Umayyad etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Umayyad etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2024 Cumartesi

14 YIL ÖNCEKİ SURİYE'DE YOLCULUK(2): ŞAM DÜŞMEDEN ÖNCE

8 Aralık 2024 sabahı yeni bir tarihi güne uyandık. Suriye'de 61 yıllık Baas Partisi iktidarı sona erdi ve 24 yıldır ülkeyi yöneten Suriye Cumhurbaşkanı Dr. Beşar Esad ailesiyle birlikte ülkeden ayrıldı. Bu girizgahı o tarihten beri haber bültenlerinde neredeyse her gün duyuyoruz. Benim bu yazıdaki niyetim Suriye'nin ne geçmişine ne de bundan sonraki sürecine dair bir analiz yapmak ya da öngörüde bulunmak. Hafızama ve geçmişten kalan fotoğraf, video ve notlarıma yaslanarak vakti zamanında gezip gördüğüm, bir masalın içinden geçmişim gibi büyülendiğim, renkli sosyal dokusuna ve muhafaza edilmeye çalışılan kültür mirası eserlerine hayran kaldığım, içeriden ve dışarıdan müdahaleler yolu ile büyük bir yok oluşa sürüklenen Suriye'ye, o güzel ülkeye bir veda yazısı bu. Suriye'de bir devir sona erdi. Şam tiyatrosu perdelerini kapattı. Şam operasının tüm sesleri sustu. Şam balesinde son dans yapıldı ve Suriye Devlet Televizyonu'nda son marş çalındı. Bu serinin ilk yazısında Halep'i anlatarak başladığım bu hikayeme bu kez ülkenin kalbinden, Başkent Şam'dan devam ediyorum. 

"...Çılgınca tahribatı totaliterlik nedeniyle ya da özgürlük ve demokrasi adı altında yapmak ölüler, yetimler ve evsizler için ne değiştirir?" (1)



Suriye'nin Başkenti Şam'a doğru giden bir otobüs ile yaklaşık 5 buçuk saat süren yolculuğumuz Hatay otogarından başlamıştı. Cilvegözü sınır kapısından geçişimiz çok kısa sürdü. Suriye'ye vizesiz ve sadece pasaportla girebildiğimiz, iki ülke ilişkilerinin zirve yaptığı bir dönemin içerisinde 2010 yılının Ağustos ayındaydık.  Türkiye'den ayrılıp iki ülke sınırının arasındaki tampon bölgeden geçtik ve Suriye'nin Bab El Hava sınır kapısına ulaştığımızda bizi devasa bir Beşar Esad portesi ile gümrük binasının üzerindeki babası ve ülkenin bir önceki Cumhurbaşkanı  Hafız Esad'ın rölyefi karşıladı. Artık Esad'ların Suriye'sindeydik ve buralarda kimin sözünün geçtiğini semboller bize daha ilk adımda anlatmıştı. Muavinin usulca yanıma sokulup "Abi bu otobüslerle neler taşınıyor neler" sözü ile yaşı kullandığı eski model cabrio otomobilden en az 40 yıl daha genç olan geleneksel Arap kıyafetli bir yeni yetmenin korna çala çala sınır kapısına gelişini ve otomobilin arkasında oturan siyah çarşaflı 4 genç kadının bize sanki onların hayallerindeki hayatı yaşayan insanlarmışız gibi gözlerini hiç ayırmadan büyük bir merakla bakışlarını nedense hala hatırlıyorum.



Suriyeli gümrük memuru pasaport kontrolünde hala Türkiye'de bile ismimi yanlış söyleyen insanlar olduğundan habersiz ısrarla ismimi doğru şekilde söylemeye çalıştı ve en sonunda pes edip "Welcome George" dedi ve pasaportu bana geri uzattı. Hiçbir şey söylemeden sadece gülümsedim. Şam'a doğru yolculuğumuz nihayet başladı. Sınırdan sorunsuz geçiş sonrası otobüste bildiğimiz markaların Suriye'de üretilen versiyonu olan taklit isimlerle ambalajlanmış ve muavinin Arapça aksanıyla ikram ettiği "piskuiler" ve "Papsi" ile açlığımızı bir nebze bastırmaya çalıştık. İdlib kırsalındaki irili ufaklı birkaç kasabadan geçtik ve yıllar sonra Türkiye'deki haber bültenlerinde bu kadar ünleneceğini tahmin bile edemeyeceğim Şam'a kadar uzanan M5 otobanına ulaştık. 




Hama'ya geldiğimizde kenti çevreleyen otoyolun giriş ve çıkışlarında bulunan ve Aralık 2024'te birer birer yıkılacak olan Hafız Esad heykellerini gördüm. Asi Nehri kenarındaki Hama kentine ve Romalılar tarafından yapılmış dev su dolaplarına (değirmenlerine) bir otobüs camından bakarken 1982 yılındaki bu kentte yaşanan ve binlerce kişinin hayatını kaybettiği korkunç olaylara dair okuduklarım aklıma gelmişti.



Humus kentine geldiğimizde ana yoldan ayrılıp kentin sembolü olan Saat Kulesi'nin etrafında bir süre tur atıp şehir merkezinden ilerledik. Capcanlı, kıpır kıpır bir kentti Humus. Aynı zamanda Suriye'nin üçüncü büyük kenti olan Humus, Suriye'nin batısındaki Akdeniz kıyılarındaki Tartus ve Lazkiye liman kentleri ile doğuda Irak'ın Başkenti Bağdat'a kadar uzanan yollarla, kuzeydeki sanayi ve ticaret kenti Halep ile ülkenin Başkenti Şam'a kadar uzanan otobanın kesişim noktasında yer alıyor. Coğrafi olarak ülkenin kalbi konumunda olan bu kentte ilk molamızı verdik. Bulunduğumuz dinlenme tesisi dahil ülkeye girdiğimizden beri gördüğüm pek çok yapı Türkiye'ye kıyasla pek çok açıdan 70 yıllardan kalma bir görünüme sahipti. Sanki Hafız Esad iktidara geldiğinde bir kalkınma ve şehirleşme hamlesi başlatmış ancak ne olduysa her şey bir anda durmuş ve ülke 70'li yıllarda donmuş kalmış gibiydi.





Tofaş'ın Mısır'da üretilen kuş serisi modellerinin farklı isimle piyasaya sunulmuş versiyonları bu şehirde ilk dikkatimi çeken otomobiller oldu. Yine bulunduğumuz dinlenme tesisinin hemen yakınında bulunan demiryolundan büyük bir gürültüyle geçen yolcu treni sanki çok eski bir çağdan o güne doğru yolculuk ediyor gibi bir görünüme sahipti. Tesiste lavaşa benzeyen Suriye'nin geleneksel ekmeğinden yapılan bir tost yedim ve yine Suriye'de üretilmiş bir meyve suyunu içtim. Nedense turistleri Hollywood yıldızı gibi karşılama adetinin ilk örneğini bu tesiste yaşamıştım. Askerleri taşıyan otobüsün dinlenme tesisine gelmesi ile herkesin kendine biraz çekidüzen vermesi de dikkatimi çekmişti.



Şam'a yaklaştığımızda trafik yoğunluğu da arttı. Kentin kuzey girişinde sıra sıra askeri tesisler dizilmişti ve onlar bittiğinde oto galerileri aynı şekilde sıralanmaya başlamıştı. İleriki yıllarda patlayacak savaş sırasında bu galerilerdeki araçların çoğunun çalındığına dair haberleri de farklı mecralardan okuyacağımdan habersizdim. Ayrıca indiğimiz otobüs garajının bulunduğu Şam'ın dış semtleri Duma ve Harasta da savaşta neredeyse tamamen harabeye dönecekti. Otobüsten indiğimde yüzüme sanki alev topu fırlatılmış gibi hissettim. Hava öylesine sıcaktı ki nefes aldığımı bile hissetmiyordum. Muavinden cebimdeki bir miktar Türk Lirasını Suriye Lirasına çevirmeyi ve bizi kent merkezinde otellerin bulunduğu bölgeye götürecek bir taksi ayarlamasını rica ettim. Taksi ile yarım saat süren yolculuğun ardından Şam'ın ünlü Merce Meydanı'na geldik. Yol boyunca dikkatimi çeken tek şey Beşar Esad portresinin her yerde karşımıza çıkmasıydı. 



Sultan II. Abdülhamid döneminde, Şam'ın merkezindeki Merce Meydanı'na inşa edilen Telgraf Anıtı'nın tepesinde, İstanbul'daki Yıldız Camii'nin maketi yer alıyor. 1907'de, telgraf hattının Şam'dan Medine'ye ulaşmasının hatırasına Şam'ın merkezindeki Merce Meydanı'na bronzdan bir Telgraf Anıtı dikilmiş. 



Meydanı çevreleyen çok sayıda otel vardı. Bir an birinin Türkçe küfür ettiğini duydum. Annesi bir Türkmen olan ve asker olduğunu söyleyen ismini hatırlamadığım bir gençle konuşmaya başladım. Bize bir otel tavsiye etti. Ancak odalara bakmaya çıktığımda aldığım kokudan sonra teşekkür edip o otelden de o gençten de hızlıca uzaklaştım:) Merce Meydanı'nda bulunan Ömer Hayyam otelinde odamızı ayarladık. Bir süre dinledikten sonra ilk işimiz burada görev yapan gazeteci bir büyüğümüzle buluşmak ve Şam sokaklarına karışmak oldu. 



Şam Eski Kent bölgesinde otantik bir restorana gittiğimizi hatırlıyorum. İsmini hatırlamadığım o mekan Eski Kentin en iyilerinden biriydi. Suriye yapımı arak eşlikçisi ile harika bir kebap yediğimi hatırlıyorum. Kulağımda Arap ezgileri ve masada Suriye'ye dair bir muhabbet döndü. Beşar Esad portresi bu mekanda da karşımdaydı. Ve onun ismini sokakta çok fazla anmamamıza dair ilk tavsiyeyi de o masada almıştık. Burası bir muhaberat devletiydi ve kimin istihbaratçı olduğu bilinemezdi. Sorgulanmaya sebebiyet verecek şekilde siyasi yorumlar yapmamamız ve fotoğraf çekerken kamu binalarını kadraja almamamız tavsiye edilmişti ki yanlışlıkla bir istihbarat binasının fotoğrafı ile Beşar Esad'ın sadece mesaisi ve konuklarını ağırlamak için kullandığı Şam'a hakim bir tepede konumlandırılmış El Şaab (Halk) Sarayı'nı çektiğimde değerli büyüğümüzün ciddi şekilde telaşlandığını çok iyi hatırlıyorum. Ayrıca bu ülkede iç siyasi meseleler konuşulmazdı ancak ABD ve İsrail karşıtı konuşma yapmak hiçbir sakınca teşkil etmiyordu. Şam sokakları çok güvenliydi ve burada başımıza bir şeyin gelmesi ihtimali çok düşüktü. Geceleri rahatça dolaşabilirdik. Ve yine bize anlatılana göre burada kimse kimseye karışmaz ve kimse kimsenin dinini ve mezhebini sormazdı. Çünkü seküler bir yaşam biçiminin hüküm sürdüğü kentte bu tür sorular hoş karşılanmazdı. Hükümet karşıtı siyasi hareketlere, hırsızlığa ve cinayet gibi bir suçlara karışmadıktan sonra hükümetin yaşam biçimi dahil kimsenin hayatına karışmadığı da söylendi. Otomobillerin camlarında gördüğüm Beşar Esad silüetli sticker baskılarının sempatiden mi korkudan mı yoksa "-mış gibi" görünmekten mi kaynaklandığını sorduğumda ise "Hepsi" cevabını almıştım. Bazı yerlerde hem baba Hafız Esad, hem ağabey Basil Esad hem de Beşar Esad'ın kendi portresinin yan yana sıralanmış şekilde asıldığını görmüştüm. Ne kadar doğruydu bilmiyorum ama bu üçlü portrelerin topluma karşı yine aynı sırayla "lider; örnek, umut" anlamlarında sunulan semboller olduğu söylenmişti.
 


Basil Esad babası Hafız Esad'ın ardından başkanlığa hazırlanıyordu. 1994 yılında şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetti. O sıralarda Londra'da göz hastalıkları uzmanlığı eğitimi alan Beşar Esad ağabeyi Basil'in yerine başkanlığa hazırlanması amacıyla Şam'a çağrıldı ve kader planı onun hayatını tamamen başka bir yönde değiştirdi.

Ertesi gün ilk durağımız Eski Şam'daki tarihi Hamidiye Çarşısı oldu. Burası Şam'da gezilecek tarihi mekanların başında geliyordu. Çarşı gün ortasında sakindi ancak şehirde hayat havanın kararması ile canlandığından dolayı akşam saatlerinde çarşı içinin yoğunluğu da artıyordu. Osmanlı döneminde inşa edilmiş olan bu uzun çarşıda geleneksel Suriye el sanatı işlemeleri, gümüş ve altın takılar, giysi, kumaş gibi pek çok eşya ve malzeme satan dükkan sıralanıyordu. Ayrıca bu çarşıya gelmişken meşhur Bakdash dondurmacısına uğramamak olmazdı.  



Hamidiye Çarşısı'ndan çıkarken kızlı erkekli kalabalık bir genç grubu birden etrafımı sardı. Kendimi sanki bir popstar gibi hissettim. Bu ilginin sebebinin üzerimdeki tişörtün baskısında Filistin bayrağının renklerinin yer almasından kaynakladığını anlamam uzun sürmedi. Farkında olmadan onlarda bir sempati yaratmıştım ve hepsinde Türkiye'ye karşı ilgi çok büyüktü. İki ülkenin yakınlaştığı o dönemde zaten karşılıklı ziyaretler bir hayli artmıştı. Biz sanki Ortadoğu'da tozlu raflarda kalmış eski bir masal kitabının sayfalarını yeni yeni açıyorduk; onlar ise televizyondan izleyip beğendikleri ve hayallerindeki hayatın yaşandığını sandıkları Avrupa'nın bir parçası olarak gördükleri Türkiye'ye gelebilmenin planlarını yapıyorlardı. Türkiye sınırını Avrupa sınırı olarak nitelendirdiklerine bizzat şahit olmuştum. O dönemde Türkiye'ye ve bilhassa İstanbul'a karşı ilgi özellikle gençlerde bu şekildeydi. 



Son günlerde herkesin namaz kılmak için adeta birbiriyle yarıştığını izlediğim o meşhur Emevi Camii'ni de gezmiştik. Bu cami gerçekten de büyüleyici bir atmosfere sahipti. Camiye girişte kıyafetlerinize dikkat etmeniz gerekiyordu. Bu cami hem turistik ziyarete hem de ibadete sürekli açıktı. Hatta sıcak havanın etkisinden olsa gerek camide çok sayıda uyuyan kişiyi de görmüştüm. Yıllar sonra ülkemizde siyasi bir hedef haline geleceğini tahmin bile edemeyeceğim Emevi Camii'nin orijinal süslemeleri ve mimari dokusu doğrusu görülmeye değerdi. Şam ayrıca ezanı en iyi okuyan din görevlilerinin özenle seçildiği ve nefis bir ahenkle ezanın okunduğu bir şehirdi. 

Şam’da Emeviler devrinde yapılmış olan Emevi Camii yapımından sonra kurulan tüm İslam devletlerinde cami mimarisine model olmuş ilk yapı. Roma mabediyle onun harabeleri yanında bulunan Theodosios dönemine (379-395) ait Aziz Yohannes (Hz. Yahyâ) Kilisesi’nin yerine inşa edilen Emevi Camii'nin üç minaresi ve dört ana kapısı bulunuyor. Cami, bugün hala korunan Vaftizci Yahya kafası gibi kutsal emanetleri muhafaza ediyor. Bu muazzam yapı 70 yıl boyunca hem kilise hem de cami olarak kullanılmış. Ayrıca bu cami Şiiler için de önemli, zira I. Yezid tarafından gösterilmek üzere saklanılan Hz. Muhammed'in torunu Hüseyin'in kafası da burada yer alıyor. Caminin kuzey duvarına eklenmiş küçük bir bahçede Selahaddin Eyyubi'nin türbesi bulunuyor. Doğu tarafında burç üzerinde yükselen minare ise İsa Minaresi olarak adlandırılıyor. Bir rivayete göre İsa peygamberin yeryüzüne inerken bu minareye ineceğine inanılıyor.



Şam'daki Suriye Ulusal Müzesi de ziyaret ettiğimiz mekanlardan biriydi. Tarih boyunca ticaret yollarının ve farklı kültürlerin kesiştiği bu şehir dünya kültür mirasına ait eşsiz eserlere de ev sahipliği yapmaktaydı. Müze, binlerce yıllık geçmişe uzandığınız ve Suriye tarihinin tüm yelpazesini görme fırsatı bulduğunuz gezip görülmesi gereken bir mekandı. Bu müzeden anı olarak Suriye topraklarında hüküm sürmüş eski uygarlıkların da resmedildiği haritalar satın aldık. Akşama doğru Eski Şam'ın dar sokaklarında gezmiştik. Burada çok canlı bir gece hayatı vardı. Sıra sıra kafe ve barlar, restoranlar hatta ayaküstü şat atabileceğiniz mekanlar mevcuttu. Şam'ın bu bölgesinde seküler bir hayat akıyordu ve burası aynı zamanda kentteki Hristiyanların da yaşadığı bir bölgeydi. Farklı dinlere ait ibadethaneler de yan yanaydı. Eski kentin şiir gibi otantik mekanlarla dolu sokaklarında eski bir evin ya da konağın kapısını açtığınızda kendinizi bambaşka bir dünyanın içerisinde buluyordunuz. Arapça ezgilerle yabancı dildeki şarkılar kulağınıza çalınıyor, keyifle eğlenen insanlara rastlıyordunuz. Burada çok ilginç bir dükkan da görmüştüm. Dükkanın önünden Barada Nehri'nin kollarından biri geçiyordu ve siz dükkana giremiyordunuz. Dükkandan beğendiğiniz hediyelik eşyaları nehrin kenarından bakıp seçiyor ve satıcı size raylı bir sepetle satın aldığınız eşyaları ulaştırıyordu.   



Eski Şam sokaklardan birinde Art Cafe isimli mekanda takılmıştık. Duvarlarda yaklaşan tarihteki konser ve tiyatroların afişleri asılıydı. Barmenin tavsiye ettiği Almaza adlı Lübnan biralarını içerek keyifli bir muhabbete dalmıştık. Elbette yanımızda değerli gazeteci büyüklerimizin de olması sebebiyle konu ülke ister istemez ülke meselelerine gelmişti. Bu ülkede de çok büyük sorunlar vardı; en başta da yolsuzluk ve ekonomik sıkıntılar. Yönetimin dip dalganın farkında olduğunu ancak sorunların medyada ya da sokakta konuşulmasına izin vermediğini her şeyin kapalı kapılar ardında konuşulduğu anlatılmıştı. İnsanlar neden ayaklanmıyor, bu diktatörlüğe neden isyan etmiyorlar diye bir soru sormuştum. Bu soruyu sorduktan tam 5 ay sonra ülkenin adeta çalkalanacağını ve beraberinde dış müdahaleler yoluyla da yıllarca sürecek korkunç bir savaş ortamına sürükleneceğini tahmin bile edemezdim. Gazeteci arkadaşımdan aldığım cevap ise şuydu: "Bir şeyler olacak ancak kimse nasıl olacağını bilmiyor."



Türkçe'de Şam ismiyle bilinen şehrin ismi ilk defa Luksor’da Karnak Tapınağı’ndaki yazıtlarda Ta-ms-ku şeklinde kaydedilmiş. Amarna tabletlerinde ise Akkadca Di-maş-ka olarak geçmekte. İngilizce Damascus olarak ifade ediliyor.  Üzerinde kesintisiz yerleşim görülen en eski şehir olduğu iddia edilen Dımaşk’ın Hz. Nûh’un oğlu Sâm veya torunları tarafından tesis edildiğine ve Hz. İbrâhim’in burada doğduğuna dair rivayetler mevcut...

Gecenin ilerleyen saatlerinde bir taksiye atladık ve şehir turu attık. Şu sıralar akşam haberlerinde sıklıkla adını duyduğunuz ve görüntülerini izlediğiniz Şam'ın en büyük meydanlarından biri olan Emevi Meydanı'na geldik. Bu meydan Suriye Devlet Televizyon İstasyonu, Dramatik Sanatlar Enstitüsü, üniversiteler ve Savunma Bakanlığı binaları ile çevriliydi. Şehirde yemyeşil çok büyük parklar mevcuttu. Akşam saatlerinde insanlar bu parklarda keyifle vakit geçiriyorlar ve elbette onların için olmazsa olmaz nargilelerini tüttürüyorlardı. Şehrin modern tarafının oldukça nizami bir yerleşim planına göre tasarlandığı belliydi. Milyon dolarlık dairelerin ve alışveriş merkezinin bulunduğu görece zengin ve elit sınıfın ikamet ettiği Malki ve Mezze semtlerini dolaştık. Burada da kendi standartlarına göre lüks sayılabilecek eğlence mekanları ve otellerin teraslarında kokteyl mekanları bulunuyordu. Ayrıca bir sokakta sahne kurulmuş ve bir rock konseri veriliyordu. Habil ile Kabil hikayesinde yeryüzünde ilk kanın aktığı yer olduğu söylenen Kasiyun Dağı'na geldiğimizde Şam büyüleyici güzelliği ile ayaklarımızın altındaydı. Burada da insanlar şehir manzaralı mekanlarda keyifle vakit geçiriyordu.




Son gecemizde konakladığımız Tayyare binasının 14. katındaki dairenin balkonundan usul usul şehre çökmeye başlayan çöl (kum) fırtınasını izleyip düşüncelere dalmıştım. Derken saatin 03.00 olduğunu fark ettim. Gökyüzü o an tersine çevrilmiş bir kum saati gibiydi ve sanki Dolunay'ın içinde birikmiş tüm kumlar Şam'ın üstüne dökülüyordu. 



 

Teşekkürler Dünya! 







Kaynak:

(1) Mohandas Karamcand Gandhi

(2) https://www.gzt.com/foto-galeri/mecra/samin-merkezinde-yildiz-camiili-bir-telgraf-aniti-2039372      
 
(3) https://www.gzt.com/foto-galeri/mecra/samin-merkezinde-yildiz-camiili-bir-telgraf-aniti-2039372

(4) https://islamansiklopedisi.org.tr/emeviyye-camii

(5) https://islamansiklopedisi.org.tr/sam--suriye#1
 



   

KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli b...