amasra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
amasra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ekim 2025 Perşembe

BARTIN'DAN AMASRA'YA YÜRÜMEK

Geçen yıl bu rotada yürümeyi çok istemiştim. Hala aklımda kalan, yürümek isteyip de henüz gerçekleştiremediğim birkaç rota daha var… BARDOSK74’ün yeni yürüyüş sezonu açılışı paylaşımını görür görmez, bu defa yağmur da yağsa çamur deryasında da yüzsek yürüyeceğim dedim. Hafta sonları rutinlerinden biridir Bartın’dan Amasra’ya gitmek… Bu sefer arabayla gitmenin konforunu bir kenara bırakıp, bambaşka bir yoldan; uzun, ince patikalardan yürüyerek ulaştık Karadeniz’in bu güzel kıyısına. Balıkçılar ve martılar karşıladı bizi. Özlemini çektiğim doğanın içindeki bu 15 kilometrelik yürüyüş, yalnızca Bartın’dan uzaklaşmak değildi. Geride kalan haftanın omuzlarımıza yüklediği her ne varsa hepsini üzerimizden atmak; varış noktasından çok, oraya varacak olmanın güzelliğini yaşadığımız o anların peşinden yürümekti. “Yürümenin Felsefesi”ni bir nevi böyle okumaktı…



Her zamanki bindiğimiz noktada yağmurdan sonra açan gökyüzünün tazelediğinde bizi başlangıç noktamıza götürecek olan aracımızı beklerken, önümüzde çok güzel bir günün bizi beklediğini hissettik. Bu güzel enerji sabahın erken saatlerinde deli deli yağan yağmurun dinişi gibi tüm sakinliği ve dinginliği ile üstümüze çökmüştü.




 
Başlangıçta nemli toprak kokusunu içimize çekerken, tenimize dokunan güneş ışıklarının giderek yükselen sıcaklığı bizi bir anda yaz mevsimine götürdü. Kocareis Köyü'nü geçer geçmez ormana ve sonbahara yüzünü dönmüş yamaçlara doğru adımlarımızı atar atmaz grubumuzla birlikte kuzeye doğru yol almaya başladık.




Kuytu köşelerde, uçurumların kenarında, vadilerin içlerinde ağaçların doğal bir şekilde kamufle ettiği evlerin yanından geçen bu yolda bir süre adım seslerimizden başka ses işitmez olduk. Sohbetler zaman zaman yerini içsel konuşmalara bıraktı. 



Rüzgar esti, adım seslerimize kulak kesilen uzaktaki ıssız köylerin huzursuz köpekleri havladı, botlarımıza yapışan çamurların çıkardığı gıcırtılı tuhaf sesler içimizde bir yerlerde unutulmuş ve yüzeyi pas tutmuş bakımsız bahçe kapılarının açılışının sesine dönüştü. İncelme molasında ise şehirde büründüğümüz tüm rolleri tek tek üzerimizden atarak doğaya geri döndük.  



İşte bu manzaranın tadını çıkarırken, “Mavi Duvar” şarkısından etkilenmiş ama duvarın rengini sonradan beğenmeyip de çekip gitmiş birinin yaptığına benzettiğim, tepedeki tek katlı bir evin bahçesinde dinlenme molası verdik. 


Yürüdüğümüz güzergah boyunca, Kazpınar Köyü’ne çıkan orman yoluyla kesişen yol ayrımına kadar, kestane ve defne ağaçlarının hoş kokulu yaprakları arasında ilerledik. Yere düşen minik kestanelerden tatmadan geçmedik. 


Şans getirdiğine inanılan defne yapraklarını ise, yemeklere kattığı lezzeti de düşünerek, doğadan bir tutam ödünç aldık. Biraz daha ilerlediğimizde köpek havlamaları iyice yakınımızdan gelmeye başladı. Gördük ki, çitlere av köpeklerini bağlayan bir avcı grubu, Milli Parklar'dan gelen görevlilerinin gözetiminde yaban domuzu avına çıkmış.




Artık deniz seviyesinde sona erecek olan yemyeşil yamaçlardan inmeye başlamıştık. Yaprak kıpırtılarının arasından görünen bir parça deniz mavisi, içinde bulunduğumuz renk cümbüşüne sonsuzluk kattı. 



Patikanın kenarında yükselen ve tatlı esintide hafifçe sallanan dağ çilekleri — yani buralardaki adıyla beydin — gizli gizli denize yaklaştığımızın haberini vermenin mahcubiyetini üzerlerinde taşır gibi kızarmaya başlamışlardı. 



Doğrusu, bu özel meyvenin tadına bakmadan da duramadık. Kararında tüketildiğinde sağlığa iyi gelen bu meyve ağaçlarının bulunduğu, denize bakan yamaçlarda kuşburnu meyveleri de avuçlarımıza birer yol ikramı gibi toplanıverdi.



Tarlaağzı Köyü'ne geldiğimizde meydandaki caminin önündeki banklarda grubun geride kalan kısmını beklemek için kısa bir mola verdik. Etrafta oyun oynayan çocuklardan başka kimse yoktu. 




Köyün sakinleri bu güneşli ve sıcak pazar gününü ya evlerinde ya da bahçelerinde geçiriyordu. Köyün içindeki yokuştan yürümeye devam ettik ve Tarlaağzı Limanı'na geldik. Burası yürüyüşümüzün son noktasıydı. Limandaki merdivenlerden plaj tarafına geçtik.




İyice acıkmıştık. Çayımızın eşliğinde sandviçlerimizi yerken, tepemizde martı çığlıkları, sakin bir ekim denizinin dalga kıpırtıları ve balıkçı motorlarının sesi bize eşlik etti. Yeme içme faslı bittiğinde, yorgunluğun da etkisiyle masmavi gökyüzüne ve hemen önümüzdeki denize karşı uzandık. 



Uzaktan bakınca, kıyıya vuran deniz sarhoşu balıklar gibiydik. Plajın simsiyah renkteki küçük çakıl taşları ise bu koyda bir şeylerin yolunda gitmediğini kulağımıza fısıldayıp duruyordu...







Teşekkürler Dünya! 








 




13 Temmuz 2025 Pazar

HAYATIN ZORLUKLARINA DAĞ GİBİ MEYDAN OKUYAN BİLGE KADIN: GÜLSEN SALMAN

Onun ilham veren ve hayranlık uyandıran hikayesini kısmen de olsa önce kendi ağzından dinleme ayrıcalığına sahip olmuştum. Paylaştığı kıymetli anılarını kelimelere dökmek ve kayıt altına almak ise benim için tarifsiz bir onur. “Olur”unu alır almaz, yine en iyi bildiğimi düşündüğüm şeye, kalemime sarıldım. Sorduğum her soruya içtenlikle ve sabırla yanıt vermesi, bana kendimi çok değerli hissettirdi. Çünkü burada yazılanlar yalnızca geçmişe değil, onun hala temas ettiği, farkındalık yarattığı gelecek nesillere de ışık tutacak. Gülsen Salman Hocamız... Ve geçtiğimiz yıl yayınladığım bir yazımda ondan ilk kez söz ettiğim şekliyle "En güzel dağ çiçeğimiz, bilge yol arkadaşımız"… Ona dair sorular sorma cesaretini sonunda kendimde bulabildim. Çünkü fark ettim ki, bugüne kadar doğru dürüst bir soru sormamışım. “Hocam çadırları topluyor muyuz?” ya da “Molamız ne zaman bitiyor?” gibi birkaç kamp ve doğa yürüyüşü rutininden öteye geçememişim. Oysa onun her sözü, doğada attığı her adım, anlattığı her bitki öyküsü; bir pınar gibi akıp hem zihnimize hem ruhumuza işledi. Şimdi, birlikte nice yollara, nice kamp akşamlarına dair yeni hayaller kurarken gelin, biraz da onun hikayesine kulak verelim.




Gülsen Salman: Türkiye Sevdalısı Bir Eğitim Neferi

Köy Enstitüsü mezunu bir eğitimci, yazar ve gazeteci babanın kızı olarak dünyaya geldim. Zonguldak Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra ilkokul öğretmeni olarak meslek hayatıma başladım. Sporcu ruhum beni Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’ne taşıdı. Hem dönemimin hem de sistemin zorluklarını birebir yaşadım. Ama hiçbir zaman yılmadım.

Doğaya duyduğum tutkuyla, çocuklara olan sevgimle ve Türkiye’ye olan inancımla yol almaya devam ettim. Çünkü ben, bu topraklara yürekten bağlı bir Türkiye sevdalısıyım.




Bir Tutkunun Peşinden Bartın'a ve BARDOSK 74'e Uzanan Yolculuk

Yıl 2010. Bir doğa yürüyüşüyle başlayan yolculuğum, Ankara’da lisanslı sporcu olarak sürdürdüğüm yoğun dağcılıkla tutkuya dönüştü. Yıllar sonra torun sevgisiyle geldiğim Bartın, bana doğduğum toprakların tüm koku ve dokusunu hatırlattı. Bu güzel kent, içimdeki doğa sevgisini yeniden yeşertti.

2018 yılında, aynı tutkuyu paylaşan insanlarla birlikte kurduğumuz Bartın Dağcılık ve Doğa Sporları kısa adıyla BARDOSK 74 adlı kulübümüz, o günden bu yana doğayla iç içe, dostlukla omuz omuza yürüdüğümüz bir yuvaya dönüştü. Kurucu başkan olarak hala bu ailenin bir parçası olmaktan onur duyuyorum.




BARDOSK 74'ün Ambleminde Saklı Olanlar

Kulübümüzün amblemi yalnızca yürüyüşleri ve kampları değil, taşıdığı değerleri ile doğayla iç içe bir yaşam felsefesini ve birlikte yol almanın gücünü simgeliyor. Amblemimizde Bartın'ın eşsiz doğal oluşumlarından biri olan Güzelcehisar Lav Sütunlarında bir tırmanışçı yer alıyor. Sütunların eteğinde ise bir kamp alanı görülüyor. Aynı zamanda renklerimiz de güçlü anlamlar taşıyor. Mor, kadının yalnızca dağcılık ve doğa sporlarında değil, hayatın her alanındaki mücadele ve direnişini temsil ediyor. Sarı ise doğadaki en görünür renk olması sebebiyle, kulübümüzün yolunu aydınlatan bir simgeye dönüşüyor. 



BARDOSK 74 Neler Yapıyor?

BARDOSK 74 ekibi olarak, doğaya olan tutkumuzu paylaşmak ve bu tutkuyu bilinçli bir şekilde yaşatmak adına çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Doğa yürüyüşleri, kamp organizasyonları, eğitim faaliyetleri ve dağ tırmanışları gibi pek çok alanda aktifiz. Ayrıca Türkiye Dağcılık Federasyonu ile ortak etkinlikler gerçekleştiriyor, bu iş birlikleri sayesinde deneyim alanımızı genişletiyoruz. Etkinliklerimizi daha etkili ve güvenli bir şekilde hayata geçirebilmek için kurumsal düzeyde de güçlü bir koordinasyon sağlıyoruz. Bartın Valiliği, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü, Küre Dağları Milli Parklar Müdürlüğü ve İl Sağlık Müdürlüğü ile iş birliği içerisinde çalışıyor; her adımda doğaya ve katılımcılarımıza karşı sorumluluğumuzu gözetiyoruz.




Doğa Sevgisi Küçük Yaşta Başlar

Sadece yetişkinler için çalışmıyoruz. Amasra TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) İlçe Sorumlusu olarak, miniklere doğa sevgisi aşılıyor ve doğayı korumanın yollarını öğretiyoruz. Bu kapsamda çocuklarla birlikte yürüyüşler düzenliyor, doğayla iç içe etkinlikler gerçekleştiriyoruz.




Unutamadığı Anısı: Elbruz Zirvesi

Elbruz zirvemi asla unutamıyorum. Grup, hava şartları nedeniyle geri dönüş kararı almıştı. Ancak ben, Türkiye Dağcılık Federasyonu eğitimlerini almış olmanın verdiği özgüvenle, zirveye tek başıma çıkmaya karar verdim. Bugün dönüp baktığımda, bunun yanlış bir karar olduğunu çok net görüyorum. Çünkü dağlar, fazla özgüveni sevmez. Hele ki zirveler… Orada doğa, her zaman son sözü söyler.

Zirveye ulaştığımda, o anı belgelemek için eldivenimi çıkardım. Tam da o sırada, oraya ulaşan bir Rus grubu ile karşılaştım. Tek başıma, üstelik bir kadın olarak orada olmama oldukça şaşırmışlardı.




Ama ben o şaşkınlığın çok ötesinde, hayatımın tehlikeye girdiği bir farkındalıkla karşı karşıyaydım. Eldivenimi elimde sanıyordum ama meğer o, zirvedeki şiddetli fırtınada uçup gitmiş. Donma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Neyse ki Rus ekip oradaydı. Onlar olmasaydı belki de bugün bunları anlatamıyor olurdum.



Biraz ileride, bir işaret direğine takılmış tek bir eldiven gördüm. Uçup giden eldivenimin yönünde ama başka birine ait ve sağ elime uygun bir eldivendi. Orada öylece duruyordu. Bu bir mucizeydi. O kadar mutlu olmuştum ki anlatamam. Hemen uçup giden eldivenimin yerine o hayatımı kurtaran başkasına ait o eldiveni giydim. Sanki bu ilahi bir hediyeydi. 

Karabinamı Rus grubun ip birliğine sabitledim. Beni ekiplerinden çıkarmadılar, aralarına aldılar. Ve o andan sonra, başlangıç konteynerine kadar hep birlikte iniş yaptık. O gün yaptığım şey çok büyük bir hataydı. Ama hala inanıyorum ki, orada bir el beni hep korudu. Bugün bile o anı düşündüğümde içimden sadece bir söz geçiyor: "Şükür"




Doğada Ayak İzimizden Başka Hiçbir Şey Bırakmıyoruz

Bu söz, yalnızca bir motto değil, aynı zamanda bizim için bir yaşam biçimi. Her adımımızda doğayı korumayı, ona zarar vermeden var olmayı ve geride sadece iz bırakmadan dönmeyi ilke ediniyoruz.



Erkek egemenliğiyle bilinen bu spor dalında, özellikle kadınları ve çocukları doğaya yaklaştırmayı önemsiyoruz. Onlara bu alanı sevdirmeyi, Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) eğitimlerine yönlendirerek profesyonel düzeyde gelişmelerine destek olmayı hedefliyoruz.



Misyonumuz ve Vizyonumuz

Doğanın içinde yürürken flora ve faunaya zarar vermeden, farkındalıkla ve doğayı hissederek yol almak. Her etkinlikte katılımcılara bu hassasiyeti aşılamak ve birlikte öğrenmek.

Doğada yürümenin sadece fiziksel bir etkinlik değil, aynı zamanda bir felsefe olduğuna inanıyoruz. İçselleştiren, fark eden, saygı duyan bir doğa yürüyüşü kültürünü yaygınlaştırmak ve her yaştan bireyi bu yolda buluşturmak en büyük hayalimiz.





Yeni Proje ve Etkinliklere Hazırlık

2018 yılından bu yana üzerinde çalıştığımız bir konu var: Bartın’da doğa yürüyüşü yapılabilecek parkurların belirlenmesi ve işaretlenmesi. Bu süreçte tüm parkurlarımız hazır hale getirildi.



Kültür rotalarıyla koordineli bir şekilde çalışıyor, bu rotaların sürdürülebilir bir altyapıya kavuşması için emek veriyoruz. Hedefimiz, Bartın’a gelen doğa severlerin kamp yaparak, önceden belirlenmiş ve işaretlenmiş bu güzel yollarda güvenle yürüyebilmesini sağlamak.

Bu projelerin hayata geçmesi için çalışmalarımız devam ediyor. Aynı zamanda bu rotaların birer kültür rotası olarak tescillenmesi yönünde de girişimlerimizi sürdürüyoruz.




Ve Son Söz

Gülsen Salman Hocamız ile tanışmış olmak, doğada onun liderliğinde ve izlerinde yürümek büyük bir şans. Ayrıca BARDOSK 74'ün bir üyesi olmak, fırsat buldukça onun sarı renk formasıyla yürüyüşlere ve tırmanışlara katılmak bana ayrı bir mutluluk veriyor. Biz her şeyimizi doğanın içinde paylaştık.




Bizi buluşturan, doğa ananın kucağıydı:
Rüzgarda bir yaprak hışırtısı,
Kamp çadırının üzerine düşen yağmur damlalarının sesi,
Derelerin çığlığı,
Yaban hayvanlarının ayak izleri,
Kamp ocağında demlenen çayın buharı,
Gece yürüyüşünde kafa lambalarımıza üşüşen sineklerin kıpırtıları
Ve yıldızların altındaki muhabbetler...

Ve eminim, yaylalarda gecenin karanlığını bölen dolunay ışığında,
Bir ormanın kuytusundaki mor renkli çiçeklerde
Varlığını hep sürdürecek bu kulüp.

Kuzeyde, kıyıda, bu hikaye sürecek...


Teşekkürler, Güzel Bilgemiz Gülsen Salman!



5 Haziran 2025 Perşembe

BİZİM BÜYÜK BULUŞMAMIZ: AMASRA'DA KİTAP VE MÜZİK DOLU BİR AKŞAM

Kitap dostlarını bir araya getiren 'Kitap Kardeşliği Bartın Topluluğu', altıncı buluşmasını mavi ile yeşilin buluştuğu Amasra'da gerçekleştirdi. Bu ayki buluşmada, Çağdaş Türk Edebiyatı’nın özgün kalemlerinden Barış Bıçakçı’nın "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" adlı romanını değerlendiren topluluk üyeleri, romanla aynı adı taşıyan filmin bazı sahnelerinin de çekildiği Karadeniz'in incisi tarihi Amasra kentinde, denizin kıyısındaki Sesamos Cafe'de bir araya geldi. Topluluk üyeleri, romanın oldukça dikkat çeken samimi ve duygusal dili, karakterlerin iç dünyasındaki ikilemleri ve dostluk teması etrafında şekillenen anlatısını tartışırken, aynı zamanda Barış Bıçakçı’nın edebi üslubunun şiirselliği üzerine derinlikli bir sohbet gerçekleştirdi. Ayrıca bu ayki buluşmada, "Sisli Puslu Evler" adlı romanıyla edebiyat dünyasına merhaba diyen değerli yazar Zeynep Horuzoğlu konuk oldu. Katılımcılar, yazarın kişisel hikayesini ve romanın yazım sürecini bizzat kendisinden dinleme fırsatı buldu.



Elif Günbey Vural'ın moderatörlüğünde gerçekleşen 'Amasra Buluşması'nda, Barış Bıçakçı’nın 2004 yılında yayımlanan romanı "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" tüm edebi yönleriyle ele alındı.




Topluluk üyeleri; dostluktan şiirlere, aşktan mevsimlere, anılardan Ankara’ya kadar uzanan kişisel hikayelerle örülü roman değerlendirmelerini, duvarlarına denizin kokusu ve tarihin izleri sinmiş, edebiyatın büyüsüyle ilham veren Amasra’da keyifli bir akşam eşliğinde paylaştı.



Katılımcılar, yazarın kelimelerle kurduğu sakin ve duygu yüklü bir dünyada dolaşırken; geç kalmanın, yaşanması mümkünken yaşamamayı tercih etmenin ve aşk ile dostluk arasında sıkışan seçimlerin çaresizliğini tartıştılar.



Sohbetin ikinci bölümünde ise topluluk üyeleri, konuk yazar Zeynep Horuzoğlu ile tanışma fırsatı buldu. Yazar, ilk romanı olan "Sisli Puslu Evler" i tanıtarak, kişisel hikayesini, yazım sürecini, romanın yayımlanma sürecindeki zorlukları ve yıllara yayılan emeğini samimiyet ve içtenlikle paylaştı. Kitabı edinmiş olan okuyucular da yazar Horuzoğlu’nun ilk roman heyecanına ortak olarak kitaplarını imzalatma fırsatı buldu.



Edebiyat dolu bir sohbetin sonunda ise katılımcılar, gitar tınıları ve şarkılar eşliğinde keyifli anlar paylaşarak unutulmaz bir buluşmanın daha keyfini yaşadı.




Kitap Kardeşliği Bartın üyeleri, bir sonraki kitap buluşmalarını 26 Haziran tarihinde Bartın’da gerçekleştirmek üzere sözleşti. Katılımcılar, Haziran ayı buluşmasında Rus Klasikleri deyince akla ilk gelen isimlerden Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin 'Beyaz Geceler' adlı romanını Müge Bayraktar'ın moderatörlüğünde konuşacak.




4 Mayıs 2025 Pazar

ANADOLU'DA TEK: KUŞ KAYASI YOL ANITI

Amasra Tüneli açıldığından bu yana Bartın ile Amasra’yı birbirine bağlayan eski yol sessizce unutuldu. Kazpınarı Köyü’nün içinden geçip tarihi Kuş Kayası Yol Anıtı’nın yanından kıvrılarak devam eden bu güzergah, yıllarca Amasra’ya ulaşmanın en doğal, en yeşil ve aslında tek yoluydu. Virajları ve engebeleriyle meşhur olan bu yol, köylerin arasından, bahçe ve tarlaların kıyısından geçerken sunduğu manzaralarla herkesin hafızasında iz bırakmıştı. Geçtiğimiz hafta sonu, çok uzun bir aradan sonra bu eski yola yeniden saptık. Eskiden yolumuzu kahverengi Amasra tabelası gösterirdi, şimdi ise o tabela yalnızca yeni yol için, mavi renkte yön gösteriyor. Eski yolun girişinde ise artık sadece kahverengi Kuş Kayası Yol Anıtı tabelası göze çarpıyor. Biz de direksiyonu Yol Anıtı’na doğru kırdık ve ilginç izlenimlerle günü noktaladık.




Kaderine Terk Edilmiş Bir Yol

Eskiden de dar ve zorlu olan bu yol, şimdi adeta kaderine terk edilmiş durumda... Asfalt neredeyse tamamen bakımsız ve yeni doğal gaz hattının geçtiği yerlerde oluşan çukurlar yüzünden araç içinde savrulmamak imkansız. Yolda rastladığımız araç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Minibüslerin ara durak olarak kullandıkları ve önlerinde yolcu indirip bindirdikleri köy kahvehanelerinin ise kapısına çoktan kilit vurulmuş. 




Doğa ise hala zarif ve cömert; bu dar yolun sağından ve solundan sizi tüm güzelliğiyle kuşatıyor. Manzara gerçekten etkileyici ama artık bu yoldan gitmek eskisinden çok daha zahmetli. Kuş Kayası gibi eşsiz bir tarihi anıtın ve yemyeşil doğanın içinden geçen bu güzergahın tamamen unutulması gerçekten üzücü... İster istemez akıllara "Neden bu yol, alternatif yeşil bir rota olarak yeniden düzenlenip canlandırılmıyor?" sorusu düşüyor. Üstelik bu yol, yalnızca bizim gibi nostalji sevenler için değil, çevresindeki köylerde yaşayanların daha rahat ulaşımı için de büyük bir önem taşıyor.



Küçük Bir Çay Bahçesi ve Park Alanı

Kuş Kayası Yol Anıtı'na çıkan merdivenlerin bulunduğu alanın karşısında aracınızı park edebileceğiniz çok kısa ve dar bir cep vardı eskiden. Şimdi ise burada bir çay bahçesinin tahtadan yapılmış masa ve sandalyeleri deniz manzarasına doğru dizilmiş. Çay bahçesi  yaz sezonunda hizmet veriyor ki şimdilik ortalıkta kimsecikler yok. Araç parkı için de bu alan biraz daha genişletilmiş ve birkaç aracın yan yana park edebileceği bir hale getirilmiş. 



Ahşap Merdivenlerden Doğanın Kalbine Giderken

Yolun karşısına geçip Kuş Kayası'nın ahşap merdivenlerine doğru yöneliyoruz. Olağanüstü güzellikteki rengarenk çiçeklerin ve yeşilin bin bir tonunu üzerine giyinmiş ağaçların arasından adım adım çıkmaya başlıyoruz. Her basamakta doğanın büyüsüne kapılmamak imkansız. Bu yüzden fotoğraf çekmek için sık sık duraklıyoruz. Merdivenler oldukça dik bir yamaca kurulmuş.






Bu nedenle çıkış esnasında kısa molalar vermek için yapılmış birkaç dinlenme alanı bulunuyor. Ancak, yola yakın olan bu alanların bir kısmı heyelan ve çökme tehlikesi nedeniyle kapatılmış durumda. Üzerlerinde tehlike uyarı yazıları yer alan güvenlik bariyerleri mevcut ama doğrusu pek caydırıcı bir etki bırakmıyor. Neyse ki merdivenlerin kendisinde şimdilik bir sorun görünmüyor. Her adımda biraz daha yükselirken hem etrafımızın sessizliği hem de doğanın büyüleyen güzelliği insanda hayranlık uyandırıyor.




Kuş Kayası Yol Anıtı'nda Zamanın İzleri

Amasra’ya dört kilometre mesafede, kelimenin tam anlamıyla doğanın koynuna gizlenmiş bu etkileyici anıta ulaşıyoruz. Üç bin yıllık tarihi geçmişe tanıklık eden bu yapı, Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Claudius adına Gaius Julius Aguilla tarafından M.S. 41–54 yılları arasında yaptırılmış. Anadolu’da benzeri olmadığı bilinen bu anıt; kayalara oyulmuş insan figürlü başsız bir heykel, hakimiyeti simgeleyen bir Roma kartal figürü ve iki kitabeden oluşuyor.




Buraya vardığımızda, ister istemez binlerce yıl öncesini hayal ediyoruz. Nereden geldik, nereye gidiyoruz; bu kayalardaki kabartmaların yapıldığı o anı, artık yerinde olmayan çeşmeyi ve heykellerin ilk hallerini merak ediyoruz. Tüm bu düşünceler, çektiğimiz birbirinden güzel fotoğraflarla birlikte binlerce yıl sonrasına aktarılacak yeni sorularla harmanlanıyor.


Kitabelerde “Devletlerarası barış ve dostluk adına ve İmparator Germanicus’un hakimiyeti anısına, Gaius Julıus Aquila dağı yardı ve bu dinlenme yerini kendi özel ödeneği ile yaptırdı” ibaresi bulunuyor.




Anıtın önünden geçen ve zamanında atılmış her bir adımı tarihi bir sırla mühürleyen taşların oluşturduğu Roma Yolu, yaklaşık 1 kilometre aşağıda Cevizlik Vadisi'nde yer alan Kemerdere Köprüsü'ne kadar uzanıyor.



Heykellerin ve figürlerin yanından ayrılıp, kayaların üzerinden akan suların sesini takip ediyoruz. Tarihi yoldan günümüze kalan kısımlarda, yemyeşil ağaçların dallarıyla kaplı bir gökyüzü altında, ilginç kaya biçimlerinin bulunduğu bir alana ulaşıyoruz. Buradan sonrası tehlike arz ettiğinden daha fazla ilerlemeden geri dönüyoruz. Yaprakların arasından süzülen güneş ışıkları eşliğinde bir parça deniz, bir parça mavi bize gülümsüyor. Ancak kayaların arasında gözümüze çarpan çöp ve atıklar keyfimizi kaçırıyor. İçimden, “Bu coğrafyada bu güzelliği hak etmeyen insanlar yaşıyor” demekten kendimi alamıyorum.




Doğanın rengine uyum sağlayan o zarif ahşap merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başlıyoruz. Birden, Yol Anıtı'nın heykel ve figürlerinin yüzyıllardır seyrine doyamadığı o deniz manzarasına gitmek geliyor içimizden. "Hadi!" diyoruz ve adım adım yol kenarına kadar iniyoruz. Merdivenlerden inerken zihnimizde yeni bir rota oluşuyor; arkamızda sessiz ve masalsı bir ormanın içinden geçen o tarihi yoldan Amasra’ya ya da denize doğru yürüyebilmenin hayali peşimizi bırakmıyor.

Asker Suyu’ndan Bakacak ve Tarlaağzı’na

Bir zamanlar en güzel Amasra manzarası fotoğraflarının çekildiği, küçük bir pazarın kurulduğu ve şimdilerde kimselerin uğramadığı Bakacak'ta bir süre duraklıyoruz. Ondan önce, aynı yol güzergahında bulunan ve bir zamanların meşhur Asker Suyu Çeşmesi'ne bir selam veriyoruz. Asker Suyu, 1980'li yılların sonunda Amasra Taş Kömürleri İşletmesi'nin kömür çıkarma faaliyetlerinden nasibini almış ve su kaynağı yer altının derinliklerinde kaybolmuş...




Ana yoldan ayrılıp 5 kilometre mesafede Tarlaağzı Limanı'na giden yolda ilerliyoruz. Solumuzda yemyeşil ekili bahçeler ve ormanlık alana doğru uzanan engebeli araziler; sağımızda ise deniz manzaralı evler ile son yıllarda artış gösteren turistik faaliyetlerin etkisiyle ortaya çıkan bungalov oteller ve teraslar sıralanıyor. Parke taşlı yolda ulaşım oldukça rahat. Rahat olmasının nedeni ise hemen yakında, doğanın bağrına saplanmış kırmızı bir hançer gibi yükselen kulesiyle HEMA'ya (Hattat Enerji ve Maden A.Ş.) ait maden tesisinin bu bölgede faaliyet göstermesi...




Yakın zamanda yenilenen Tarlaağzı Limanı'na varıyoruz. Burası özellikle Amasra ve çevresindeki kalabalıktan kaçanlar için alternatif bir denize girme noktası. Liman içi, yaz aylarında belirli bir yoğunluğa ulaşsa da şu günlerde sakinlik arayanlar için ideal bir durak. Olta atmak isteyenler, limanı çevreleyen beton zemine masa ve sandalyelerini kurup manzaranın keyfini çıkarıyor. 




Limanda sıralanmış balıkçı tekneleri ve barınaklar ise gelecek av sezonunu beklemek üzere dinlenmeye çekilmiş durumda. Tarlaağzı Limanı'nın hemen dışında bir kum plaj yer alıyor. Bu doğal oluşumun bir kısmı çeşitli müdahaleler nedeniyle bozulmuş olsa da sessizliği ve huzurlu kıyı ortamını arayanlar için hala cazip.






Doğa Alarm Veriyor

Uzun sayılabilecek ve yer yer taşlarla kaplı plajda yürüyüş yapmak oldukça keyifli olsa da, doğal oluşumların ve ilginç şekillerdeki kayalıkların bulunduğu bu sessiz koydaki çöp ve atıkların varlığı bir o kadar moral bozucu... Dalgaların kıyıya vurduğu atıklar ve bu küçük koyla buluşan derenin kirliliği, yalnızca ilgili kurumların değil, aynı zamanda yörede yaşayanların ve özellikle yaz aylarında gelen ziyaretçilerin duyarlılığıyla çözülebilecek bir sorun. Bu güzel coğrafyadaki çöp ve atık sorunu geçmiş yıllara nazaran gözle görülür derecede artış göstermiş durumda. Asıl beka meselesinin bu olduğuna dikkat çekecek bir farkındalık geliştirilmesi ve geniş kapsamlı bir sosyal sorumluluk seferberliği başlatılması şart gibi görünüyor.





Acil Eylem Şart

Tarlaağzı Plajı’ndan ayrılıp aynı yoldan geri dönmeye başlıyoruz. Bu kez son durağımız olan Gömü Köyü yönüne doğru sapacağız. Köy, geçtiğimiz yıllarda halkın büyük tepkisi sonucu durdurulan termik santral projesi sırasında kesilen zeytin ağaçlarıyla gündeme gelmişti. Tertemiz sokakları ve mis gibi havasıyla batı yönünden Amasra'ya yaklaşanlara adeta bir müjde gibi karşılık veriyor. Köyün yakınlarında, yaya olarak ulaşılabilen ve kamp alanı da bulunan Siyah İnci Plajı yer alıyor. Biz ise bu kez plaja inmeyi başka bir güne erteleyip köyün içinde biraz turladıktan sonra buradan ayrılıyoruz.







Kuş Kayası Yol Anıtı ile başlayıp Gömü Köyü’nde sonlandırdığımız bu kısa hafta sonu turunda, hem tarihle hem de doğayla iç içe olmanın heyecanını ve mutluluğunu yaşadık. Ancak bir yandan da çevre kirliliğinin ulaştığı tehlikeli boyutları tüm çıplaklığıyla gözlemledik. Son söz: Bu doğal güzellikleri kirletip kaybetmenin bir telafisi yok! Acil eylem şart.



Teşekkürler Dünya! 





KARADENİZ'DEN HAZAR'A ATEŞLER ÜLKESİNDE: AZERBAYCAN'DA GOBUSTAN VE ABŞERON TURU

Bu bölümde Azerbaycan gezimizin en heyecanlı gününe geldik. Ülkeye gelmeden önce bir tur firmasından satın aldığımız Gobustan (Kobustan ya d...