doğa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
doğa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Temmuz 2025 Pazar

HAYATIN ZORLUKLARINA DAĞ GİBİ MEYDAN OKUYAN BİLGE KADIN: GÜLSEN SALMAN

Onun ilham veren ve hayranlık uyandıran hikayesini kısmen de olsa önce kendi ağzından dinleme ayrıcalığına sahip olmuştum. Paylaştığı kıymetli anılarını kelimelere dökmek ve kayıt altına almak ise benim için tarifsiz bir onur. “Olur”unu alır almaz, yine en iyi bildiğimi düşündüğüm şeye, kalemime sarıldım. Sorduğum her soruya içtenlikle ve sabırla yanıt vermesi, bana kendimi çok değerli hissettirdi. Çünkü burada yazılanlar yalnızca geçmişe değil, onun hala temas ettiği, farkındalık yarattığı gelecek nesillere de ışık tutacak. Gülsen Salman Hocamız... Ve geçtiğimiz yıl yayınladığım bir yazımda ondan ilk kez söz ettiğim şekliyle "En güzel dağ çiçeğimiz, bilge yol arkadaşımız"… Ona dair sorular sorma cesaretini sonunda kendimde bulabildim. Çünkü fark ettim ki, bugüne kadar doğru dürüst bir soru sormamışım. “Hocam çadırları topluyor muyuz?” ya da “Molamız ne zaman bitiyor?” gibi birkaç kamp ve doğa yürüyüşü rutininden öteye geçememişim. Oysa onun her sözü, doğada attığı her adım, anlattığı her bitki öyküsü; bir pınar gibi akıp hem zihnimize hem ruhumuza işledi. Şimdi, birlikte nice yollara, nice kamp akşamlarına dair yeni hayaller kurarken gelin, biraz da onun hikayesine kulak verelim.




Gülsen Salman: Türkiye Sevdalısı Bir Eğitim Neferi

Köy Enstitüsü mezunu bir eğitimci, yazar ve gazeteci babanın kızı olarak dünyaya geldim. Zonguldak Öğretmen Okulu'ndan mezun olduktan sonra ilkokul öğretmeni olarak meslek hayatıma başladım. Sporcu ruhum beni Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü’ne taşıdı. Hem dönemimin hem de sistemin zorluklarını birebir yaşadım. Ama hiçbir zaman yılmadım.

Doğaya duyduğum tutkuyla, çocuklara olan sevgimle ve Türkiye’ye olan inancımla yol almaya devam ettim. Çünkü ben, bu topraklara yürekten bağlı bir Türkiye sevdalısıyım.




Bir Tutkunun Peşinden Bartın'a ve BARDOSK 74'e Uzanan Yolculuk

Yıl 2010. Bir doğa yürüyüşüyle başlayan yolculuğum, Ankara’da lisanslı sporcu olarak sürdürdüğüm yoğun dağcılıkla tutkuya dönüştü. Yıllar sonra torun sevgisiyle geldiğim Bartın, bana doğduğum toprakların tüm koku ve dokusunu hatırlattı. Bu güzel kent, içimdeki doğa sevgisini yeniden yeşertti.

2018 yılında, aynı tutkuyu paylaşan insanlarla birlikte kurduğumuz Bartın Dağcılık ve Doğa Sporları kısa adıyla BARDOSK 74 adlı kulübümüz, o günden bu yana doğayla iç içe, dostlukla omuz omuza yürüdüğümüz bir yuvaya dönüştü. Kurucu başkan olarak hala bu ailenin bir parçası olmaktan onur duyuyorum.




BARDOSK 74'ün Ambleminde Saklı Olanlar

Kulübümüzün amblemi yalnızca yürüyüşleri ve kampları değil, taşıdığı değerleri ile doğayla iç içe bir yaşam felsefesini ve birlikte yol almanın gücünü simgeliyor. Amblemimizde Bartın'ın eşsiz doğal oluşumlarından biri olan Güzelcehisar Lav Sütunlarında bir tırmanışçı yer alıyor. Sütunların eteğinde ise bir kamp alanı görülüyor. Aynı zamanda renklerimiz de güçlü anlamlar taşıyor. Mor, kadının yalnızca dağcılık ve doğa sporlarında değil, hayatın her alanındaki mücadele ve direnişini temsil ediyor. Sarı ise doğadaki en görünür renk olması sebebiyle, kulübümüzün yolunu aydınlatan bir simgeye dönüşüyor. 



BARDOSK 74 Neler Yapıyor?

BARDOSK 74 ekibi olarak, doğaya olan tutkumuzu paylaşmak ve bu tutkuyu bilinçli bir şekilde yaşatmak adına çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Doğa yürüyüşleri, kamp organizasyonları, eğitim faaliyetleri ve dağ tırmanışları gibi pek çok alanda aktifiz. Ayrıca Türkiye Dağcılık Federasyonu ile ortak etkinlikler gerçekleştiriyor, bu iş birlikleri sayesinde deneyim alanımızı genişletiyoruz. Etkinliklerimizi daha etkili ve güvenli bir şekilde hayata geçirebilmek için kurumsal düzeyde de güçlü bir koordinasyon sağlıyoruz. Bartın Valiliği, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü, Küre Dağları Milli Parklar Müdürlüğü ve İl Sağlık Müdürlüğü ile iş birliği içerisinde çalışıyor; her adımda doğaya ve katılımcılarımıza karşı sorumluluğumuzu gözetiyoruz.




Doğa Sevgisi Küçük Yaşta Başlar

Sadece yetişkinler için çalışmıyoruz. Amasra TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) İlçe Sorumlusu olarak, miniklere doğa sevgisi aşılıyor ve doğayı korumanın yollarını öğretiyoruz. Bu kapsamda çocuklarla birlikte yürüyüşler düzenliyor, doğayla iç içe etkinlikler gerçekleştiriyoruz.




Unutamadığı Anısı: Elbruz Zirvesi

Elbruz zirvemi asla unutamıyorum. Grup, hava şartları nedeniyle geri dönüş kararı almıştı. Ancak ben, Türkiye Dağcılık Federasyonu eğitimlerini almış olmanın verdiği özgüvenle, zirveye tek başıma çıkmaya karar verdim. Bugün dönüp baktığımda, bunun yanlış bir karar olduğunu çok net görüyorum. Çünkü dağlar, fazla özgüveni sevmez. Hele ki zirveler… Orada doğa, her zaman son sözü söyler.

Zirveye ulaştığımda, o anı belgelemek için eldivenimi çıkardım. Tam da o sırada, oraya ulaşan bir Rus grubu ile karşılaştım. Tek başıma, üstelik bir kadın olarak orada olmama oldukça şaşırmışlardı.




Ama ben o şaşkınlığın çok ötesinde, hayatımın tehlikeye girdiği bir farkındalıkla karşı karşıyaydım. Eldivenimi elimde sanıyordum ama meğer o, zirvedeki şiddetli fırtınada uçup gitmiş. Donma tehlikesiyle karşı karşıyaydım. Neyse ki Rus ekip oradaydı. Onlar olmasaydı belki de bugün bunları anlatamıyor olurdum.



Biraz ileride, bir işaret direğine takılmış tek bir eldiven gördüm. Uçup giden eldivenimin yönünde ama başka birine ait ve sağ elime uygun bir eldivendi. Orada öylece duruyordu. Bu bir mucizeydi. O kadar mutlu olmuştum ki anlatamam. Hemen uçup giden eldivenimin yerine o hayatımı kurtaran başkasına ait o eldiveni giydim. Sanki bu ilahi bir hediyeydi. 

Karabinamı Rus grubun ip birliğine sabitledim. Beni ekiplerinden çıkarmadılar, aralarına aldılar. Ve o andan sonra, başlangıç konteynerine kadar hep birlikte iniş yaptık. O gün yaptığım şey çok büyük bir hataydı. Ama hala inanıyorum ki, orada bir el beni hep korudu. Bugün bile o anı düşündüğümde içimden sadece bir söz geçiyor: "Şükür"




Doğada Ayak İzimizden Başka Hiçbir Şey Bırakmıyoruz

Bu söz, yalnızca bir motto değil, aynı zamanda bizim için bir yaşam biçimi. Her adımımızda doğayı korumayı, ona zarar vermeden var olmayı ve geride sadece iz bırakmadan dönmeyi ilke ediniyoruz.



Erkek egemenliğiyle bilinen bu spor dalında, özellikle kadınları ve çocukları doğaya yaklaştırmayı önemsiyoruz. Onlara bu alanı sevdirmeyi, Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) eğitimlerine yönlendirerek profesyonel düzeyde gelişmelerine destek olmayı hedefliyoruz.



Misyonumuz ve Vizyonumuz

Doğanın içinde yürürken flora ve faunaya zarar vermeden, farkındalıkla ve doğayı hissederek yol almak. Her etkinlikte katılımcılara bu hassasiyeti aşılamak ve birlikte öğrenmek.

Doğada yürümenin sadece fiziksel bir etkinlik değil, aynı zamanda bir felsefe olduğuna inanıyoruz. İçselleştiren, fark eden, saygı duyan bir doğa yürüyüşü kültürünü yaygınlaştırmak ve her yaştan bireyi bu yolda buluşturmak en büyük hayalimiz.





Yeni Proje ve Etkinliklere Hazırlık

2018 yılından bu yana üzerinde çalıştığımız bir konu var: Bartın’da doğa yürüyüşü yapılabilecek parkurların belirlenmesi ve işaretlenmesi. Bu süreçte tüm parkurlarımız hazır hale getirildi.



Kültür rotalarıyla koordineli bir şekilde çalışıyor, bu rotaların sürdürülebilir bir altyapıya kavuşması için emek veriyoruz. Hedefimiz, Bartın’a gelen doğa severlerin kamp yaparak, önceden belirlenmiş ve işaretlenmiş bu güzel yollarda güvenle yürüyebilmesini sağlamak.

Bu projelerin hayata geçmesi için çalışmalarımız devam ediyor. Aynı zamanda bu rotaların birer kültür rotası olarak tescillenmesi yönünde de girişimlerimizi sürdürüyoruz.




Ve Son Söz

Gülsen Salman Hocamız ile tanışmış olmak, doğada onun liderliğinde ve izlerinde yürümek büyük bir şans. Ayrıca BARDOSK 74'ün bir üyesi olmak, fırsat buldukça onun sarı renk formasıyla yürüyüşlere ve tırmanışlara katılmak bana ayrı bir mutluluk veriyor. Biz her şeyimizi doğanın içinde paylaştık.




Bizi buluşturan, doğa ananın kucağıydı:
Rüzgarda bir yaprak hışırtısı,
Kamp çadırının üzerine düşen yağmur damlalarının sesi,
Derelerin çığlığı,
Yaban hayvanlarının ayak izleri,
Kamp ocağında demlenen çayın buharı,
Gece yürüyüşünde kafa lambalarımıza üşüşen sineklerin kıpırtıları
Ve yıldızların altındaki muhabbetler...

Ve eminim, yaylalarda gecenin karanlığını bölen dolunay ışığında,
Bir ormanın kuytusundaki mor renkli çiçeklerde
Varlığını hep sürdürecek bu kulüp.

Kuzeyde, kıyıda, bu hikaye sürecek...


Teşekkürler, Güzel Bilgemiz Gülsen Salman!



6 Temmuz 2025 Pazar

KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli belirsizdi. Derken gök gürledi, orman çınladı. Yağmurun senfonisi başladı. Yanı başımızda gürül gürül akan suların ve derenin sesi boğuldu. Yağmur tüm ormana kendi şarkısını dinletiyordu. Yapraklar kendi ritmini tuttu ve o an sanki tüm çadırların içi hayallerle doldu. Oysa birkaç saat önce gökyüzü yıldızla doluydu. Çadırların biraz uzağında bir ateş yanıyordu. Ateşin etrafında toplananlar vardı; sekiz, dokuz ya da on, on bir, yok yok tam on iki kişi... Yıldızlar desen sanki ağaçların dallarından sarkıyordu. Biri içinde çalan gitarla "Yıldızların Altında"yı söylüyordu. Güzel Bilgemiz, "yağmur kaçta yağacak" diye sordu, küçük kızın şarkısından önce miydi ya da çok sonra mıydı? "Üçte" dedi birisi, "Beşte" dedi bir başkası. Kimse bilemedi. Çünkü buraların yağmuru saat kullanmıyordu. Alabalıklar coşkun akan sulara doğru zıplarken kuş olup gökyüzüne uçuyordu. Çadırın altına gizlenmiş bir yengeç ise yolunu şaşırmış, ormana doğru kaçıyordu. Dışarıda ayak sesleri vardı; "Sen kimsin ya da nesin", çağır çocukluk korkularını saklandığı yastığının altından. Sular sel olup akar mı, bu çadır bir sal gibi bizi uzaklara salar mı, düşün uyuma ya da hiç düşünme uyu. Böylesine güzeldi bu hikaye, Kumluca'da geçen bir gecede...  




Yaz Geldi, Yola Çıkıyoruz
 
Uzun zamandır özlediğimiz kamp ve beklediğimiz yaz zamanı nihayet geldi. Yılın ilk kampını yine geçen yılki aynı yerde ve yine üyesi olduğumuz BARDOKS74'ün (Bartın Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü) değerli ekibi birlikte yaşayacak olmanın heyecanıyla çıktık yola. Bartın'dan yaklaşık 1 saat süren yolculuğun ardından yeşilin bin bir tonuna ev sahipliği yapan Kumluca Beldesi'ne bağlı Zafer Köyü'ndeki Arslan Alabalık Tesisleri'ne ulaştık. 





Doğanın Kalbinde İlk Adım: Arslan Alabalık Tesisleri

Varır varmaz, bizden önce kamp alanına gelmiş olan ekip arkadaşlarımızın bizim için ayırdığı çimenlik alana hızlıca çadırımızı kurduk. Sandalyelerimizi ve masamızı, alabalıkların yüzdüğü gölete nazır, yemyeşil bir manzaranın içine yerleştirdikten sonra biraz soluklandık ve doğanın sunduğu o eşsiz huzurun tadını çıkarmaya başladık. Ekibimizin aynı bölgede gerçekleştirdiği yürüyüş planına geç kaldığımız için, onlar dönüşe geçene kadar kamp alanında bizi karşılayan Orhan Salman Bey ile oldukça keyifli bir sohbete koyulduk.



Kampın Ritmi: Doğa, Sessizlik ve Gülümseyen Yüzler

Doğanın iyileştirici gücü, herkesin yüzüne bir gülümseme olarak yansımıştı. Yürüyüşten dönen ekibimiz, yüksek bir enerjiyle kamp alanına ulaştı. Onlar akşam hazırlıklarına koyulurken, biz ise biraz daha göletin kenarındaki ahşap piknik alanında kalıp, tertemiz havanın ve yemyeşil ormanın büyüsü altında ruhumuzu dinlendirmeyi tercih ettik. Gündelik hayata dair ne varsa artık geride kalmıştı. Öyle ki, çadırlarımızı kurduğumuz çimenlik alan, bizim için adeta başka bir gezegene dönüşmüştü.





Ekibimizin güzel ve bilge lideri Gülsen Hocamız, geride hiçbir iz bırakmayacağımız kamp ateşini bize fısıldadı. Kamp ateşi demek, burada sadece ateşin etrafında toplanmak demek değil; aynı zamanda yeni dostluklar kurmak, öğretici sohbetlere katılmak ve paylaşmanın değerini hissetmek demekti. Sözleştiğimiz saatte, gürül gürül akan kapkaranlık derenin kenarında, adeta medeniyetin meşalesi gibi yükselen ateşe doğru yürüdük. 





Ateşin Etrafında Bir Çember

Ateş çoktan yakılmıştı ve ekip arkadaşlarımız kamp sandalyeleriyle ateşin başında toplanmıştı. Herkes, havanın kararmasıyla birlikte artan serinliği kıran alevlerin sıcaklığında sohbetin keyfini çıkarıyordu. Ateşin ritmik kıpırtısı, yanan kuru dalların çıtırtısı ve çektiğimiz her fotoğraf karesinde yakalamaya çalıştığımız dans eden alevler, zihnimizde tıpkı akan su gibi bir meditasyon hali yarattı. Bu sıcacık görsel şölen ve oluşturduğumuz çember, içimizdeki ilkel yönleri ortaya çıkardı: ısınma çabası, karanlıkta ve doğada birliktelik, dayanışma ve güven hissi... Hepsi bir hare gibi etrafımızı sarıp sarmaladı.




Şarkılar Gökyüzüne Yükselirken

Sohbet, bir süre sonra yerini şarkılara ve türkülere bıraktı. Sanki içimdeki tüm kırık gitarlar ve hemen arkamda akıp duran karanlık dere, bir orkestra gibi söylediğim her şarkıya eşlik ediyordu. Ekipten sesi güzel bir arkadaşımız ve minik bir dostumuz da geceye birer şarkı armağan etti. Doğanın içinde, en doğal enstrümanımız olan sesimizle, Kumluca’da gökyüzüne şarkılar gönderdik.




Derken, içimizden biri “yat borusunu” çaldı. Uyku, göz kapaklarımızdan bir yaprak gibi düşerken ateşin başından sessizce ayrıldık. Yaz mevsiminde içimizi titreten bir soğukluk, olanca ağırlığıyla üzerimize çökmüştü. Yağmurun geleceğinin haberini çoktan almıştık. Çadırımıza çekilmeden önce biraz daha tadını çıkaralım diyerek bir şeyler içip içimizi ısıtalım istedik. Ama çok uzun kalamadık. Çok da ısınamadık. Alabalık havuzlarına akan tazyikli suyun sesini duymamak için kulak antrenmanına bile gerek kalmadan, uyku tulumunun içindeki sıcaklık bizi rüyalar alemine götürdü. Ta ki yağmur “Ben geldim diyene kadar...

Yağmurun Senfonisi ve Geceye Dair Sorular

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli belirsizdi. Derken gök gürledi, orman çınladı. Yağmurun senfonisi başladı. Yanı başımızda gürül gürül akan suların ve derenin sesi boğuldu. Yağmur tüm ormana kendi şarkısını dinletiyordu. Yapraklar kendi ritmini tuttu ve o an sanki tüm çadırların içi hayallerle doldu. Oysa birkaç saat önce gökyüzü yıldızla doluydu.




Nasıl uyunur bu sağanakta… Kafamda belli belirsiz sorular, yarı uykuda yarı uyanık gözler… Hava aydınlandı mı, yoksa hala çadırın içi gibi karanlık mı? Çadırın içine su sızar mı, birazdan hiçbir şeyi umursamadan dalacağımız rüyaları da ıslatır mı bu yağmur? Ne güzeldi oysa… Sadece yağmurun çadırın üstünde çıkardığı ses vardı. Hep aynı ritimde. Her damla kararlı...Uyuyalım hadi… Bir sağa bir sola, bir sağa bir sola dönüp uyuyalım. Uyuyalım ki sabah olsun. Ve sonra kalkmaya üşenelim. Şimdi bir bülbülün ötüşü başladı. Seher vakti demek. Az kaldı... Bırak telefonu… Zaten çekmiyor burada. İyi ki çekmiyor. Gelmesin hiçbir bildirim. Paylaşılmasın hiçbir hikaye. Çünkü asıl hikaye burada. Şimdi, tam burada yaşanıyor.





Sabahın Islak Yeşilliği

Dışarıda ayak sesleri... Kahvaltı hazırlıkları başlamış. Yattığımız yerden, “Kim konuşuyor acaba?” diye isim isim tahmin yürütüyoruz. Sonra “Hadi biz de katılalım” deyip çıkıyoruz çadırdan. Ve çıkmadan önce, her kamp sabahında olduğu gibi o klasik açılış videomu çekiyorum: fermuarı yukarı doğru çekerken yavaşça açılan çadır kapısı… Islak bir yeşillik karşılıyor bizi. Göletin üzerinde yüzer vaziyette duran, sanki bir annenin yola fırlamasın diye çocuğunun elini sımsıkı tuttuğu gibi kıyıya bağlanmış bir piknik masasının etrafında başlıyor nefis bir kahvaltı. Sonrasında, közde pişirilen çifte kavrulmuş Hatay kahvesi eşliğinde uzun yudumlarla gelen keyif... Ve ardından, göletin kenarında kısa ama huzur dolu bir yürüyüş. Ayaklarımızın altındaki ıslak toprak, kuş sesleri ve gece boyunca yağan yağmurun ardında bıraktığı o taze, mis gibi hava... Her şey olması gerektiği kadar…




Su Yürüyüşüne Alternatif

Geçen yıl bu zamanlar, hava mevsim normallerinin üzerinde bir sıcaklığa sahipti. Bu yıl ise farklıydı. Gecenin serinliği, gelen yağmurla birlikte daha da arttı. Sabaha karşı soğuk hava kendini iyice hissettirdi. Bu yılki su yürüyüşüne katılmamaya, onun yerine köyün içinden Arıkayası'na kadar gidiş-dönüş toplam 5 kilometrelik daha sakin bir yürüyüş yapmaya karar verdik. Ekip arkadaşlarımızın bir kısmı su yürüyüşü için son hazırlıklarını yaparken biz de yavaş yavaş eşyalarımızı aracımıza taşımaya başladık.


Su Yürüyüşü - 2024


Su yürüyüşü, BARDOKS74'ün organize ettiği, orijinal, zorlu ama oldukça keyifli bir deneyim. Yürüyüş, dere içinde yürümeye uygun ayakkabılarla başlıyor. Yaklaşık 5 kilometrelik parkur boyunca suyun içinde ilerlenerek Arıkayası Şelalesi’ne ulaşılıyor. Yürüyüşün en güzel ödülü ise şelalenin havuzlarında biriken sularda serinlemek.




Dönüş Yolları

Biz ise köy içindeki yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra Arıkayası’na uzanan köprünün üzerinde son birkaç fotoğrafımızı çekip, bu kamp macerasını bir yenisine kadar sonlandırdık ve dönüş yoluna koyulduk. Bu kez Bartın’a dönüşü Abdipaşa üzerinden yaptık. Yolun büyük bir bölümü ne yazık ki adeta kaderine terk edilmiş gibiydi. Ancak tek tesellimiz, Abdipaşa yönlendirme levhalarının her yol ayrımına konulmuş olmasıydı.



Kumluca’da geçen bu harika hafta sonu kampı, doğasıyla, sessizliğiyle, sohbeti ve yağmurlu gecesiyle ruhumuzda uzun süre yankılanacak bir notaya çoktan dönüştü bile...


Teşekkürler Dünya!



 

8 Ekim 2024 Salı

ARDIÇ YAYLASI

Bartın 74 Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü (BARDOSK 74) ekibi ile birlikte geçtiğimiz hafta sonunda sonbaharın ilk uzun doğa yürüyüşü için Ardıç Yaylası'nın yolunu tuttuk. Doğa ananın sonbaharın tüm renklerini sergilediği yürüyüş boyunca ormanın derinliklerine doğru ilerlerken Karabük- Bartın il sınırlarından geçiş yaparak 1500 m yükseklikteki Jandarma Mezarlığı Yaylası'ndan 1300 m yükseklikteki Ardıç Yaylası'na kadar yürüdük. Yazdan kalma bir günde yükseklere çıkıp tüylerimizi diken diken eden yayla serinliğini hissetmenin ve uçurumlarla birbirinden ayrılan dağların tıpkı bir kartpostal gibi görünen güzelliğinin seyrine dalıp muhteşem manzaranın keyfini çıkardık. Doğa ananın kucağından ayrılırken arkamızda sadece ayak izlerimizi ve gökyüzünden ödünç aldığımız masmavi düşlerimizi bıraktık.



Hafif sisli bir pazar sabahına uyandık. İçimizde uzun zamandan sonra Bardosk 74 ekibiyle yeniden bir araya gelecek olmanın tatlı heyecanı vardı. Nedense aynı ekiple yaz aylarında gerçekleştirdiğimiz kamplardan birine gidiyormuş gibi hissettik. Hatta doğru kamp malzemelerini almak için kafamda plan yaparken buldum kendimi bir an. Meğer bizi mutlu hissettiren ne güzel şeyler yapmışız birlikte, işte bunlar hep onun yansıması dedim kendi kendime... 

Erken kalkmamıza en çok kedimiz Lokum sevindi. Sabahın köründeki seslenişleri nihayet karşılık bulmuş ve oyun arkadaşlarını kendisinin istediği saatlerde ayakta gördüğü için ne yapacağını şaşırmıştı.:) Heyecanlandığı an çıkardığı seslerle ayaklarımıza dolanırken biraz onunla ilgilenip ufak bir kovalamaca oynadık. Sonra hızlıca hazırlanmaya başlayıp sırt çantalarımıza yedek kıyafetlerimizi ve yiyecek-içeceklerimizi yerleştirdik; o bizden yeni oyunlar beklerken. Tabii hazırlanırken zaman da çabucak geçiverdi ve bu yüzden Lokum'un sevinci de maalesef kısa sürdü. Evden ayrılıp pazar sabahının o saatinde çıt çıkmayan sokaktan ekibi taşıyan araca binmek için Ulus Durağı'na geldik. Araca binerken de üzerimize tüm ağırlığını bırakan nem yüklü sabah serinliği yerini sıcacık gülümseyişlerle 'Günaydın'lara bıraktı.


Yürüyüş parkuruna doğru 1 saat süren yolculuğumuzda ilk olarak Bartın-Safranbolu yolundaki ağaç tünelinde kısa bir fotoğraf molası verdik. Yazdan kalma bir günün aydınlığında sonbaharın en güzel karelerini yakalamaya uğraştık. Ekip olarak da fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedik. Ardından nefis bir manzaraya nazır çay ve kahvaltı molasına geldi sıra...

BARDOSK 74



Ahmet Usta Geçidi'ne geldiğimizde araçlarımızdan ayrıldık ve gün boyu süren uzun yürüyüşümüze başladık. Hava sıcaklığı 27°C ve gökyüzü pırıl pırıldı. Yükseklere tırmandıkça bembeyaz bulutlar gökyüzünde dans eder gibi bir görünüp bir kayboldu.



Ormanın sessizliğinde içimizdeki sesleri daha yüksek duymaya başladık. Gündelik yaşamın sırtımıza ve omuzlarımıza yükleyip ruhen kamburumuzu çıkarttığı ne varsa hepsi geride kaldı. Bu yüzleşmeyle robotlaşmış yönlerimizi adeta resetledik. Tertemiz havayı ciğerlerimize çekerek beynimizdeki bulanık suları arındırdık. Vücudumuz kendi ritmini buldu. Orman kendi şarkısını söyledi. Duyabilen duydu. Bir ağaç yongasına dokunansa hissetti. Zehirli mavi bir dumansa genzimizi yaktı, büyüyü bozdu.






1500 m yükseklikteki Jandarma Mezarlığı Yaylası'na çıkarken gerçek bir ağaç mezarlığının içinden geçeceğimizi doğrusu hiç düşünmemiştim. Orman mühendisi, kütük yüklü TIR'ın kapladığı yoldan bize Ardıç Yaylası'na giden bir geçit açarken kesim motorlarının ve iş makinelerinin içimizi ürperten sesinden bir an önce uzaklaşmak istedik. Ayakta kalan ağaçların yaprakları ise sanki rüzgardan değil korkudan titriyordu. Sıra onlara ne zaman gelecekti kim bilir... 




İnsan faktörünün olduğu her yerde risk de beraberinde geliyor. Çünkü insan doğadan nasıl faydalanacağına dair tercihini sağlı sollu sıra sıra dizilmiş ağaç kütükleriyle de gösterebiliyor, sadece çamurlara bata çıka bıraktığı ayak izleriyle de... 





Bu arada yayla yolları boyunca mantar toplamak için gelenlerle de karşılaştık. 'Doğanın mucizesi'ni bulmak için ellerindeki küçük plastik kovalarla ormanın derinliklerine daldılar.




1300 m yükseklikteki Ardıç Yaylası'na geldiğimizde bizi yaylanın yeşilliklerinden beslenen ve Milka reklamındakine benzeyen inekler karşıladı. İneklerin boyunlarındaki çanlardan art arda yükselen sesler ise bir yayla senfonisi gibiydi.




Ardıç Yaylası'nda verdiğimiz dinlenme molası aynı zamanda ekipten yeni arkadaşlarla da tanışma fırsatıydı. Geçtiğimiz yaz motosikletiyle yollara çıkıp bir buçuk ay boyunca solo tırmanışlar gerçekleştiren ve önemli bir misyon üstlenip Sokak Hayvanları Yasası'na tepkisini Türkiye'nin sekiz farklı yüksek zirvesinden gösteren Değerli Mustafa Çorak Hocamızın hikayesini dinledik.




Ardıç Yaylası'na geldiğimiz aynı güzergahı takip ederek yürüyüşe başladığımız noktaya geri döndük. Toplamda 19 kilometrelik bir yürüyüş gerçekleştirdik. Dönüşte yorgunluk iyice kendisini hissettirse de keyfimizden hiçbir şey eksilmedi. 




Günden bize kalanlar ise kışın habercisi 'Vargit Çiğdem'i, yol kenarındaki yeşillikler içinde kendisini gizleyen şifa kaynağı 'Kara Mürver' ve bir süre durup dalındaki güzelliğini hayranlıkla izlediğimiz kıpkırmızı 'Kuş Üvezi' ile yeni arkadaşlar oldu. 

Kara Mürver
Vargit Çiğdemi











Kuş Üvezi



Etkinlik boyunca bize yol gösteren ve destek olan çok değerli Bardosk 74 yönetim kurulu üyelerine ve tüm bu güzellikleri birlikte paylaştığımız yürüyüş ekibine sonsuz teşekkürler. 




Her etkinlikte bizim yeni farkındalıklar edinmemizi sağlayan Sevgili Gülsen Salman Hocamızın sözleriyle bu yazıyı bitirmek istedim:

 "...Umudumuzu kaybetmeden ve sessizce biz bu yollara revan olduk."

Teşekkürler Dünya!

 


13 Eylül 2024 Cuma

MATKA KANYONU

Üsküp'te güneşli ve tertemiz bir cuma sabahı... Yanı başımızda şehrin en büyük parkı. Yeşillikler içinde sabah yürüyüşüne çıkmış insanlar... Kulaklıklarını takıp sevdiği bir müziği ya da yayını dinlerken pedal çeviren genç kadınlar... Eski bir bankta oturup gazetesini okuyan bir ihtiyar... Sonbaharın habercisi olan kuru yaprakları parkın kaldırımlarından süpürmeye çalışan bir temizlik görevlisi... Kuşların cıvıltıları, kedilerin asırlık ağaçlara tırmanışları... Tüm bunları izlerken otelin bahçesinde yapılan güzel bir kahvaltının ardından yeni günün planını yaptık. İlk durak Matka Kanyonu.  

Matka Kanyonu

Matka Kanyonu'na gitmek üzere otelden ayrılıp aracımızla Üsküp'ün geniş caddelerinde trafiğe karışıyoruz. Gideceğimiz mesafe yaklaşık 15 km. Gökyüzü güneşli ve masmavi. Belli ki bugün de hava çok sıcak olacak. Makedonya'da yayın yapan SkyRadio isimli bir istasyonda hiç bilmediğimiz dilde güzel melodili şarkılar çalıyor. Bazen popüler yabancı müziklere geçiş yapıyor sonra kendi dillerinde çalmaya devam ediyorlar. Araya yine reklamlar giriyor. Sonra haberler. Ortak kelimeleri seçmeye çalışıyoruz anlatılanlardan. Epey bir kelime yakalıyoruz da. Ama konu nedir ne anlatılmak nereye varılmak isteniyor bu ülkede hiç çözemiyoruz. Başlıyorum onların fonetiğini taklit edip seslendirme yapmaya. Komik şeyler anlatıyorum hiç bilmediğim dilde güya. Sonra Türkçe çevirisini yapıyorum, yani çıkardığım anlamsız seslere anlam kazandırmaya çalışıyorum. Bu arada upuzun bir caddede yakalandığımız kırmızı ışık dalgasının da sonuna geldik. Kahverengi Matka Kanyonu tabelasını görüp sapıyoruz farklı bir yöne. Şehir merkezinden epeyce uzaktayız artık. Virajlı, dar, bozuk, iki yönlü akan ve köylerin içinden geçen yolda ilerliyoruz bir süre... Ben yine uydurduğum kendi Makedoncamla yol durumuna bildirmeye devam ediyorum.
   

Matka Kanyonu'na Üsküp otobüs terminalinden gitmek için 60 numaralı otobüse binmeniz gerekiyor. Kanyona girişler ücretsiz.

Skopje, Matka


Matka Kanyonu'nun girişine yakın bir alanda aracımızı park ediyoruz ve başlıyoruz yürümeye. Önümüzde kartpostal gibi bir manzara. Oldukça dik, kayalıklı ve ağaçlı yamaçlardan Treska Nehri'nin deli deli akan soğuk sularının yankıları duyuluyor. Vardar Nehri'yle bir an önce buluşmak için acelesi var gibi akıyor nehir. Kıyıdan ilk dokunuşu yapıyoruz sularına: 'Biz geldik, merhaba'. Karşı kıyıda piknik yapan bizim gibi erkenciler görüyoruz. Gün içinde yerli ve bizim gibi yabancı ziyaretçilerle dolup taşmadan kanyonun sakinliğinin tadını çıkarmaya çalışıyoruz. Girişe doğru yürürken yolun sağ tarafında restoranlar ve kafeler dizili. Kahvaltısını yapan, kahvesini yudumlayan mutlu insan manzaraları... Yürüdükçe yol da giderek genişliğini kaybediyor. Artık girişe çok yakınız. Ve işte geldik, cennetin kapısındayız.

Matka Kanyonu'nda 13 km'lik bir yürüyüş parkuru bulunuyor. Balkanlar'ın koynundaki bu  muazzam doğal güzelliğin derinliklerini isterseniz parkurda yürüyüş yaparak isterseniz de tekne ve kano (Makedonların deyimiyle kayak) ile keşfedebiliyorsunuz. Ayrıca burada kaya tırmanışları da yapılabiliyor.  






Girişte yiyecek-içecek ve hediyelik eşya satılan butik satış yerleri var. Satıcıların çoğu kendi aralarında ve kendi dillerinde bir şeyler konuşuyor. Burada da kulağımıza en az iki-üç farklı dilde cümleler takılıyor. Bizi gördüklerinde bu sefer bizim dilimizde bir şeyler satmak için sesleniyorlar. Ancak teklif var ama hiçbirinde ısrar yok. Bu doğrusu çok hoşumuza gidiyor. Bizim gibi turistlerin belki de en hoşlanmadığı şey ısrar eden satıcılar. Ama neyse ki buradakilerin hepsi güler yüzlü ve kibar insanlar. Teşekkür edip yürüyüşümüze ara vermeden devam ediyoruz. Ve bir anda kanyondaki gölü oluşturan barajın hemen yanında buluyoruz kendimizi. Birazdan metrelerce yükseklikteki baraj gölünün kıyılarında bizi bekleyen kano ve teknelerle buluşmak için adımlarımızı daha da hızlandırıyoruz.

1930'larda, Matka Kanyonu'nun çıkışında, Treska Nehri üzerinde elektrik üretimi için beton baraj ve yapay bir göl inşa edilmiş. 2008'de ise tamamen yeni bir hidroelektrik santrali kurulmuş. Eski makine binası hizmet dışı bırakılmış ve 2016 yılında bir eğitim/sergi merkezine dönüştürülmüş.



Yürüdüğümüz parkur oldukça dar ve kayalar sanki başımızın üstünde havada asılı gibi duruyor. Taşlı ve engebeli zemine uygun bir yürüyüş ayakkabısı tercihi yapmış olmamız bize önemli bir rahatlık sağlıyor. Treska'nın hızla akan suları hemen solumuzda ve nehir burada artık sakin ve büyük bir göle dönüşmüş. Göl suları ayna gibi vadinin etrafındaki tüm güzelliği bize yansıtıyor. Tekne ve kano ile gezintiye çıkanlar bu güzelliğin tam ortasındalar. Tanrı nedir sorusunun herkes için bir cevabı vardır muhakkak ama buradaki manzaranın ve renklerin güzelliğine bakınca 'O aynı zamanda çok iyi bir ressam' demek geliyor içimden... Aslında adı konulmamış bir olağanüstülüğün içindeyiz ancak yön levhalarıyla ve Matka'nın oldukça sempatik görünen simgesini üzerinde taşıyan tabelalarla her defasında nerede olduğumuzu ve nereye yürüdüğümüzü bir kez daha hatırlıyoruz.    




Az sonra ahşap bir kapı karşımıza çıkıyor ardından çiçekler, banklar ve göle doğru inen merdivenler. Doğanın sunduklarıyla inşa edilmiş küçük küçük yapılar ile kanyondaki tek otel olan Canyon Matka Oteli'ni görüyoruz. Ama ondan önce St. Andera Kilisesi'nin taş duvarları dikiliyor önümüze. Bu görkemli kilisenin tarihinin 14. yüzyıla dek uzandığını öğreniyoruz. Kilisenin yanındaki bankta oturan ve bize gülümseyen yaş almış gezgin bir çiftle sıcak bir selamlaşmanın ardından Canyon Matka Hotel'in önüne geliyoruz. Sıcacık bir atmosferle yüklü olan bu otelin restoran bölümünden duyulan hoş bir müzik sesi, bir şeyler yiyip içen ve karşılarındaki muhteşem manzaranın tadını çıkaran insanların sesleriyle birbirine karışıyor. 

Matka Kanyon'unda 77 endemik kelebek türü bulunuyor. Ayrıca kanyon içerisinde 3 tane kilise ile irili ufaklı çok sayıda mağara da yer alıyor.




Parkurda ilerledikçe zemin keskin ve kaygan taşlara dönüşüyor. Burada yürürken oldukça dikkatli olmanız gerekiyor. Yürürken Kuzey Makedonya'ya geldiğimizde yapılacaklar listemizi yeniden gözden geçiriyoruz. Ve işte o ana çok yaklaştık. Sıra Matka Kanyo'nunda kano gezintisinde... Geldiğimiz yöne geri dönüyoruz hemen aşağıda bulunan yüzer iskeleye iniyoruz. Can yeleklerimizi giyip küreklerimizi seçiyoruz. Bir fiber kanoya binip bir çocuğun hayalinin gerçekleşmesi gibi seviniyoruz. Güneş tam tepemizde. Olsun. Suyun üzerindeyken vadinin rüzgarı püfür püfür esiyor. 

Matka


Buraya geldiğinizde kanoya binen çok sayıda ziyaretçi göreceksiniz. Tabii ilk kez binenler hemen kendilerini ele veriyor. Gezi teknesi geçtiğinde ardında bıraktığı dalgalar nedeniyle dengesini kaybedenler devrilme paniği yaşayanlar ve hatta suya düşenler... Burada ayrıca profesyonel kürekçiler de tur atıyor. Biz Vrelo Mağarası'na kadar kürek çekmeyi düşünüyoruz. Ancak günü sadece burada tamamlamayacağımız için daha fazla kendimizi yormadan iskeleye dönmeye karar veriyoruz. Geri dönerken rüzgar bu kez tam karşımızdan esiyor. 

Başka bir ülkede yemyeşil dağların arasından kıvrılarak akan sularda kano ile kürek çekmek gerçekten çok keyifliydi. Yürüyerek göremeyeceğimiz doğal güzellikleri görme fırsatı yakaladık. Burada tekne turuna çıkanların kanoya binenlerin fotoğraflarını ve videolarını çekerek el sallaması da güzel bir ritüele dönüşmüş. Hiç tanımadığımız insanların tatil videolarında renkli birer anı olarak kaldık. Yarım saatlik kano kiralama ücreti ise 5 Euro / 300 Makedon Dinarı (MKD)...




Dünyanın En Doğal 7 Harikasından Biri: Vrelo Mağarası

Matka Kanyonu'na gelindiğinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Vrelo Mağarası. Dünyanın en doğal 7 harikası projesi için aday gösterilen bu mağaraya tekne ile ulaşım sağlanıyor. Kano sürüşünden sonra bu kez bir teknedeyiz. Kanyonun sularını Musa'nın asası gibi adeta ikiye bölen tekne ile yaklaşık 20 dakikalık masalsı bir yolculuk yaptık. Yeşilin bin bir tonu, tertemiz bir hava, su üzerinde oynaşan yaban ördekleri, vadinin kuytularında yapılmış küçük balıkçı kulübeleri ile kiliseler ve vadinin ıssızlığının insanın ruhunda uyandırdığı huzur... Ve şimdi sıra tekneden ayrılıp Vrelo Mağarası'nın merdivenlerini tırmanmaya geldi. Küçük bir seyir terasında ellerimizde yine telefonlar var çünkü karşımızdaki bu nefis manzaranın oluşturduğu görsel şöleninin hiçbir ayrıntısını kaçırmak istemiyoruz.



Mağaraya demir bir kapıdan giriş yapıyoruz. İçeriye doğru merdivenlerden iniyoruz. Nem gittikçe artıyor. Kayıp düşmemek için trabzanlara daha sıkı tutunuyoruz. Karşımızda rengarenk ışıklandırılmış  Vrelo Mağarası'nın sarkıtları. Olağanüstü bir görüntü. Üzerimize birkaç damla su düşüyor. Mağaradaki sarkıtların ve dikitlerin oluşumu hala devam ediyor. Bu mağarayı özel kılan gölün kenarında ise anı ölümsüzleştirmek adına sırayla fotoğraf çekiyoruz. Bu göl coğrafi açıdan çok önemli bir yere sahip, çünkü dünyanın bir mağara içinde keşfedilmiş en derin yeraltı suyu olduğu söyleniyor. Vrelo Mağarası turunun iki kişilik ücreti ise 17 Euro / 1000 MKD...

Vrelo Cave




Vodno Dağı ve Milenyum Haçı

Matka Kanyonu'ndan ayrılıyoruz ve yeni rotamızı oluşturuyoruz. Aracımızla Vodno Dağı'na doğru yola çıkıyoruz. Önce Üsküp merkezine dönüyoruz. Ardından kente hakim konumdaki dağın eteklerinde yavaş yavaş yükselmeye başlıyoruz. Yükseldikçe şehrin görece varlıklı kesiminin yaşadığı bölgeden geçip bir orman yoluna çıkıyoruz. Trafik burada iki yönlü, bu yüzden yol dikkatli araç kullanmayı gerektiriyor. Üsküp'te bisiklet günlük yaşamın bir parçası. Bu yolda bisikletiyle Vodno Dağı'na tırmanan veya dağdan iniş yapan çok sayıda insanla karşılaştık. Üsküp halkı etrafındaki doğal güzelliklerin keyfini çıkarmayı biliyor.

Üsküp



Matka Kanyonu'ndan yaklaşık 40 dakika süren bir yolculuğun ardından bizi Vodno Dağı'nın zirvesine ve Milenyum Haçı'na çıkaracak teleferiğe varıyoruz. Dik yamaçlardaki ormanlık alanın ortasına inşa edilmiş olan teleferikle yükseldikçe Üsküp tüm güzelliği ile adeta ayaklarımızın altına seriliyor. 1066 metre yüksekliğindeki dağın zirvesine ulaşmak için teleferikle yaptığımız bu yolculuğumuz yaklaşık 20 dakika sürüyor. İndiğimizde bizi şehrin her noktasından çıplak gözle görülebilen 66 metre yüksekliğindeki Milenyum Haçı karşılıyor. Milenyum Teleferik'in iki kişilik ücreti 200 MKD...



Milenyum Haçı 2002 yılında Hristiyanlığın 2000. yılı şerefine Vodno Dağı’nın zirvesine inşa edilmiş. Üsküp’ün en önemli simgelerinden biri olan bu yapının inşası için bir çok Avrupa ülkesi ve ABD destekte bulunmuş. Haç'ın bulunduğu alan turistik açıdan yoğun ziyaretçi çekiyor.  

Üsküp, Skopje




Milenyum Haçı'nın etrafında kafe, restoran ve hediyelik eşya satın alabileceğiniz butik mekanlar mevcut. Ayrıca burası şehri panaromik olarak görebileceğiniz ve fotoğraflayabileceğiniz en güzel yerlerden biri. Vodno Dağı'ndan Balkanlar'ın coğrafi yapısını da keşfedebiliyorsunuz. Burada vakit geçirebileceğiniz şehir manzaralı piknik alanları ile seyir terasları da bulunuyor. Haç'ın hemen yakınına ise ileride şehrin en önemli simgesi olmaya aday yeni bir kule inşa ediliyor.

ckoncko beer



Kuzey Makedonya'daki ikinci günümüzde Üsküp ve çevresinde görmek istediğimiz yerleri gezdik. Günün yorgunluğunu atmak için şehir merkezindeki turistik mekanlardan ziyade Makedonların takıldığı cadde ve mekanları keşfettik. 




Şehirdeki son akşamımızda güzel bir barda günü noktalayıp kaldığımız otele geri döndük. Sabah Ohrid'e yolculuk var...



Teşekkürler Dünya!  

  


 

  
   

KİTAP KARDEŞLİĞİ GALAKSİ YOLCULUĞUNDA

Bartın’da kitap severleri bir araya getiren ve kente alternatif bir kültür adası kazandıran Kitap Kardeşliği Bartın Topluluğu , sekizinci bu...