amasra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
amasra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2025 Pazar

HAYATIN ZORLUKLARINA DAĞ GİBİ MEYDAN OKUYAN BİLGE KADIN: GÜLSEN SALMAN

Onun ilham veren ve hayranlık uyandıran hikayesini kısmen de olsa önce kendi ağzından dinleme ayrıcalığına sahip olmuştum. Paylaştığı kıymetli anılarını kelimelere dökmek ve kayıt altına almak ise benim için tarifsiz bir onur. “Olur”unu alır almaz, yine en iyi bildiğimi düşündüğüm şeye, kalemime sarıldım. Sorduğum her soruya içtenlikle ve sabırla yanıt vermesi, bana kendimi çok değerli hissettirdi. Çünkü burada yazılanlar yalnızca geçmişe değil, onun hala temas ettiği, farkındalık yarattığı gelecek nesillere de ışık tutacak. Gülsen Salman Hocamız... Ve geçtiğimiz yıl yayınladığım bir yazımda ondan ilk kez söz ettiğim şekliyle "En güzel dağ çiçeğimiz, bilge yol arkadaşımız"… Ona dair sorular sorma cesaretini sonunda kendimde bulabildim. Çünkü fark ettim ki, bugüne kadar doğru dürüst bir soru sormamışım. “Hocam çadırları topluyor muyuz?” ya da “Molamız ne zaman bitiyor?” gibi birkaç kamp ve doğa yürüyüşü rutininden öteye geçememişim. Oysa onun her sözü, doğada attığı her adım, anlattığı her bitki öyküsü; bir pınar gibi akıp hem zihnimize hem ruhumuza işledi. Şimdi, birlikte nice yollara, nice kamp akşamlarına dair yeni hayaller kurarken gelin, biraz da onun hikayesine kulak verelim.




Gülsen Salman: Türkiye Sevdalısı Bir Eğitim Neferi

Köy Enstitüsü mezunu bir eğitimci, yazar ve gazeteci babanın kızı olarak dünyaya geldim. Zonguldak Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra ilkokul öğretmeni olarak meslek hayatıma başladım. Sporcu ruhum beni Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’ne taşıdı. Hem dönemimin hem de sistemin zorluklarını birebir yaşadım. Ama hiçbir zaman yılmadım.

Doğaya duyduğum tutkuyla, çocuklara olan sevgimle ve Türkiye’ye olan inancımla yol almaya devam ettim. Çünkü ben, bu topraklara yürekten bağlı bir Türkiye sevdalısıyım.




Bir Tutkunun Peşinden Bartın'a ve BARDOSK 74'e Uzanan Yolculuk

Yıl 2010. Bir doğa yürüyüşüyle başlayan yolculuğum, Ankara’da lisanslı sporcu olarak sürdürdüğüm yoğun dağcılıkla tutkuya dönüştü. Yıllar sonra torun sevgisiyle geldiğim Bartın, bana doğduğum toprakların tüm koku ve dokusunu hatırlattı. Bu güzel kent, içimdeki doğa sevgisini yeniden yeşertti.

2018 yılında, aynı tutkuyu paylaşan insanlarla birlikte kurduğumuz Bartın Dağcılık ve Doğa Sporları kısa adıyla BARDOSK 74 adlı kulübümüz, o günden bu yana doğayla iç içe, dostlukla omuz omuza yürüdüğümüz bir yuvaya dönüştü. Kurucu başkan olarak hala bu ailenin bir parçası olmaktan onur duyuyorum.




BARDOSK 74'ün Ambleminde Saklı Olanlar

Kulübümüzün amblemi yalnızca yürüyüşleri ve kampları değil, taşıdığı değerleri ile doğayla iç içe bir yaşam felsefesini ve birlikte yol almanın gücünü simgeliyor. Amblemimizde Bartın'ın eşsiz doğal oluşumlarından biri olan Güzelcehisar Lav Sütunlarında bir tırmanışçı yer alıyor. Sütunların eteğinde ise bir kamp alanı görülüyor. Aynı zamanda renklerimiz de güçlü anlamlar taşıyor. Mor, kadının yalnızca dağcılık ve doğa sporlarında değil, hayatın her alanındaki mücadele ve direnişini temsil ediyor. Sarı ise doğadaki en görünür renk olması sebebiyle, kulübümüzün yolunu aydınlatan bir simgeye dönüşüyor. 



BARDOSK 74 Neler Yapıyor?

BARDOSK 74 ekibi olarak, doğaya olan tutkumuzu paylaşmak ve bu tutkuyu bilinçli bir şekilde yaşatmak adına çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Doğa yürüyüşleri, kamp organizasyonları, eğitim faaliyetleri ve dağ tırmanışları gibi pek çok alanda aktifiz. Ayrıca Türkiye Dağcılık Federasyonu ile ortak etkinlikler gerçekleştiriyor, bu iş birlikleri sayesinde deneyim alanımızı genişletiyoruz. Etkinliklerimizi daha etkili ve güvenli bir şekilde hayata geçirebilmek için kurumsal düzeyde de güçlü bir koordinasyon sağlıyoruz. Bartın Valiliği, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü, Küre Dağları Milli Parklar Müdürlüğü ve İl Sağlık Müdürlüğü ile iş birliği içerisinde çalışıyor; her adımda doğaya ve katılımcılarımıza karşı sorumluluğumuzu gözetiyoruz.




Doğa Sevgisi Küçük Yaşta Başlar

Sadece yetişkinler için çalışmıyoruz. Amasra TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) İlçe Sorumlusu olarak, miniklere doğa sevgisi aşılıyor ve doğayı korumanın yollarını öğretiyoruz. Bu kapsamda çocuklarla birlikte yürüyüşler düzenliyor, doğayla iç içe etkinlikler gerçekleştiriyoruz.




Unutamadığı Anısı: Elbruz Zirvesi

Elbruz zirvemi asla unutamıyorum. Grup, hava şartları nedeniyle geri dönüş kararı almıştı. Ancak ben, Türkiye Dağcılık Federasyonu eğitimlerini almış olmanın verdiği özgüvenle, zirveye tek başıma çıkmaya karar verdim. Bugün dönüp baktığımda, bunun yanlış bir karar olduğunu çok net görüyorum. Çünkü dağlar, fazla özgüveni sevmez. Hele ki zirveler… Orada doğa, her zaman son sözü söyler.

Zirveye ulaştığımda, o anı belgelemek için eldivenimi çıkardım. Tam da o sırada, oraya ulaşan bir Rus grubu ile karşılaştım. Tek başıma, üstelik bir kadın olarak orada olmama oldukça şaşırmışlardı.




Ama ben o şaşkınlığın çok ötesinde, hayatımın tehlikeye girdiği bir farkındalıkla karşı karşıyaydım. Eldivenimi elimde sanıyordum ama meğer o, zirvedeki şiddetli fırtınada uçup gitmiş. Donma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Neyse ki Rus ekip oradaydı. Onlar olmasaydı belki de bugün bunları anlatamıyor olurdum.



Biraz ileride, bir işaret direğine takılmış tek bir eldiven gördüm. Uçup giden eldivenimin yönünde ama başka birine ait ve sağ elime uygun bir eldivendi. Orada öylece duruyordu. Bu bir mucizeydi. O kadar mutlu olmuştum ki anlatamam. Hemen uçup giden eldivenimin yerine o hayatımı kurtaran başkasına ait o eldiveni giydim. Sanki bu ilahi bir hediyeydi. 

Karabinamı Rus grubun ip birliğine sabitledim. Beni ekiplerinden çıkarmadılar, aralarına aldılar. Ve o andan sonra, başlangıç konteynerine kadar hep birlikte iniş yaptık. O gün yaptığım şey çok büyük bir hataydı. Ama hala inanıyorum ki, orada bir el beni hep korudu. Bugün bile o anı düşündüğümde içimden sadece bir söz geçiyor: "Şükür"




Doğada Ayak İzimizden Başka Hiçbir Şey Bırakmıyoruz

Bu söz, yalnızca bir motto değil, aynı zamanda bizim için bir yaşam biçimi. Her adımımızda doğayı korumayı, ona zarar vermeden var olmayı ve geride sadece iz bırakmadan dönmeyi ilke ediniyoruz.



Erkek egemenliğiyle bilinen bu spor dalında, özellikle kadınları ve çocukları doğaya yaklaştırmayı önemsiyoruz. Onlara bu alanı sevdirmeyi, Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) eğitimlerine yönlendirerek profesyonel düzeyde gelişmelerine destek olmayı hedefliyoruz.



Misyonumuz ve Vizyonumuz

Doğanın içinde yürürken flora ve faunaya zarar vermeden, farkındalıkla ve doğayı hissederek yol almak. Her etkinlikte katılımcılara bu hassasiyeti aşılamak ve birlikte öğrenmek.

Doğada yürümenin sadece fiziksel bir etkinlik değil, aynı zamanda bir felsefe olduğuna inanıyoruz. İçselleştiren, fark eden, saygı duyan bir doğa yürüyüşü kültürünü yaygınlaştırmak ve her yaştan bireyi bu yolda buluşturmak en büyük hayalimiz.





Yeni Proje ve Etkinliklere Hazırlık

2018 yılından bu yana üzerinde çalıştığımız bir konu var: Bartın’da doğa yürüyüşü yapılabilecek parkurların belirlenmesi ve işaretlenmesi. Bu süreçte tüm parkurlarımız hazır hale getirildi.



Kültür rotalarıyla koordineli bir şekilde çalışıyor, bu rotaların sürdürülebilir bir altyapıya kavuşması için emek veriyoruz. Hedefimiz, Bartın’a gelen doğa severlerin kamp yaparak, önceden belirlenmiş ve işaretlenmiş bu güzel yollarda güvenle yürüyebilmesini sağlamak.

Bu projelerin hayata geçmesi için çalışmalarımız devam ediyor. Aynı zamanda bu rotaların birer kültür rotası olarak tescillenmesi yönünde de girişimlerimizi sürdürüyoruz.




Ve Son Söz

Gülsen Salman Hocamız ile tanışmış olmak, doğada onun liderliğinde ve izlerinde yürümek büyük bir şans. Ayrıca BARDOSK 74'ün bir üyesi olmak, fırsat buldukça onun sarı renk formasıyla yürüyüşlere ve tırmanışlara katılmak bana ayrı bir mutluluk veriyor. Biz her şeyimizi doğanın içinde paylaştık.




Bizi buluşturan, doğa ananın kucağıydı:
Rüzgarda bir yaprak hışırtısı,
Kamp çadırının üzerine düşen yağmur damlalarının sesi,
Derelerin çığlığı,
Yaban hayvanlarının ayak izleri,
Kamp ocağında demlenen çayın buharı,
Gece yürüyüşünde kafa lambalarımıza üşüşen sineklerin kıpırtıları
Ve yıldızların altındaki muhabbetler...

Ve eminim, yaylalarda gecenin karanlığını bölen dolunay ışığında,
Bir ormanın kuytusundaki mor renkli çiçeklerde
Varlığını hep sürdürecek bu kulüp.

Kuzeyde, kıyıda, bu hikaye sürecek...


Teşekkürler, Güzel Bilgemiz Gülsen Salman!



5 Haziran 2025 Perşembe

BİZİM BÜYÜK BULUŞMAMIZ: AMASRA'DA KİTAP VE MÜZİK DOLU BİR AKŞAM

Kitap dostlarını bir araya getiren 'Kitap Kardeşliği Bartın Topluluğu', altıncı buluşmasını mavi ile yeşilin buluştuğu Amasra'da gerçekleştirdi. Bu ayki buluşmada, Çağdaş Türk Edebiyatı’nın özgün kalemlerinden Barış Bıçakçı’nın "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" adlı romanını değerlendiren topluluk üyeleri, romanla aynı adı taşıyan filmin bazı sahnelerinin de çekildiği Karadeniz'in incisi tarihi Amasra kentinde, denizin kıyısındaki Sesamos Cafe'de bir araya geldi. Topluluk üyeleri, romanın oldukça dikkat çeken samimi ve duygusal dili, karakterlerin iç dünyasındaki ikilemleri ve dostluk teması etrafında şekillenen anlatısını tartışırken, aynı zamanda Barış Bıçakçı’nın edebi üslubunun şiirselliği üzerine derinlikli bir sohbet gerçekleştirdi. Ayrıca bu ayki buluşmada, "Sisli Puslu Evler" adlı romanıyla edebiyat dünyasına merhaba diyen değerli yazar Zeynep Horuzoğlu konuk oldu. Katılımcılar, yazarın kişisel hikayesini ve romanın yazım sürecini bizzat kendisinden dinleme fırsatı buldu.



Elif Günbey Vural'ın moderatörlüğünde gerçekleşen 'Amasra Buluşması'nda, Barış Bıçakçı’nın 2004 yılında yayımlanan romanı "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" tüm edebi yönleriyle ele alındı.




Topluluk üyeleri; dostluktan şiirlere, aşktan mevsimlere, anılardan Ankara’ya kadar uzanan kişisel hikayelerle örülü roman değerlendirmelerini, duvarlarına denizin kokusu ve tarihin izleri sinmiş, edebiyatın büyüsüyle ilham veren Amasra’da keyifli bir akşam eşliğinde paylaştı.



Katılımcılar, yazarın kelimelerle kurduğu sakin ve duygu yüklü bir dünyada dolaşırken; geç kalmanın, yaşanması mümkünken yaşamamayı tercih etmenin ve aşk ile dostluk arasında sıkışan seçimlerin çaresizliğini tartıştılar.



Sohbetin ikinci bölümünde ise topluluk üyeleri, konuk yazar Zeynep Horuzoğlu ile tanışma fırsatı buldu. Yazar, ilk romanı olan "Sisli Puslu Evler" i tanıtarak, kişisel hikayesini, yazım sürecini, romanın yayımlanma sürecindeki zorlukları ve yıllara yayılan emeğini samimiyet ve içtenlikle paylaştı. Kitabı edinmiş olan okuyucular da yazar Horuzoğlu’nun ilk roman heyecanına ortak olarak kitaplarını imzalatma fırsatı buldu.



Edebiyat dolu bir sohbetin sonunda ise katılımcılar, gitar tınıları ve şarkılar eşliğinde keyifli anlar paylaşarak unutulmaz bir buluşmanın daha keyfini yaşadı.




Kitap Kardeşliği Bartın üyeleri, bir sonraki kitap buluşmalarını 26 Haziran tarihinde Bartın’da gerçekleştirmek üzere sözleşti. Katılımcılar, Haziran ayı buluşmasında Rus Klasikleri deyince akla ilk gelen isimlerden Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin 'Beyaz Geceler' adlı romanını Müge Bayraktar'ın moderatörlüğünde konuşacak.




4 Mayıs 2025 Pazar

ANADOLU'DA TEK: KUŞ KAYASI YOL ANITI

Amasra Tüneli açıldığından bu yana Bartın ile Amasra’yı birbirine bağlayan eski yol sessizce unutuldu. Kazpınarı Köyü’nün içinden geçip tarihi Kuş Kayası Yol Anıtı’nın yanından kıvrılarak devam eden bu güzergah, yıllarca Amasra’ya ulaşmanın en doğal, en yeşil ve aslında tek yoluydu. Virajları ve engebeleriyle meşhur olan bu yol, köylerin arasından, bahçe ve tarlaların kıyısından geçerken sunduğu manzaralarla herkesin hafızasında iz bırakmıştı. Geçtiğimiz hafta sonu, çok uzun bir aradan sonra bu eski yola yeniden saptık. Eskiden yolumuzu kahverengi Amasra tabelası gösterirdi, şimdi ise o tabela yalnızca yeni yol için, mavi renkte yön gösteriyor. Eski yolun girişinde ise artık sadece kahverengi Kuş Kayası Yol Anıtı tabelası göze çarpıyor. Biz de direksiyonu Yol Anıtı’na doğru kırdık ve ilginç izlenimlerle günü noktaladık.




Kaderine Terk Edilmiş Bir Yol

Eskiden de dar ve zorlu olan bu yol, şimdi adeta kaderine terk edilmiş durumda... Asfalt neredeyse tamamen bakımsız ve yeni doğal gaz hattının geçtiği yerlerde oluşan çukurlar yüzünden araç içinde savrulmamak imkansız. Yolda rastladığımız araç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Minibüslerin ara durak olarak kullandıkları ve önlerinde yolcu indirip bindirdikleri köy kahvehanelerinin ise kapısına çoktan kilit vurulmuş. 




Doğa ise hala zarif ve cömert; bu dar yolun sağından ve solundan sizi tüm güzelliğiyle kuşatıyor. Manzara gerçekten etkileyici ama artık bu yoldan gitmek eskisinden çok daha zahmetli. Kuş Kayası gibi eşsiz bir tarihi anıtın ve yemyeşil doğanın içinden geçen bu güzergahın tamamen unutulması gerçekten üzücü... İster istemez akıllara "Neden bu yol, alternatif yeşil bir rota olarak yeniden düzenlenip canlandırılmıyor?" sorusu düşüyor. Üstelik bu yol, yalnızca bizim gibi nostalji sevenler için değil, çevresindeki köylerde yaşayanların daha rahat ulaşımı için de büyük bir önem taşıyor.



Küçük Bir Çay Bahçesi ve Park Alanı

Kuş Kayası Yol Anıtı'na çıkan merdivenlerin bulunduğu alanın karşısında aracınızı park edebileceğiniz çok kısa ve dar bir cep vardı eskiden. Şimdi ise burada bir çay bahçesinin tahtadan yapılmış masa ve sandalyeleri deniz manzarasına doğru dizilmiş. Çay bahçesi  yaz sezonunda hizmet veriyor ki şimdilik ortalıkta kimsecikler yok. Araç parkı için de bu alan biraz daha genişletilmiş ve birkaç aracın yan yana park edebileceği bir hale getirilmiş. 



Ahşap Merdivenlerden Doğanın Kalbine Giderken

Yolun karşısına geçip Kuş Kayası'nın ahşap merdivenlerine doğru yöneliyoruz. Olağanüstü güzellikteki rengarenk çiçeklerin ve yeşilin bin bir tonunu üzerine giyinmiş ağaçların arasından adım adım çıkmaya başlıyoruz. Her basamakta doğanın büyüsüne kapılmamak imkansız. Bu yüzden fotoğraf çekmek için sık sık duraklıyoruz. Merdivenler oldukça dik bir yamaca kurulmuş.






Bu nedenle çıkış esnasında kısa molalar vermek için yapılmış birkaç dinlenme alanı bulunuyor. Ancak, yola yakın olan bu alanların bir kısmı heyelan ve çökme tehlikesi nedeniyle kapatılmış durumda. Üzerlerinde tehlike uyarı yazıları yer alan güvenlik bariyerleri mevcut ama doğrusu pek caydırıcı bir etki bırakmıyor. Neyse ki merdivenlerin kendisinde şimdilik bir sorun görünmüyor. Her adımda biraz daha yükselirken hem etrafımızın sessizliği hem de doğanın büyüleyen güzelliği insanda hayranlık uyandırıyor.




Kuş Kayası Yol Anıtı'nda Zamanın İzleri

Amasra’ya dört kilometre mesafede, kelimenin tam anlamıyla doğanın koynuna gizlenmiş bu etkileyici anıta ulaşıyoruz. Üç bin yıllık tarihi geçmişe tanıklık eden bu yapı, Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Claudius adına Gaius Julius Aguilla tarafından M.S. 41–54 yılları arasında yaptırılmış. Anadolu’da benzeri olmadığı bilinen bu anıt; kayalara oyulmuş insan figürlü başsız bir heykel, hakimiyeti simgeleyen bir Roma kartal figürü ve iki kitabeden oluşuyor.




Buraya vardığımızda, ister istemez binlerce yıl öncesini hayal ediyoruz. Nereden geldik, nereye gidiyoruz; bu kayalardaki kabartmaların yapıldığı o anı, artık yerinde olmayan çeşmeyi ve heykellerin ilk hallerini merak ediyoruz. Tüm bu düşünceler, çektiğimiz birbirinden güzel fotoğraflarla birlikte binlerce yıl sonrasına aktarılacak yeni sorularla harmanlanıyor.


Kitabelerde “Devletlerarası barış ve dostluk adına ve İmparator Germanicus’un hakimiyeti anısına, Gaius Julıus Aquila dağı yardı ve bu dinlenme yerini kendi özel ödeneği ile yaptırdı” ibaresi bulunuyor.




Anıtın önünden geçen ve zamanında atılmış her bir adımı tarihi bir sırla mühürleyen taşların oluşturduğu Roma Yolu, yaklaşık 1 kilometre aşağıda Cevizlik Vadisi'nde yer alan Kemerdere Köprüsü'ne kadar uzanıyor.



Heykellerin ve figürlerin yanından ayrılıp, kayaların üzerinden akan suların sesini takip ediyoruz. Tarihi yoldan günümüze kalan kısımlarda, yemyeşil ağaçların dallarıyla kaplı bir gökyüzü altında, ilginç kaya biçimlerinin bulunduğu bir alana ulaşıyoruz. Buradan sonrası tehlike arz ettiğinden daha fazla ilerlemeden geri dönüyoruz. Yaprakların arasından süzülen güneş ışıkları eşliğinde bir parça deniz, bir parça mavi bize gülümsüyor. Ancak kayaların arasında gözümüze çarpan çöp ve atıklar keyfimizi kaçırıyor. İçimden, “Bu coğrafyada bu güzelliği hak etmeyen insanlar yaşıyor” demekten kendimi alamıyorum.




Doğanın rengine uyum sağlayan o zarif ahşap merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başlıyoruz. Birden, Yol Anıtı'nın heykel ve figürlerinin yüzyıllardır seyrine doyamadığı o deniz manzarasına gitmek geliyor içimizden. "Hadi!" diyoruz ve adım adım yol kenarına kadar iniyoruz. Merdivenlerden inerken zihnimizde yeni bir rota oluşuyor; arkamızda sessiz ve masalsı bir ormanın içinden geçen o tarihi yoldan Amasra’ya ya da denize doğru yürüyebilmenin hayali peşimizi bırakmıyor.

Asker Suyu’ndan Bakacak ve Tarlaağzı’na

Bir zamanlar en güzel Amasra manzarası fotoğraflarının çekildiği, küçük bir pazarın kurulduğu ve şimdilerde kimselerin uğramadığı Bakacak'ta bir süre duraklıyoruz. Ondan önce, aynı yol güzergahında bulunan ve bir zamanların meşhur Asker Suyu Çeşmesi'ne bir selam veriyoruz. Asker Suyu, 1980'li yılların sonunda Amasra Taş Kömürleri İşletmesi'nin kömür çıkarma faaliyetlerinden nasibini almış ve su kaynağı yer altının derinliklerinde kaybolmuş...




Ana yoldan ayrılıp 5 kilometre mesafede Tarlaağzı Limanı'na giden yolda ilerliyoruz. Solumuzda yemyeşil ekili bahçeler ve ormanlık alana doğru uzanan engebeli araziler; sağımızda ise deniz manzaralı evler ile son yıllarda artış gösteren turistik faaliyetlerin etkisiyle ortaya çıkan bungalov oteller ve teraslar sıralanıyor. Parke taşlı yolda ulaşım oldukça rahat. Rahat olmasının nedeni ise hemen yakında, doğanın bağrına saplanmış kırmızı bir hançer gibi yükselen kulesiyle HEMA'ya (Hattat Enerji ve Maden A.Ş.) ait maden tesisinin bu bölgede faaliyet göstermesi...




Yakın zamanda yenilenen Tarlaağzı Limanı'na varıyoruz. Burası özellikle Amasra ve çevresindeki kalabalıktan kaçanlar için alternatif bir denize girme noktası. Liman içi, yaz aylarında belirli bir yoğunluğa ulaşsa da şu günlerde sakinlik arayanlar için ideal bir durak. Olta atmak isteyenler, limanı çevreleyen beton zemine masa ve sandalyelerini kurup manzaranın keyfini çıkarıyor. 




Limanda sıralanmış balıkçı tekneleri ve barınaklar ise gelecek av sezonunu beklemek üzere dinlenmeye çekilmiş durumda. Tarlaağzı Limanı'nın hemen dışında bir kum plaj yer alıyor. Bu doğal oluşumun bir kısmı çeşitli müdahaleler nedeniyle bozulmuş olsa da sessizliği ve huzurlu kıyı ortamını arayanlar için hala cazip.






Doğa Alarm Veriyor

Uzun sayılabilecek ve yer yer taşlarla kaplı plajda yürüyüş yapmak oldukça keyifli olsa da, doğal oluşumların ve ilginç şekillerdeki kayalıkların bulunduğu bu sessiz koydaki çöp ve atıkların varlığı bir o kadar moral bozucu... Dalgaların kıyıya vurduğu atıklar ve bu küçük koyla buluşan derenin kirliliği, yalnızca ilgili kurumların değil, aynı zamanda yörede yaşayanların ve özellikle yaz aylarında gelen ziyaretçilerin duyarlılığıyla çözülebilecek bir sorun. Bu güzel coğrafyadaki çöp ve atık sorunu geçmiş yıllara nazaran gözle görülür derecede artış göstermiş durumda. Asıl beka meselesinin bu olduğuna dikkat çekecek bir farkındalık geliştirilmesi ve geniş kapsamlı bir sosyal sorumluluk seferberliği başlatılması şart gibi görünüyor.





Acil Eylem Şart

Tarlaağzı Plajı’ndan ayrılıp aynı yoldan geri dönmeye başlıyoruz. Bu kez son durağımız olan Gömü Köyü yönüne doğru sapacağız. Köy, geçtiğimiz yıllarda halkın büyük tepkisi sonucu durdurulan termik santral projesi sırasında kesilen zeytin ağaçlarıyla gündeme gelmişti. Tertemiz sokakları ve mis gibi havasıyla batı yönünden Amasra'ya yaklaşanlara adeta bir müjde gibi karşılık veriyor. Köyün yakınlarında, yaya olarak ulaşılabilen ve kamp alanı da bulunan Siyah İnci Plajı yer alıyor. Biz ise bu kez plaja inmeyi başka bir güne erteleyip köyün içinde biraz turladıktan sonra buradan ayrılıyoruz.







Kuş Kayası Yol Anıtı ile başlayıp Gömü Köyü’nde sonlandırdığımız bu kısa hafta sonu turunda, hem tarihle hem de doğayla iç içe olmanın heyecanını ve mutluluğunu yaşadık. Ancak bir yandan da çevre kirliliğinin ulaştığı tehlikeli boyutları tüm çıplaklığıyla gözlemledik. Son söz: Bu doğal güzellikleri kirletip kaybetmenin bir telafisi yok! Acil eylem şart.



Teşekkürler Dünya! 





23 Aralık 2024 Pazartesi

FIRTINADA DENİZE DOĞRU

Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nden Bartın için kuvvetli sağanak yağış ve fırtına uyarısının yapıldığı bir pazar günü sabahına uyandık. Evden çıktığımızda etrafta fırtına öncesi sessizlik hakimdi. Yağmur hafiften çiselemeye başlamıştı. Hava soğuktu ancak yeni rotamız için içimizi ısıtan o heyecanla durağa kadar yürüdük. Yola çıktığımızda Amasra tarafından kapkara bulutlar üstümüze üstümüze geliyordu ya da biz onlara doğru gidiyorduk. Biraz sonra ıssız ormanın derinliklerinde çamurlara bulanıp şelalelerin böldüğü sis çökmüş köy yollarına varacaktık. Bu hikaye her zaman güneş açmaz. Gümüş renkli yağmurlu bir günde yürümeyi herkes sevmez. Giydiği botun tabanı düşer de bu yola revan olan durmaz. Rüzgarın çaldığı ıslığı dinleyenin aklında hiçbir soru kalmaz. Tepede bir bankın üzerinde uzanıp gökyüzüne bakarken kurduğun hayallerini bile ıslatan bu yağmur her zaman yağmaz. 



Gürcüoluk Mağarası'nın girişindeki alandayız. Köy yollarının zikzaklarında bir sağa bir sola döne döne ilerlerken hafif sarhoşluk yaşadık. Araçtan inince temiz havayı derin derin içimize çekmek iyi geldi. Tozluklarımızı giyip yürüyüşe başlamak için son hazırlıklarımızı yaptık.



Yağmur nedeniyle adeta bataklığa dönen taşlı ve kırmızı renkteki topraklı patikadan ilerlemek kolay değildi. Konfor alanımızdan çıkıp normal zamanlarda üstümüz başımız çamur olacak diye imtina ettiğimiz su birikintilerinden geçmek ne kadar güzel.


Attığımız her adımda daha da battığımız orman yolunda çamur deryasında yüzer gibiydik. Ayaklarımız botlarımıza yapışan kalın çamur tabakasından dolayı sanki her birine 5'er kiloluk dambıl bağlanmış gibi ağırlaştı. Böyle bir günde böyle yağmurda olacak o kadar. Hem bacaklarımız güçleniyor fena mı?



Keyfimizi kaçıran hiçbir sorun yoktu. Kısa molalarda yol kenarlarında istif edilmiş ağaç kütüklerini masa olarak kullanıp yağmurun altında ve soğukta sıcak bir kahve içmekten başka o anda daha keyifli ne olabilirdi ki?



Dik yamaçlardan geçerken denizden doğru deli deli esmeye başlayan rüzgar fırtınanın başlangıcını haber verdi. Sanki yağmur damlaları değil deniz suyu yağıyor gibi hissettim bir an, ağzımda tuz tadı vardı.



Fırtına yükseldikçe biz de dağlara doğru yükseldik. Çamur iyice derinleşti. Botlarımız saplanmaya başladı. Bağcıklarını sıkı bağlamasak botlarımız bastığımız yerde kalacaktı. Bu orman kuyu gibi bizi içine çekiyordu.



Kamyonlar geçmeye başladı birbiri ardı sıra... Kum çekiyoruz dedi şoför çimentoya. Ağaçlardan eser kalmamıştı. Rüzgar bile esmiyordu kum çıkartılan alanda. Kum kamyonlarının damperlerinin rengine döndü çamur bile. Her yeri kendimize benzetiyoruz, aslında kendi kuyumuzu kazıyoruz.



Bir yere geldik ki orada sadece ağaçlar konuşuyordu. Biz sadece dinledik. Ve kütüklerin üstündeki kav mantarlarının faydalarını öğrendik. Ormanda ansızın çıtırdayan ağaç dallarının sesleriyle irkildik. Bizi uzaktan takip eden yaban domuzu yavrularını gördük.:)



Bu çamurlu botlarla araca binemezdik. Köydeki caminin bahçesindeki çeşmede başladı temizlik. Yağmur yağdıkça yağdı. Rüzgar estikçe esti. Musalla taşının üstünü kapatan derme çatma sundurmanın altında dizildik. Yukarıdakine "O gün bugün değil bizi bekleme. Bugün son durak deniz" dedik. :)



Akkonak Köyü'ne geldiğimizde ilk durağımız Akarsu Camping'deki Barış Bahçesi'ydi. Sevgiyle andık Barış Akarsu'yu. "Hava ile bütün su ile bütün güneş ile bütün şehrin bıraktığı zamanki gibi" olmadığını O'na söylemedik.



Fırtınada denize doğru geldik. Küçük bir kulübede içimiz ısınsın diye sıcak bir şeyler içip biraz dinlendik. Karadeniz'in dalgalarından dolayı Delikli Şile'den geçemediğimiz için de dileklerimizi başka bir güne erteledik.       



"Kalbinizden sevgiyi hiç eksik etmeyin; çünkü sevgi her şeyin anahtarıdır ve paylaştıkça çoğalır."  Barış Akarsu




Teşekkürler Dünya!     

    


19 Kasım 2024 Salı

ÇAMBU GÖLDERESİ ŞELALESİ

Yağmurdan sonra kısa bir film bu ve her pazar gösterimde. Caddeler, yollar, ağaçlar hatta deniz bile yıkandı o son güzel yağmurda. Sonra bir gün dinlenme molası verdi kendine yağmur. Sıra ruhumuzda, yıkanmak için yeni bir orman banyosunda. Çantalarımız sırtımızda, sabahın o sisli soğuğunda. Yollardayız yeniden ve herkes hala mışıl mışıl uykusundayken. Durduk Çakraz'a az biraz zaman kala, kimimiz dalıp gitti iki mavili deniz manzarasına, kimimiz de tutundu bir ağacın dalına. Topladığı yemişleri, paylaştı birer birer dua eder gibi açılan avuçlara. Şoförümüzün evinin bahçesinde ocak kurup kazanda pişirdiği mısırların kokusu yayılıyor. Küre Dağları'nın kollarından güneş yükseliyor. Ve Karaman Köyü'nün altına yapılan tünellerin yolu iki evin salonundan geçiyor.



Selam Doğa Ana. Bugün yine ne kadar güzelsin. Hazırsan başlıyoruz biz yürümeye. Hissediyoruz daha en başında bugün çok güzel geçecek diye. Geçiyor da gerçekten. Yavaş yavaş atıyoruz adımlarımızı. Ve sık sık duraklıyoruz ilk etapta. Nereye baksak ayrı güzellik. Her tarafımızda sonbahar renkleri; sarı, kahverengi ve kızıla çalan yapraklar, arkamızda ise masmavi deniz. Denizin kokusu geliyor burnumuza sanki rüzgara uyup yükseliyor ormana kadar. Yağmurun ardından haliyle dağ yolları çamur içinde. Bata çıka ilerliyoruz zaman zaman. Yaşlı bir teyze çıkıyor karşımıza birden, sırtında taşıdığı yaklaşık 30 kiloluk kış armutlarıyla. "Hoşgeldiniz" diyor hiç durmadan geçip gidiyor yanımızdan ıssız orman yolunda.




Bir müddet sonra arkamızdan gelen bir patpatın sesini duyuyoruz. Köyde hiç iş biter mi? Doğada pazartesi yok, köylünün de pazar günleri. Duruyor yanımızda patpat. "Siz ne yapıyorsunuz burada" diyor patpatın şaşkın bakışlı sahibi "atlayın arkaya" diyor. Yok diyoruz biz şelaleye doğru yürüyoruz. "Allah Allah orası çok uzak nasıl yürüyeceksiniz dize çıkıyor çamur" diyor bu kez. "Biz zaten çamurda yürümeye geldik" diyoruz. Bir kez daha hayret eden bakışlarıyla "İyi siz bilirsiniz o zaman kolay gelsin" deyip şaşkınlığını üzerinden atamadan devam ediyor yoluna. Onun gidiş sebebi köyün işi bizimki birazcık da deli işi tabii.:) 




İlk molamızı 600 metrelik irtifa ile yangın kulesinde veriyoruz. Kulenin üstünde bir şeyler yiyip içerek yarım saat kadar dinleniyoruz. Ne tarafa baksak birbirinden güzel kareler yakalıyoruz burada. Küre Dağları'nın başlangıç kısmından tutun da  nesilden nesile ahşap tekne ve yat yapımının sürdürüldüğü Tekkeönü sahiline, masmavi ve uçsuz bucaksız Karadeniz'e ve oradan da Çakraz Seyir Tepesi'ne kadar bulunduğumuz noktadan kilometrelerce alanı olduğumuz yerde dönüp durup hayranlıkla izliyoruz.



Kısa molalar verdiğimiz uzun bir yürüyüş yapıyoruz bu kez. Çamurlu engebeli yoldan ilerliyoruz. Doğa derin bir sessizlik içinde adımlarımızı dinliyor sanki. Tertemiz havayı içimize çekip sanki tüm yüklerimizden arınıyoruz verdiğimiz her nefeste. Yoruluyoruz elbette ama yorgunluğu hiç hissetmiyoruz, doğada olmanın keyfi daha ağır basıyor giderek. Çamurlu sular, dikenler, devrilmiş ağaçlar, uçurumlar hepsi olağan ve hepsine karşı umarsız bir ruh hali sarıyor bizi. Yolda yeniden patpatın sahibi ile karşılaşıyoruz ve yine 'Şelale yolu çok çamur" deyip şaşkın bir halde soruyor; "Emin misiniz?" :)




Ve nihayet olağanüstü bir güzelliğin içinde bir süre dinlenmek ve suların şarkısını dinlemek için Gölderesi Şelalesi'ne varıyoruz. Bartın küçük bir il ama il sınırlarının kapladığı alan muazzam doğa güzelliklerini içerisinde barındırıyor. Buralarda yaşamak bazı açılardan zor olabilir ama bu güzelliklere yakın olmak da bir o kadar şans. Şelaleyi izlemeye doyamıyorsunuz. 



Yazın şelaledeki gölete yüzmek için gelenler de oluyormuş. Her mevsimin ayrı bir güzelliği var elbette. Ancak sonbaharın renklerinde Gölderesi Şelalesi adeta romantik bir şiir gibi akıyor. Etrafındaki ağaçların yapraklarının her biri ayrı bir dizeyi fısıldıyor. İnsan gündelik yaşamında unuttuğu ya da törpülemek zorunda kaldığı duygusal yönünü yeniden keşfediyor. Devrilmiş bir ağaç kütüğünün üzerinde otururken not defterimdeki tüm kelimeler suya düşen seslerle yeni bir besteye dönüşüyor. 




Dönüş yolunda da yine kısa duraklamalarla fotoğraf ve video çekmeye çalışıyoruz. Ancak karşılaştırınca gözümüzle gördüğümüz manzaralar fotoğraf ve videoda çektiklerimizden çok daha güzel.


 

Bu eşsiz doğayı bazen sadece yaşamak ve öylece kendi haline bırakmak gerekiyor. Bir yerden sonra yol bitiyor ve yürüyüşlerimizdeki en eğlenceli su geçişlerinden birini daha gerçekleştiriyoruz. Gölderesi'nin gürül gürül akan sularından geçip karşı kıyıdan yolumuza devam ediyoruz.




18 kilometrelik yürüyüşümüzün bitiminde aracımızla bizi taze demlenmiş çay ile kamp ateşinin beklediği Kuzey Noktası Camping'e (North Point Camping) geçiyoruz. Karaman Köyü'nden ulaşılan Kuzey Noktası, alternatif bir dinlenme mekanı arayanlar için harika bir çadır kamp alanı ile karavanda konaklama hizmeti sunuyor.



Burada Bartın'a dönüş öncesi keyifli bir akşam vakti geçirdik. Sıcacık çaylarla ve kamp ateşiyle ısındık. Hava iyice kararmaya başlayınca da küçük koydaki şahane deniz manzarasına ve uykuya dalmış balıkçı teknelerine bir selam çakıp dönüş yoluna koyulduk Ertesi günün yağmurunu taşıyan bulutlar ufukta çoktan belirmişti.





Teşekkürler Dünya!   
  
 

KİTAP KARDEŞLİĞİ GALAKSİ YOLCULUĞUNDA

Bartın’da kitap severleri bir araya getiren ve kente alternatif bir kültür adası kazandıran Kitap Kardeşliği Bartın Topluluğu , sekizinci bu...