kano etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kano etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2024 Pazar

KRALİÇE'NİN HAVUZU'NDA GEÇEN BİR GÜN

Eylül ayının son günlerindeyiz ama yazdan kalma sıcak bir hava var. Karadeniz ise tıpkı sakin bir gölün suları gibi durgun. Fırsat bu fırsat deyip hem biraz kürek çekerek spor yapmak hem de Amasra'yı bambaşka açıdan görmek için yeniden suyun üzerindeyiz. Bu Amasra kıyılarındaki ikinci kano etkinliğimiz. Bu kez bu güzel günde tarihi yarımadanın enfes manzarasının doyasıya keyfini çıkarmak için önce Küçük Liman'dan 'Kraliçe'nin Havuzu'na doğru açıldık. Tarih ve doğanın iç içe geçtiği kentin orijinal dokusunu bir kez daha hayranlıkla izledik. Boztepe kıyılarına doğru yöneldiğimizde 'denizin sokak çocuğu martılar' bize eşlik etti.



Küçük Liman'daki şezlonglarda Amasra sakinleri yerlerini almış. Bu güzel güneşli havanın tadını çıkarıyorlar. Kimi keyifli bir muhabbete kimisi de masmavi denizin ılık sularına dalmış. Plajda yağmurlu ve fırtınalı havadaki dalgalı denizin kıyıya getirip bıraktığı çalı çırpı ile denizin geri verdiği atıklar göze çarpıyor. Deniz atıkları sorunu yaşadığımız coğrafyanın en büyük sorunlarından birine dönüşmüş durumda. Önlem alınmazsa ve bu şekilde denizi kirletmeye devam edersek, ilerleyen yıllarda bu eşsiz kıyılarda yüzmek nostaljik bir anıya dönüşecek.




Küçük Liman

Kano ile açılmak için hazırlıklarımızı yaptık ama açılmadan önce sıcak havanın etkisi nedeniyle biraz serinlemek için kendimizi önce denize atalım dedik. Su kıyı şeridinde biraz bulanık gibiydi. Her hallerinden Amasra sakinlerinden birileri olduğu anlaşılan iki hanımefendiye denizde herhangi bir sorun olup olmadığını sorduk. Tüm yazı bu kıyıda geçirdiklerini ve biraz açıldığımızda suyun daha da güzelleşeceğini söylediler. Biz de onların dediklerini yaptık ve biraz açıldık. Küçük Liman'da ilk kez yüzdük. En başta turist kafileleri ve Küçük Liman'ı çevreleyen kafe ve restoranlarda oturanların "ah şimdi denizde yüzmek vardı" bakışlarını üzerimizde hissettik. 





Biraz yüzmek iyi geldi. Ardından kano ile bu tarihi kentin batı kıyılarını gezmeye geldi sıra. Küreklere asıldık ve kıyıdan ayrıldık. Kıyıdaki meraklı bakışlar yeniden üzerimizdeydi ve deniz manzarasında renkli bir kano görüntüsünü kaçırmak istemeyen kente turla gelen bazı misafirler hemen telefonlarına sarılıp bizi çekmeye başladılar. Belki de hiç bilmediğimiz sosyal medya hikayelerinin bir günlük isimsiz ünlüleri olduk.:) 






Kraliçe Amastris'in Havuzu: Direklikaya

İlk önce Direklikaya'ya doğru kürek çektik. Direklikaya bu güzel havanın tadını çıkartmak için güneşlenenler ile etrafında denize girmeyi tercih edenleri ağırlıyordu. Ayrıca kente gelen yabancı turistler de buradaki kule kalıntısının önünde en güzel tatil karelerinden birini yakalamak için sıra sıra fotoğraf çektiriyorlardı. Hemen karşımızda ise enfes güzellikteki Boztepe manzarası bizi kendisine doğru çekiverdi. 






Direklikaya liman havzasından 20 m denize doğru sokulan doğal bir kaya üzerine inşa edilmiş 7 m yüksekliğinde örme bir sütun. Bu sütun aslında eski dönemlerde limanı aydınlatmak ve gözetlemek için kullanılmış bir kulenin tarihi kalıntısı. Merdivenle çıkılan ahşap kulesi yıkılmış ve günümüze sadece taş örgülü yapısı kalmış durumda. Direklikaya'da denizle bağlantılı kare planlı bir havuz ile kayaya oyulmuş basamaklar ve mermerden bir iskele babası bulunuyor. Amasra halkı bu yapıyı 'Kraliçe Amastris'in hamamı' ya da  Kraliçe Amastris'in havuzu' şeklinde güzel bir yakıştırma ile tarif ediyor.(1) 




Boztepe 

Boztepe kıyılarına paralel kürek çekerken Sormagir Kalesi'nin devamı niteliğindeki tarihi sur kalıntılarını suyun üzerindeyken farklı bir açıdan görmek doğrusu ayrı bir keyifliydi. Zamanın, doğal afetlerin ve denizin tuzlu sularının tüm yıpratıcılığına rağmen tarihi dokunun önemli bir bölümünün günümüze kadar ayakta kalmış olması çok değerli ve önemli.



Amasra'nın en güzel genel manzara ve gün batımı fotoğraflarının vazgeçilmez adresi olan Boztepe aslında bir ada. Roma döneminde inşa edilen Tarihi Kemere Köprüsü bu adayı Amasra yarımadasına bağlıyor.  Tarihi Kemere Köprüsü'nü Boztepe adası ile birbirine bağlayan Sormagir Kalesi'nin kapısından-halkın tabiri ile Karanlıkyer'den geçildiğinde Amasra'ya gelenler için tarih ve doğal güzelliklerle dolu yeni bir pencere açılıyor. 




Amasra'nın nefes kesici Boztepe manzarasına şahitlik ederken kulağımızda adeta martı ve tekne seslerinin kayalıklara çarpa çarpa yükselerek oluşturduğu buram buram deniz kokan bir kent şarkısı yankılanıyor. Boztepe kıyıları boyunca uzanan tarihi kalıntıların bir kısmında bu tarihi dokuya uygun olmayan birtakım iyileştirme çalışmaları yapılmış olduğunu görüyoruz. Ancak bu tarihi doku tüm gizemini ve güzelliğini inatla korumak için kendini yemyeşil sarmaşık bitkileriyle adeta kamufle etmeye çalışıyor. Boztepe'nin en uç kısmından açık denize doğru küreklere daha sıkı asılıyoruz. 




Doğal liman havzasından ayrıldığımız için burada su seviyesi birdenbire yükseliyor. Boztepe'nin arka kısmını oluşturan yüksek kayalıklar sanki zamanın usta bir marangoz gibi vurduğu acımasız zımpara izlerini üzerlerinde taşıyor. Denize doğru uzayan bir kayalığın üzerinde ise sanki görünmez bir el tarafından oraya koyulmuş gibi duran küp şeklindeki büyük kaya parçası dikkatimizi çekiyor. Kayalıkların arasından kano ile geçerken dilek tutmayı da ihmal etmiyoruz.:)




Ufukta bize doğru gelen Sahil Güvenlik botunu fark ediyoruz. İyice yaklaşıp bir süre paralel şekilde ilerleyip bizi takip ediyor. Can yeleklerimizi sorarlarsa zaten yanımızda. Yönümüzü Küçük Liman'ın göl gibi durgun sularına doğru çevirdiğimiz için bir sorun olmayacağını anlıyoruz. Bir süre sonra Sahil Güvenlik yanımızdan ayrılıp açık denize doğru geri dönüyor. 




Hafta sonunda havanın güzel olması Amasra'ya çok sayıda misafirin gelmesi demek. Küçük Liman'da gezi tekneleriyle tura çıkmış çok sayıda turist var. Bazıları bize el sallıyor ve fotoğraflarımızı çekiyorlar. Küreklerimizi sallayarak karşılık veriyoruz biz de. Boztepe kıyılarında yavaş yavaş ilerlerken Amasra'nın meşhur kedilerinin kayalıkların üzerinden bizi takip etmeye çalıştıklarını fark ediyoruz. Sevimli dostlarımız meraklı gözleriyle bize bakıp kayalıkların üzerinden atlaya zıplaya gelebildikleri yere kadar bize eşlik etmeye çalıştılar.



Ve şimdi sıra yaz başından bu yana hayalini kurduğumuz şeyi gerçekleştirmeye geldi. Tarihi Kemere Köprüsü'ne iyice yaklaştık. Köprünün üstündekiler meraklı bakışlarla bizi izliyor ve bir yandan da fotoğraf ve video çekiyorlar. Bu tek gözlü köprüye yaklaştıkça rüzgar tam karşımızdan esmeye başlıyor. Köprünün hemen önünde fırtınanın taşıdığı kum birikintisi küçük dalgalar oluşturuyor. Köprünün altından geçmeye başlıyoruz. O an tuhaf bir heyecan duyuyoruz. Köprünün altından geçerken sanki başka bir boyuta geçiyoruz. Bir güzellikten çıkıp bir başka güzelliğin içinde buluyoruz kendimizi... 








Kemere Köprüsü Boztepe'deki Sormagir Kalesi’ni Amasra'daki Zindan Kalesi'ne bağlayan tek gözlü  köprüdür. Roma döneminde inşa edilen köprünün 8. ve 9. yüzyıllarda Bizans döneminde tadilat gördüğü düşünülüyor. Köprünün restorasyon çalışmaları 2014 yılında tamamlandı.   




Karşımızda bu kez Tavşan Adası'nın eşsiz güzelliği... Fakat deniz burada biraz dalgalı olduğundan dolayı fazla uzaklaşmadan geri dönmeye karar veriyoruz. Tarihi Kemere Köprüsü'nün altından tekrar geçip Küçük Liman'a geri dönüyoruz. Bir hayali daha gerçekleştirmiş olmanın büyük mutluluğu ile yavaş yavaş kıyıya doğru kürek çekiyoruz.




Tavşan Adası (Büyükada) Amasra'nın en önemli doğal simgelerinden biri. İsmini üzerinde yaşayan tavşanlardan alıyor. Amasra'dan 150-200 m açıkta konumlanmış olan bu ada bir dönem bir kiliseye ve manastıra ev sahipliği yapmış. 8. yy başında Ortodoks Patriği olan Kyros'un burada uzun bir zaman yaşadığı saptanmış. Buradaki bazı tarihi kalıntılar maalesef defineciler tarafından tahrip edilmiş. (2)



Amasra'da oldukça farklı ve güzel bir gün geçirdik. Bu bizim için harika bir deneyimdi. Su üstündeki mini kültür turumuzun ardından onlarca güzel fotoğraf ve video ile kano günlüğümüze yeni bir anı daha eklemiş olduk. Gün boyu dilimizde olan şarkıyı da altta paylaşıyorum. 

Teşekkürler Dünya!

"Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin...."
Can Yücel

Değerli Tarihçi Necdet Sakaoğlu'na saygı ve minnetle...






Kaynak:

(1) Necdet Sakaoğlu - Kraliçe'nin Kenti Çeşm-i Cihan Amasra (Direklikaya)
(2) Necdet Sakaoğlu - Kraliçe'nin Kenti Çeşm-i Cihan Amasra (Büyükada'daki Kilise-Manastır)






15 Eylül 2024 Pazar

IRMAK DENİZE KAVUŞUNCA

İnkumu'na eylül geldi. Bilen bilir, İnkumu'nun yaz aylarından ziyade asıl şimdi en güzel zamanı. Sonbaharın romantik atmosferi kayalıkların üzerindeki ağaçlardan denize düşen yapraklarla başlıyor burada. El ayak çekilmiş, yaza, yazlığa, yazlıkçılığa veda edilmiş. Kalabilenler ya da günübirlik gelebilenler eylül denizinin ve yazdan kalma kumsalın keyfini çıkarıyorlar. Gökyüzü masmavi, deniz sakin. Hava yağmura dönmeden, deniz kudurmadan biz de aldık kürekleri bindik kanoya. Maviliklerin yeşilliklere karıştığı ırmakla denizin kavuştuğu o yere kadar açıldık.




İnkumu'nun simgesi Çamlıkaya yakınlarından başlıyoruz yavaş yavaş kürek çekmeye.
Bartın Boğazı ile İnkumu'nu ayıran, tepesinde deniz fenerinin yer aldığı ve fotoğraf karelerinin vazgeçilmezi İnkumu burnu, kumsaldan bakıldığında düz bir şerit gibi görünüyor. Yaklaştıkça kayalıkların nasıl bir göz yanılsaması yarattığını keşfediyorsunuz. İnkumu'nun karadan tek girişli olması nedeniyle sağ taraf olarak adlandırılan İskele Mahallesi'nin en uç kısmındaki bir eğlence mekanının hemen ilerisinde yer alan kayalıkların arkasında küçük bir koy bulunuyor. 




Burası tekne ve yatların en çok konakladığı adeta küçük bir havuz görünümünde. Hem kayalıkların hem de İnkumu'nun muhteşem manzarasını seyrederek vakit geçirilebilecek bakir bir keyif noktası. Sunduğu görsel şölen filtresiz doğa fotoğrafları albümü oluşturmanıza yetecek kadar malzeme sunuyor. Bu küçük koyda yer alan küçük bir mağaranın çevresinde deniz birdenbire sığlaşıyor. Burada yüzenlere de rastlıyoruz zaman zaman....




İnkumu'nda son yıllarda çok fazla kürekçi dostu görmeye başladık. Bu çok sevindirici bir durum. Sadece kano ve bot ile değil özellikle son zamanlarda çok fazla tercih edildiğini gördüğümüz SUP (Stand up peddle) ile çok sayıda kişi Karadeniz'in sakin olduğu zamanları kollamaya başladı. Çevreyi ve denizi hiç kirletmeden, yürüyerek ulaşmanın imkansız olduğu koylara ve kayalıklara su üstünden bu bahsettiğim türdeki araçlarla ulaşmak her şeyden önce hem fiziki hem de mental sağlık açısından çok yararlı. 





Kanoyu bu kadar sevmemin sebebi ise bende özgürleştirici bir his uyandırması. Kanoyla açıldığımızda özgürlüğün rengindeki gökyüzü ve denizin bir parçası olduğunu hissetmenin yanında, doğal güzellikleri keşfetmenin ve şehir kalabalığının rutininden sıyrılabilmiş olmanın büyük keyfini yaşıyorum. Bazen yanımıza içecek ve atıştırmalıklar alıp kanoyla ıssız bir koya çekilip öylece susup sadece doğanın anlattıklarını dinliyoruz.




Liman istikametine doğru ilerleyip İnkumu burnunu dönüyoruz. Artık kumsaldakiler için görünmeziz. Liman girişinden balıkçı tekneleri ile lüks bir yatın ayrıldığını görüyoruz. Yılanlı Burnu'na doğru kürek çekmeye devam ediyoruz. Rüzgar ve dalga olmaması bizim için büyük bir şans. Zira burası ırmakla denizin birleştiği noktaya çok yakın ve akıntı hızlanıyor. Rüzgarlı ve dalgalı bir havada kano için tehlikeli sayılabilecek bir yer. 





Gözümüze yine bir mağara ve küçük bir koy çarpıyor. Koyun içerisine doğru ilerleyip cam gibi denizde balıkları izliyoruz. Bu doğal akvaryum görünümünde su iyice sığlaşıyor. Bir süre durup doğanın güzelliğinin seyrine dalıyoruz. Dalgaların kayalarda oluşturduğu şekiller dikkatimizi çekiyor ve yine doğa anadan harika fotoğraf kareleri ödünç alıyoruz.


Küreklere bir kez daha asılıyoruz, bu kez Yılanlı Burnu'nu da dönüp limana doğru ilerlemek niyetimiz. Burnu geçtiğimiz anda ırmakla denizin kavuştuğu yerde su üstündeki baloncukların adeta bir sınır oluşturduğuna şahit oluyoruz. Masmavi sular aniden yemyeşil bir fluluğa dönüşüyor. Artık tarihi Bartın Irmağı'nın üstündeyiz. Irmağın diğer tarafındaki liman içinde yükünü boşaltan yorgun bir gemiye el sallayıp gözümüze kestirdiğimiz bir yerden geri dönüyoruz. Bir gün Bartın Kano Spor Kulübü üyeleriyle birlikte kano ile ırmaktan denize açılmanın, Boğaz Mevkii'nden İnkumu'na geçmenin hayalini kuruyoruz. 





İnkumu'na dönerken yine hiç acelemiz yok. Rüzgar da deniz de bizden yana. Denizin üzerinde 2-3 metre genişlikte ve neredeyse İnkumu'na kadar uzanan sanki bir kanal içinde akar gibi su yollarını keşfediyoruz. Yalnızca balıkçıların bildikleri deniz sırlarına erişebilsek keşke... 


 "...Bir daha geriye dönmemek üzere denize açıldım."   
Aganta Burina Burinata

Teşekkürler Dünya!






 






 

13 Eylül 2024 Cuma

MATKA KANYONU

Üsküp'te güneşli ve tertemiz bir cuma sabahı... Yanı başımızda şehrin en büyük parkı. Yeşillikler içinde sabah yürüyüşüne çıkmış insanlar... Kulaklıklarını takıp sevdiği bir müziği ya da yayını dinlerken pedal çeviren genç kadınlar... Eski bir bankta oturup gazetesini okuyan bir ihtiyar... Sonbaharın habercisi olan kuru yaprakları parkın kaldırımlarından süpürmeye çalışan bir temizlik görevlisi... Kuşların cıvıltıları, kedilerin asırlık ağaçlara tırmanışları... Tüm bunları izlerken otelin bahçesinde yapılan güzel bir kahvaltının ardından yeni günün planını yaptık. İlk durak Matka Kanyonu.  

Matka Kanyonu

Matka Kanyonu'na gitmek üzere otelden ayrılıp aracımızla Üsküp'ün geniş caddelerinde trafiğe karışıyoruz. Gideceğimiz mesafe yaklaşık 15 km. Gökyüzü güneşli ve masmavi. Belli ki bugün de hava çok sıcak olacak. Makedonya'da yayın yapan SkyRadio isimli bir istasyonda hiç bilmediğimiz dilde güzel melodili şarkılar çalıyor. Bazen popüler yabancı müziklere geçiş yapıyor sonra kendi dillerinde çalmaya devam ediyorlar. Araya yine reklamlar giriyor. Sonra haberler. Ortak kelimeleri seçmeye çalışıyoruz anlatılanlardan. Epey bir kelime yakalıyoruz da. Ama konu nedir ne anlatılmak nereye varılmak isteniyor bu ülkede hiç çözemiyoruz. Başlıyorum onların fonetiğini taklit edip seslendirme yapmaya. Komik şeyler anlatıyorum hiç bilmediğim dilde güya. Sonra Türkçe çevirisini yapıyorum, yani çıkardığım anlamsız seslere anlam kazandırmaya çalışıyorum. Bu arada upuzun bir caddede yakalandığımız kırmızı ışık dalgasının da sonuna geldik. Kahverengi Matka Kanyonu tabelasını görüp sapıyoruz farklı bir yöne. Şehir merkezinden epeyce uzaktayız artık. Virajlı, dar, bozuk, iki yönlü akan ve köylerin içinden geçen yolda ilerliyoruz bir süre... Ben yine uydurduğum kendi Makedoncamla yol durumuna bildirmeye devam ediyorum.
   

Matka Kanyonu'na Üsküp otobüs terminalinden gitmek için 60 numaralı otobüse binmeniz gerekiyor. Kanyona girişler ücretsiz.

Skopje, Matka


Matka Kanyonu'nun girişine yakın bir alanda aracımızı park ediyoruz ve başlıyoruz yürümeye. Önümüzde kartpostal gibi bir manzara. Oldukça dik, kayalıklı ve ağaçlı yamaçlardan Treska Nehri'nin deli deli akan soğuk sularının yankıları duyuluyor. Vardar Nehri'yle bir an önce buluşmak için acelesi var gibi akıyor nehir. Kıyıdan ilk dokunuşu yapıyoruz sularına: 'Biz geldik, merhaba'. Karşı kıyıda piknik yapan bizim gibi erkenciler görüyoruz. Gün içinde yerli ve bizim gibi yabancı ziyaretçilerle dolup taşmadan kanyonun sakinliğinin tadını çıkarmaya çalışıyoruz. Girişe doğru yürürken yolun sağ tarafında restoranlar ve kafeler dizili. Kahvaltısını yapan, kahvesini yudumlayan mutlu insan manzaraları... Yürüdükçe yol da giderek genişliğini kaybediyor. Artık girişe çok yakınız. Ve işte geldik, cennetin kapısındayız.

Matka Kanyonu'nda 13 km'lik bir yürüyüş parkuru bulunuyor. Balkanlar'ın koynundaki bu  muazzam doğal güzelliğin derinliklerini isterseniz parkurda yürüyüş yaparak isterseniz de tekne ve kano (Makedonların deyimiyle kayak) ile keşfedebiliyorsunuz. Ayrıca burada kaya tırmanışları da yapılabiliyor.  






Girişte yiyecek-içecek ve hediyelik eşya satılan butik satış yerleri var. Satıcıların çoğu kendi aralarında ve kendi dillerinde bir şeyler konuşuyor. Burada da kulağımıza en az iki-üç farklı dilde cümleler takılıyor. Bizi gördüklerinde bu sefer bizim dilimizde bir şeyler satmak için sesleniyorlar. Ancak teklif var ama hiçbirinde ısrar yok. Bu doğrusu çok hoşumuza gidiyor. Bizim gibi turistlerin belki de en hoşlanmadığı şey ısrar eden satıcılar. Ama neyse ki buradakilerin hepsi güler yüzlü ve kibar insanlar. Teşekkür edip yürüyüşümüze ara vermeden devam ediyoruz. Ve bir anda kanyondaki gölü oluşturan barajın hemen yanında buluyoruz kendimizi. Birazdan metrelerce yükseklikteki baraj gölünün kıyılarında bizi bekleyen kano ve teknelerle buluşmak için adımlarımızı daha da hızlandırıyoruz.

1930'larda, Matka Kanyonu'nun çıkışında, Treska Nehri üzerinde elektrik üretimi için beton baraj ve yapay bir göl inşa edilmiş. 2008'de ise tamamen yeni bir hidroelektrik santrali kurulmuş. Eski makine binası hizmet dışı bırakılmış ve 2016 yılında bir eğitim/sergi merkezine dönüştürülmüş.



Yürüdüğümüz parkur oldukça dar ve kayalar sanki başımızın üstünde havada asılı gibi duruyor. Taşlı ve engebeli zemine uygun bir yürüyüş ayakkabısı tercihi yapmış olmamız bize önemli bir rahatlık sağlıyor. Treska'nın hızla akan suları hemen solumuzda ve nehir burada artık sakin ve büyük bir göle dönüşmüş. Göl suları ayna gibi vadinin etrafındaki tüm güzelliği bize yansıtıyor. Tekne ve kano ile gezintiye çıkanlar bu güzelliğin tam ortasındalar. Tanrı nedir sorusunun herkes için bir cevabı vardır muhakkak ama buradaki manzaranın ve renklerin güzelliğine bakınca 'O aynı zamanda çok iyi bir ressam' demek geliyor içimden... Aslında adı konulmamış bir olağanüstülüğün içindeyiz ancak yön levhalarıyla ve Matka'nın oldukça sempatik görünen simgesini üzerinde taşıyan tabelalarla her defasında nerede olduğumuzu ve nereye yürüdüğümüzü bir kez daha hatırlıyoruz.    




Az sonra ahşap bir kapı karşımıza çıkıyor ardından çiçekler, banklar ve göle doğru inen merdivenler. Doğanın sunduklarıyla inşa edilmiş küçük küçük yapılar ile kanyondaki tek otel olan Canyon Matka Oteli'ni görüyoruz. Ama ondan önce St. Andera Kilisesi'nin taş duvarları dikiliyor önümüze. Bu görkemli kilisenin tarihinin 14. yüzyıla dek uzandığını öğreniyoruz. Kilisenin yanındaki bankta oturan ve bize gülümseyen yaş almış gezgin bir çiftle sıcak bir selamlaşmanın ardından Canyon Matka Hotel'in önüne geliyoruz. Sıcacık bir atmosferle yüklü olan bu otelin restoran bölümünden duyulan hoş bir müzik sesi, bir şeyler yiyip içen ve karşılarındaki muhteşem manzaranın tadını çıkaran insanların sesleriyle birbirine karışıyor. 

Matka Kanyon'unda 77 endemik kelebek türü bulunuyor. Ayrıca kanyon içerisinde 3 tane kilise ile irili ufaklı çok sayıda mağara da yer alıyor.




Parkurda ilerledikçe zemin keskin ve kaygan taşlara dönüşüyor. Burada yürürken oldukça dikkatli olmanız gerekiyor. Yürürken Kuzey Makedonya'ya geldiğimizde yapılacaklar listemizi yeniden gözden geçiriyoruz. Ve işte o ana çok yaklaştık. Sıra Matka Kanyo'nunda kano gezintisinde... Geldiğimiz yöne geri dönüyoruz hemen aşağıda bulunan yüzer iskeleye iniyoruz. Can yeleklerimizi giyip küreklerimizi seçiyoruz. Bir fiber kanoya binip bir çocuğun hayalinin gerçekleşmesi gibi seviniyoruz. Güneş tam tepemizde. Olsun. Suyun üzerindeyken vadinin rüzgarı püfür püfür esiyor. 

Matka


Buraya geldiğinizde kanoya binen çok sayıda ziyaretçi göreceksiniz. Tabii ilk kez binenler hemen kendilerini ele veriyor. Gezi teknesi geçtiğinde ardında bıraktığı dalgalar nedeniyle dengesini kaybedenler devrilme paniği yaşayanlar ve hatta suya düşenler... Burada ayrıca profesyonel kürekçiler de tur atıyor. Biz Vrelo Mağarası'na kadar kürek çekmeyi düşünüyoruz. Ancak günü sadece burada tamamlamayacağımız için daha fazla kendimizi yormadan iskeleye dönmeye karar veriyoruz. Geri dönerken rüzgar bu kez tam karşımızdan esiyor. 

Başka bir ülkede yemyeşil dağların arasından kıvrılarak akan sularda kano ile kürek çekmek gerçekten çok keyifliydi. Yürüyerek göremeyeceğimiz doğal güzellikleri görme fırsatı yakaladık. Burada tekne turuna çıkanların kanoya binenlerin fotoğraflarını ve videolarını çekerek el sallaması da güzel bir ritüele dönüşmüş. Hiç tanımadığımız insanların tatil videolarında renkli birer anı olarak kaldık. Yarım saatlik kano kiralama ücreti ise 5 Euro / 300 Makedon Dinarı (MKD)...




Dünyanın En Doğal 7 Harikasından Biri: Vrelo Mağarası

Matka Kanyonu'na gelindiğinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Vrelo Mağarası. Dünyanın en doğal 7 harikası projesi için aday gösterilen bu mağaraya tekne ile ulaşım sağlanıyor. Kano sürüşünden sonra bu kez bir teknedeyiz. Kanyonun sularını Musa'nın asası gibi adeta ikiye bölen tekne ile yaklaşık 20 dakikalık masalsı bir yolculuk yaptık. Yeşilin bin bir tonu, tertemiz bir hava, su üzerinde oynaşan yaban ördekleri, vadinin kuytularında yapılmış küçük balıkçı kulübeleri ile kiliseler ve vadinin ıssızlığının insanın ruhunda uyandırdığı huzur... Ve şimdi sıra tekneden ayrılıp Vrelo Mağarası'nın merdivenlerini tırmanmaya geldi. Küçük bir seyir terasında ellerimizde yine telefonlar var çünkü karşımızdaki bu nefis manzaranın oluşturduğu görsel şöleninin hiçbir ayrıntısını kaçırmak istemiyoruz.



Mağaraya demir bir kapıdan giriş yapıyoruz. İçeriye doğru merdivenlerden iniyoruz. Nem gittikçe artıyor. Kayıp düşmemek için trabzanlara daha sıkı tutunuyoruz. Karşımızda rengarenk ışıklandırılmış  Vrelo Mağarası'nın sarkıtları. Olağanüstü bir görüntü. Üzerimize birkaç damla su düşüyor. Mağaradaki sarkıtların ve dikitlerin oluşumu hala devam ediyor. Bu mağarayı özel kılan gölün kenarında ise anı ölümsüzleştirmek adına sırayla fotoğraf çekiyoruz. Bu göl coğrafi açıdan çok önemli bir yere sahip, çünkü dünyanın bir mağara içinde keşfedilmiş en derin yeraltı suyu olduğu söyleniyor. Vrelo Mağarası turunun iki kişilik ücreti ise 17 Euro / 1000 MKD...

Vrelo Cave




Vodno Dağı ve Milenyum Haçı

Matka Kanyonu'ndan ayrılıyoruz ve yeni rotamızı oluşturuyoruz. Aracımızla Vodno Dağı'na doğru yola çıkıyoruz. Önce Üsküp merkezine dönüyoruz. Ardından kente hakim konumdaki dağın eteklerinde yavaş yavaş yükselmeye başlıyoruz. Yükseldikçe şehrin görece varlıklı kesiminin yaşadığı bölgeden geçip bir orman yoluna çıkıyoruz. Trafik burada iki yönlü, bu yüzden yol dikkatli araç kullanmayı gerektiriyor. Üsküp'te bisiklet günlük yaşamın bir parçası. Bu yolda bisikletiyle Vodno Dağı'na tırmanan veya dağdan iniş yapan çok sayıda insanla karşılaştık. Üsküp halkı etrafındaki doğal güzelliklerin keyfini çıkarmayı biliyor.

Üsküp



Matka Kanyonu'ndan yaklaşık 40 dakika süren bir yolculuğun ardından bizi Vodno Dağı'nın zirvesine ve Milenyum Haçı'na çıkaracak teleferiğe varıyoruz. Dik yamaçlardaki ormanlık alanın ortasına inşa edilmiş olan teleferikle yükseldikçe Üsküp tüm güzelliği ile adeta ayaklarımızın altına seriliyor. 1066 metre yüksekliğindeki dağın zirvesine ulaşmak için teleferikle yaptığımız bu yolculuğumuz yaklaşık 20 dakika sürüyor. İndiğimizde bizi şehrin her noktasından çıplak gözle görülebilen 66 metre yüksekliğindeki Milenyum Haçı karşılıyor. Milenyum Teleferik'in iki kişilik ücreti 200 MKD...



Milenyum Haçı 2002 yılında Hristiyanlığın 2000. yılı şerefine Vodno Dağı’nın zirvesine inşa edilmiş. Üsküp’ün en önemli simgelerinden biri olan bu yapının inşası için bir çok Avrupa ülkesi ve ABD destekte bulunmuş. Haç'ın bulunduğu alan turistik açıdan yoğun ziyaretçi çekiyor.  

Üsküp, Skopje




Milenyum Haçı'nın etrafında kafe, restoran ve hediyelik eşya satın alabileceğiniz butik mekanlar mevcut. Ayrıca burası şehri panaromik olarak görebileceğiniz ve fotoğraflayabileceğiniz en güzel yerlerden biri. Vodno Dağı'ndan Balkanlar'ın coğrafi yapısını da keşfedebiliyorsunuz. Burada vakit geçirebileceğiniz şehir manzaralı piknik alanları ile seyir terasları da bulunuyor. Haç'ın hemen yakınına ise ileride şehrin en önemli simgesi olmaya aday yeni bir kule inşa ediliyor.

ckoncko beer



Kuzey Makedonya'daki ikinci günümüzde Üsküp ve çevresinde görmek istediğimiz yerleri gezdik. Günün yorgunluğunu atmak için şehir merkezindeki turistik mekanlardan ziyade Makedonların takıldığı cadde ve mekanları keşfettik. 




Şehirdeki son akşamımızda güzel bir barda günü noktalayıp kaldığımız otele geri döndük. Sabah Ohrid'e yolculuk var...



Teşekkürler Dünya!  

  


 

  
   

4 Temmuz 2024 Perşembe

KANO GÜNLÜĞÜ: AMASRA

Amasra Belediyesi tarafından Kabotaj Bayramı kapsamında çeşitli etkinlikler düzenlendi. Büyük Liman'daki plajda düzenlenen etkinliklerden biri de kano yarışmasıydı. Bartın Kano Spor Kulübü'nün bizi bu etkinliğe davet etmesiyle Amasra'nın mavi sularında kürek çekme hayalimiz gerçekleşmiş oldu. 

Bartın kano


Bartın Kano Spor Kulübü üyeleriyle Büyük Liman'daki plajda yarışma öncesi son hazırlıklarımızı yapmak üzere buluştuk. Önce Belediyenin tahsis ettiği araçta yüklü olan kanolarımızı kıyıya indirmekle işe başladık. Küreklerimizi ve can yeleklerimizi yarışma için hazırladık. Havanın çok sıcak olması hazırlık sürecinde bizi epey zorladı ancak heyecanımızdan ve keyfimizden hiçbir şey kaybettirmedi . Kulüp üyeleriyle kürek çekeceğimiz mesafeyi belirleyip etkinlik komitesine bildirdik. Sahil Güvenlik ekipleri Büyük Liman'da bulunan askeri tesislere ait mendireğin hizasına geri dönüş mesafesini belirleyen sarı renkte büyük bir duba yerleştirdi. Ve yarışma için ilk anons yapıldı. Kanolarımızı kıyıda yan yana dizdik. Denizde olası bir tehlike anında kullanmak için can yeleklerimizi de kanolarımıza yükledik. Tarihi Mendirek havzasında, Çeşm-i Cihan'ın yani 'Dünyanın Gözbebeği'nde, Kraliçe Amastris'in havuzunda kürek çekecek olmanın ve yarışmanın heyecanıyla küreklerimizi havaya kaldırıp çıkış düdüğünün çalmasını beklemeye başladık. Arkamıza yaslandık ve ilk düdükle birlikte tıpkı denizciler gibi "vira vira" deyip hepimiz aynı anda küreklere asıldık. 


Bartın kano


Eşim Özgenaz ile birlikte son üç yıldır yaz sezonlarında İnkumu'nda kanoyla açılıyoruz. Amasra'daki bu yarışma sayesinde keyif için kano ile yaptığımız o gezintilerin bize bir nevi antrenman gibi güç kazandırmış olduğunu fark ettik. Aramızda hemen koordinasyonu sağlayıp aynı tempoda hızla kürek çekmeye başladık. Bir süre sonra yarışmayı en önde götüren takım biz olduk. Bize eşlik eden sahil güvenlik ekiplerinin "Harikasınız, koordinasyonunuz süper, biz sizinleyiz, sakın bırakmayın" şeklindeki motivasyon sözleri bizi deyim yerindeyse iyice gaza getirdi.  (Bize eşlik ettikleri için çok teşekkür ederiz.:) 


Bartın kano


Ancak Amasra daha önce kürek çektiğimiz bir yer olmadığından Mendirek içindeki alanda akıntının ne denli etkili olduğunu hesap etmemiz pek mümkün değildi. Sarı renkteki geri dönüş dubasını geçtikten sonra akıntı bizi bir anda askeri tesislerin bulunduğu plajın sol kısmına doğru sürüklemeye başladı. Yakıcı güneş bu kez tam karşımızdaydı ve hızımız bir anda yavaşladı. Yorgunluk kendisini iyice hissettirdi çünkü mesafe gerçekten uzundu ancak daha dubayı dönemeyen kanoların olduğunu görünce yeniden toparlandık. Bir süre sonra  paralelimizden gelen ve çekişmeye başladığımız diğer kanoyla ufak bir çarpışma yaşadık ve tekrar yavaşladık. Tüm gücümüzle yeniden küreklere asıldık ve yarışmayı ikinci olarak bitirdik.

Amasra kano



Katıldığımız bu gösteri yarışmasında asıl amacımız Bartın'da kano farkındalığını artırmak ve Bartın'ın doğal güzelliklerinden en iyi şekilde yararlanabilmenin alternatif yollarını aramaktı. Çünkü karadan ulaşamayacağımız doğal güzelliklere hem de doğayı hiç kirletmeden sadece kanolarımızla kürek çekerek ulaşabilmek paha biçilemez bir mutluluk... Biz Kraliçe Amastris'in denizinde oluşturduğumuz o rengarenk görüntülerle hemen yanı başımızda limana demirlemiş bir yolcu gemisindeki hiç tanımadığımız insanların fotoğraflarında masmavi bir anı olarak kalacağız. Asıl bunun için sana sonsuz teşekkürler Dünya!


amasra kano











 


KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli b...