljik bir anıya dönüşecek.




Küçük Liman

Kano ile açılmak için hazırlıklarımızı yaptık ama açılmadan önce sıcak havanın etkisi nedeniyle biraz serinlemek için kendimizi önce denize atalım dedik. Su kıyı şeridinde biraz bulanık gibiydi. Her hallerinden Amasra sakinlerinden birileri olduğu anlaşılan iki hanımefendiye denizde herhangi bir sorun olup olmadığını sorduk. Tüm yazı bu kıyıda geçirdiklerini ve biraz açıldığımızda suyun daha da güzelleşeceğini söylediler. Biz de onların dediklerini yaptık ve biraz açıldık. Küçük Liman'da ilk kez yüzdük. En başta turist kafileleri ve Küçük Liman'ı çevreleyen kafe ve restoranlarda oturanların "ah şimdi denizde yüzmek vardı" bakışlarını üzerimizde hissettik. 





Biraz yüzmek iyi geldi. Ardından kano ile bu tarihi kentin batı kıyılarını gezmeye geldi sıra. Küreklere asıldık ve kıyıdan ayrıldık. Kıyıdaki meraklı bakışlar yeniden üzerimizdeydi ve deniz manzarasında renkli bir kano görüntüsünü kaçırmak istemeyen kente turla gelen bazı misafirler hemen telefonlarına sarılıp bizi çekmeye başladılar. Belki de hiç bilmediğimiz sosyal medya hikayelerinin bir günlük isimsiz ünlüleri olduk.:) 






Kraliçe Amastris'in Havuzu: Direklikaya

İlk önce Direklikaya'ya doğru kürek çektik. Direklikaya bu güzel havanın tadını çıkartmak için güneşlenenler ile etrafında denize girmeyi tercih edenleri ağırlıyordu. Ayrıca kente gelen yabancı turistler de buradaki kule kalıntısının önünde en güzel tatil karelerinden birini yakalamak için sıra sıra fotoğraf çektiriyorlardı. Hemen karşımızda ise enfes güzellikteki Boztepe manzarası bizi kendisine doğru çekiverdi. 






Direklikaya liman havzasından 20 m denize doğru sokulan doğal bir kaya üzerine inşa edilmiş 7 m yüksekliğinde örme bir sütun. Bu sütun aslında eski dönemlerde limanı aydınlatmak ve gözetlemek için kullanılmış bir kulenin tarihi kalıntısı. Merdivenle çıkılan ahşap kulesi yıkılmış ve günümüze sadece taş örgülü yapısı kalmış durumda. Direklikaya'da denizle bağlantılı kare planlı bir havuz ile kayaya oyulmuş basamaklar ve mermerden bir iskele babası bulunuyor. Amasra halkı bu yapıyı 'Kraliçe Amastris'in hamamı' ya da  Kraliçe Amastris'in havuzu' şeklinde güzel bir yakıştırma ile tarif ediyor.(1) 




Boztepe 

Boztepe kıyılarına paralel kürek çekerken Sormagir Kalesi'nin devamı niteliğindeki tarihi sur kalıntılarını suyun üzerindeyken farklı bir açıdan görmek doğrusu ayrı bir keyifliydi. Zamanın, doğal afetlerin ve denizin tuzlu sularının tüm yıpratıcılığına rağmen tarihi dokunun önemli bir bölümünün günümüze kadar ayakta kalmış olması çok değerli ve önemli.



Amasra'nın en güzel genel manzara ve gün batımı fotoğraflarının vazgeçilmez adresi olan Boztepe aslında bir ada. Roma döneminde inşa edilen Tarihi Kemere Köprüsü bu adayı Amasra yarımadasına bağlıyor.  Tarihi Kemere Köprüsü'nü Boztepe adası ile birbirine bağlayan Sormagir Kalesi'nin kapısından-halkın tabiri ile Karanlıkyer'den geçildiğinde Amasra'ya gelenler için tarih ve doğal güzelliklerle dolu yeni bir pencere açılıyor. 




Amasra'nın nefes kesici Boztepe manzarasına şahitlik ederken kulağımızda adeta martı ve tekne seslerinin kayalıklara çarpa çarpa yükselerek oluşturduğu buram buram deniz kokan bir kent şarkısı yankılanıyor. Boztepe kıyıları boyunca uzanan tarihi kalıntıların bir kısmında bu tarihi dokuya uygun olmayan birtakım iyileştirme çalışmaları yapılmış olduğunu görüyoruz. Ancak bu tarihi doku tüm gizemini ve güzelliğini inatla korumak için kendini yemyeşil sarmaşık bitkileriyle adeta kamufle etmeye çalışıyor. Boztepe'nin en uç kısmından açık denize doğru küreklere daha sıkı asılıyoruz. 




Doğal liman havzasından ayrıldığımız için burada su seviyesi birdenbire yükseliyor. Boztepe'nin arka kısmını oluşturan yüksek kayalıklar sanki zamanın usta bir marangoz gibi vurduğu acımasız zımpara izlerini üzerlerinde taşıyor. Denize doğru uzayan bir kayalığın üzerinde ise sanki görünmez bir el tarafından oraya koyulmuş gibi duran küp şeklindeki büyük kaya parçası dikkatimizi çekiyor. Kayalıkların arasından kano ile geçerken dilek tutmayı da ihmal etmiyoruz.:)




Ufukta bize doğru gelen Sahil Güvenlik botunu fark ediyoruz. İyice yaklaşıp bir süre paralel şekilde ilerleyip bizi takip ediyor. Can yeleklerimizi sorarlarsa zaten yanımızda. Yönümüzü Küçük Liman'ın göl gibi durgun sularına doğru çevirdiğimiz için bir sorun olmayacağını anlıyoruz. Bir süre sonra Sahil Güvenlik yanımızdan ayrılıp açık denize doğru geri dönüyor. 




Hafta sonunda havanın güzel olması Amasra'ya çok sayıda misafirin gelmesi demek. Küçük Liman'da gezi tekneleriyle tura çıkmış çok sayıda turist var. Bazıları bize el sallıyor ve fotoğraflarımızı çekiyorlar. Küreklerimizi sallayarak karşılık veriyoruz biz de. Boztepe kıyılarında yavaş yavaş ilerlerken Amasra'nın meşhur kedilerinin kayalıkların üzerinden bizi takip etmeye çalıştıklarını fark ediyoruz. Sevimli dostlarımız meraklı gözleriyle bize bakıp kayalıkların üzerinden atlaya zıplaya gelebildikleri yere kadar bize eşlik etmeye çalıştılar.



Ve şimdi sıra yaz başından bu yana hayalini kurduğumuz şeyi gerçekleştirmeye geldi. Tarihi Kemere Köprüsü'ne iyice yaklaştık. Köprünün üstündekiler meraklı bakışlarla bizi izliyor ve bir yandan da fotoğraf ve video çekiyorlar. Bu tek gözlü köprüye yaklaştıkça rüzgar tam karşımızdan esmeye başlıyor. Köprünün hemen önünde fırtınanın taşıdığı kum birikintisi küçük dalgalar oluşturuyor. Köprünün altından geçmeye başlıyoruz. O an tuhaf bir heyecan duyuyoruz. Köprünün altından geçerken sanki başka bir boyuta geçiyoruz. Bir güzellikten çıkıp bir başka güzelliğin içinde buluyoruz kendimizi... 








Kemere Köprüsü Boztepe'deki Sormagir Kalesi’ni Amasra'daki Zindan Kalesi'ne bağlayan tek gözlü  köprüdür. Roma döneminde inşa edilen köprünün 8. ve 9. yüzyıllarda Bizans döneminde tadilat gördüğü düşünülüyor. Köprünün restorasyon çalışmaları 2014 yılında tamamlandı.   




Karşımızda bu kez Tavşan Adası'nın eşsiz güzelliği... Fakat deniz burada biraz dalgalı olduğundan dolayı fazla uzaklaşmadan geri dönmeye karar veriyoruz. Tarihi Kemere Köprüsü'nün altından tekrar geçip Küçük Liman'a geri dönüyoruz. Bir hayali daha gerçekleştirmiş olmanın büyük mutluluğu ile yavaş yavaş kıyıya doğru kürek çekiyoruz.




Tavşan Adası (Büyükada) Amasra'nın en önemli doğal simgelerinden biri. İsmini üzerinde yaşayan tavşanlardan alıyor. Amasra'dan 150-200 m açıkta konumlanmış olan bu ada bir dönem bir kiliseye ve manastıra ev sahipliği yapmış. 8. yy başında Ortodoks Patriği olan Kyros'un burada uzun bir zaman yaşadığı saptanmış. Buradaki bazı tarihi kalıntılar maalesef defineciler tarafından tahrip edilmiş. (2)



Amasra'da oldukça farklı ve güzel bir gün geçirdik. Bu bizim için harika bir deneyimdi. Su üstündeki mini kültür turumuzun ardından onlarca güzel fotoğraf ve video ile kano günlüğümüze yeni bir anı daha eklemiş olduk. Gün boyu dilimizde olan şarkıyı da altta paylaşıyorum. 

Teşekkürler Dünya!

"Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin...."
Can Yücel

Değerli Tarihçi Necdet Sakaoğlu'na saygı ve minnetle...






Kaynak:

(1) Necdet Sakaoğlu - Kraliçe'nin Kenti Çeşm-i Cihan Amasra (Direklikaya)
(2) Necdet Sakaoğlu - Kraliçe'nin Kenti Çeşm-i Cihan Amasra (Büyükada'daki Kilise-Manastır)






KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli b...