Zonguldak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zonguldak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2025 Salı

MADEN ŞEHİTLERİNİ ANMA TIRMANIŞI - KELTEPE ZİRVESİ

1992 yılının 3 Mart'ında Türkiye kapkaranlık günlerinden birini yaşadı. Zonguldak'ın Kozlu İlçesi'ndeki maden ocağında peş peşe meydana gelen grizu patlamaları sonucu 263 maden işçisi hayatını kaybetti. Bu olay o dönemde Türkiye ve hatta dünya tarihindeki en travmatik maden facialarından biri olarak belleklere kazındı. Ancak ne yazık ki sonraki yıllarda Türkiye'de daha büyük maden facialarına ve yeni acılara tanıklık edildi. Zonguldak'ta hayatını kaybeden madencilerin anısına başlatılmış olan ve geleneksel hale gelen 'Maden Şehitlerini Anma Tırmanışı'nın 17.'si geçtiğimiz hafta sonunda Zonguldak ve Bartın'dan dağcılık ve doğa sporları kulüplerinin katılımıyla Keltepe'de gerçekleştirildi. Karlarla kaplı zorlu bir parkurda gerçekleşen yürüyüşün sonunda 1999 m yükseklikteki Keltepe Zirvesi'nde düzenlenen törenle hayatını kaybeden tüm maden işçileri saygıyla ve rahmetle anıldı.     

Hatırlamak için...




Hafta sonu karlarla kaplı zorlu bir parkurda gerçekleşen ve benim de ikinci zirve tırmanışım olan bu anlamlı etkinliğe katılmak için Bartın'dan Karabük'ün Yenice İlçesine doğru yola çıktık.




Yaklaşık iki saat süren yolculuğumuz boyunca geçtiğimiz en ilginç yer Yenice Tünelleri bölgesiydi. Karabük-Yenice yolunun 15 kilometrelik bölümünü kapsayan bu bölgede toplam 16 tünelden geçilerek karayolu ulaşımı sağlanıyor. Filyos Çayının böldüğü yemyeşil vadinin bir tarafında karayolu diğer tarafında ise Zonguldak-Karabük demiryolu hattı bulunuyor. 



Kahverengi Keltepe Kayak Merkezi tabelasını gördüğümüzde anayoldan ayrıldık. Dik ve oldukça virajlı dağ yolundan ilerlerken araç tutması şeklinde ifade edilen bulantılar bizi biraz zorlasa da araçtan iner inmez içimize çektiğimiz serin ve tertemiz dağ havasıyla kısa sürede normalde döndük. 




Hemen arkamızdan Zonguldak ekibinin de başlangıç noktasına gelmesiyle birlikte yürüyüş için son hazırlıklarımızı yaptık.




İlk etapta çamurlu bir orman yolunda yürümeye başladık. Hava sıcaklığı tahminlerimizden daha yüksekti ve güneşli bir pazar gününü farklı şekilde de değerlendirebilirdik ancak bu anlamlı tırmanışta ekibin bir parçası olmak bizi mutlu hissettirdi.




Çamurlu yol sanki görünmez bir işaretle sınırı çizilmiş gibi birdenbire karlarla örtülü bir orman yoluna dönüştü. Zonguldak ekibinden öncü bir grubun bıraktığı izleri takip ederek ilerlemeye devam ettik. Bazı yerlerde kar kalınlığı diz hizamızı aştı. Karda her adım attığımızda çıkan sesi dinleyerek yürümek çok keyifli olsa da biraz zorlandık.



  Her iki yanında metrelerce yükseklikte çam ağaçlarının dizildiği ve gözümüze sanki bir kar otobanı gibi gözüken geniş orman yolundaki bembeyaz ürpertici sessizliği, zaman zaman üzerinde eriyen karı taşımaya takati kalmayan ağaç dallarının çıtırtı sesleri kesti. 




İlk mola yerine geldiğimizde Zonguldak ve Bartın ekipleri olarak anma yürüyüşünün ilk toplu fotoğraflarını çektik.



Zirveye yaklaştıkça doğanın sunduğu nefes kesici manzaralar sık sık fotoğraf molası vermemize neden oldu.




Çam ağaçlarının, uçurumların, iki bin metreye doğru yaklaşırken artık iyice seyrekleşen ormanın ve karla kaplı kayalıkların nefes kesici güzelliğini seyretmek, bir dağ tavşanının ayak izlerini takip etmek, rüzgarın arkamızdan bize seslenir gibi ıslık çalışını duymak, kayalık bir tepenin üstünde yapayalnız duran bir ağacın dallarına dokunup ona merhaba demek ve doğanın bir parçası olduğumuzu yeniden hatırlamak için yürüyüş ve tırmanışımız boyunca sık sık durakladık. 




Sonunda zirveyi gördük, orada tüm heybetiyle karşımızdaydı ve her adımımızda zirveyi simgeleyen antene bakışlarımızı kilitledik. Hiç acelemiz yoktu, zirve bir yere kaçmıyordu ve zirveye ulaşacağımız için hissettiğimiz o büyülü heyecanı kaçırmak da istemiyorduk.



 Zirveye az bir mesafe kala bir tepenin üzerinden bir süre Karabük kent merkezini izledik.
Demir-Çelik fabrikasından çıkan sapsarı bir duman dağlarla çevrili çukur bir vadide kurulu şehrin üstüne tamamen çökmüştü. Koca bir şehir resmen demir soluyordu.




Zor da olsa dik ve karla kaplı yamaçları aşarak 1999 m yükseklikteki Keltepe Zirvesi'ne ulaştık. Tarifi zor bir heyecan ile mutluluk hissettik ve zirvedeki anlarımızı fotoğraflarla ölümsüzleştirdik.




Zonguldak ve Bartın ekibinden öncü gruplar zirvede 'Maden Şehitlerimizi Anmak' için bir tören düzenledi. Yitirdiğimiz tüm maden işçileri, tüm emekçiler bir kez daha saygı ve rahmetle yad edildi.




Zirvede verdiğimiz kısa bir molanın ardından dönüş yoluna koyulduk. Yaklaşık 15 km'lik bir yürüyüşün sonunda bu özel ve anlamlı etkinliğin bir parçası olmanın gururunu yaşadık. 




17. kez gerçekleştirilen Maden Şehitlerini Anma Tırmanışı'nı organize eden ve destek sunan herkese çok teşekkürler.




Zonguldak ve Amasra başta olmak üzere emeğin kentlerinde yaşanmış tüm maden facialarının bir daha tekrarlanmaması temennisi ile... 




Teşekkürler Dünya!



  



16 Kasım 2024 Cumartesi

TENİS DENİZ İHTİSAS

Başlığı mırıldanarak birkaç kez tekrarladığınızda kendi ritmini bulup bir slogana dönüşmeye başlıyor ve insanda ister istemez bir sempati oluşturuyor. Elbette ki bu başlık tesadüf eseri buraya yazılmadı. Türkiye'nin en eski vilayetlerinden biri olan ve kömür denilince, maden denilince, işçi ve emek denilince akla ilk gelen şehir Zonguldak'ta çok eski zamanlarda kurulmuş olan bir spor tesisinin adını taşıyor bu yazının başlığı. Kurulduğu dönemlerde Anadolu'nun pek çok kentinde bırakınız tenis sporundan bahsetmeyi daha henüz spor tesisleri dahi bulunmuyorken bu tesis Zonguldak'ı kendi kabuğundan çıkarmış ve kurulu olduğu mahallenin adı gibi kent bilincinin ve  kültürünün oluşmasında bir "Fener" gibi ışığını yansıtmıştır.




Yaz güneşinden bir türlü ayrılmak istemeyen bir sonbahar yaşanıyor Batı Karadeniz kıyılarında. Gündüzleri hava oldukça ılık seyrediyor. Gökyüzünde neredeyse tek bir bulut dahi yok. Deniz kıpırtısız, anlayacağınız rüzgardan da eser yok. Boyaları dökülmüş, üstleri başları pas içinde kalmış gemiler sırtlarına atılacak yeni yüklerini bekliyor Zonguldak Limanı'nda. Karabük'ten çıkıp limana gelecek ve yükünü boşaltacak bir katarı bekliyorlar belki de sessizce... Uzun Mehmet'in ocağına attığı kara taşların maden işçilerinin kara yazgısına dönüştüğü bu coğrafyada birilerinin payına Karaelmas'ın hep 'Kara'sı mı kalmış 'Elması'nı kim çalmış diye düşünürken, bir martının kopardığı ani çığlığı çıkarıverdi beni dalıp gittiğim kafamdaki madenin derinliklerinden...




Liman'daki köfteciden ekmek arası alıp şehre nazır çayımızı da içtikten sonra yarım günlük kısa şehir turumuza başladık. İlk olarak Karaelmas Jeoparkı diye adlandırılan bölgenin içerisinde yer alan limanın arka kısmına doğru yürüdük. Burada kayalıkların arasında küçük tüneller karşımıza çıktı. Günün belirli saatlerinde yaya geçişine izin verilen ve Zonguldak limanına açılan sahil boyu ile Fener Mahallesi'ni birbirine bağlayan Varagel Tüneli'nin denize açılan karanlık kapılarından içeriye girdik. Bu kısım nedense oldukça bakımsız haldeydi ve aydınlatma ışıkları da çalışmadığından telefonlarımızdaki fenerle sanki bir korku tüneli oyununda ilerliyormuşuz gibi yürüdük. Fener Mahallesi çıkışına doğru yaklaştıkça ışıklandırılmış ve iyi düzenlenmiş kaldırımlı kısma geldik. Burada birbirinden güzel fotoğraf kareleri çekip kayaların serinliğini üzerimizde hissederek yürümenin keyfini çıkardık.




Varagel Tüneli aslında yaya ulaşımı için değil endüstriyel amaçla inşa edilmiş. Tünelin denize açılan kapılarının girişinde tünelin hangi amaçla yapıldığı ve kullanıldığına dair detaylı bilgilerin yer aldığı levhalar yerleştirilmiş. Yaklaşık 200 metre uzunlundaki bu tünel limanın arkasından başlayıp Fener Mahallesi'ne çıkıyor. Varagel Tüneli, kömür atık taşıma konveyörleri için özel olarak yapılmış olsa da günümüzde tamamen turistik amaçlı olarak yaya ulaşımına açık şekilde kullanılıyor.



Adını burada bulunan büyük deniz fenerinden alan Fener Mahallesi'nde 100. Yıl Gezi Yolundan anıt ağaçlarının ve sonbahar yapraklarının arasında yürümek hem çok dinlendirici hem de çok keyifliydi. Bir tarafımız masmavi deniz bir diğer tarafımızsa sonbahar yapraklarıyla örtülü eski beton çitlerle çevrili park alanı. Koruma altındaki falezlerin üzerinde yükselen bu mahalle ta 1800'lü yıllarda Fransızlar tarafından inşa edilmiş konut ve sosyal tesisleri içerisinde barındırıyor. 




Fransız sermayeli Osmanlı Bankası, 1896 yılında Ereğli Şirket-i Osmaniyesi’ni kurarak havzadaki kömür üretim imtiyazını alınca, önce tek mendirekten oluşan liman inşaatına başladı, sonra da limanın üst kısmındaki yarımadayı “Fransız Mahallesi” olarak kurdu. Buraya yapılan konutlara şirket mensubu aileler yerleştirildi. Liman mendireğinin hemen kuzeyindeki kayalık bölgeye ise, 1908 yılında denizden yetmiş metre yükseklikte bir fener kulesi yapıldı.(1) 




Fener Mahallesi'ni bir çember olarak düşünebilirsiniz. Bu çemberin içinde geçmişte işçi, teknik personel ve yönetici kademesinin konut ve sosyal ihtiyaçları için dizayn edilmiş yapıların günümüze dek ulaştığını görebilirsiniz. Ayrıca burada dilerseniz deniz manzaralı dilerseniz de asırlık ağaçların içerisinde yer alan park ve mekanlarda keyifle vakit geçirebilirsiniz. Bunun yanında etrafı asırlık ağaçlarla çevrili spor yapabileceğiniz alanlar ve tenis kortları da mevcut. Burada çok eski tarihlerde temelleri atılan bir şehrin ve o şehrin oluşturduğu kendine has kültürünün etkilerini gözlemlemek hiç de zor değil. Bir zamanlar Zonguldak'ın kömür işletmeleri ve limanı sayesinde kabuğundan sıyrılmış bir kent olduğunu ve bürokratik yapının varlığı sayesinde döneminin epey ilerisinde bir şehir kültürünün kente hakim olduğunu hissedebiliyorsunuz.  




Ve işte şimdi geldik en sevdiğim yere... 'Tenis Deniz İhtisas Kulübü'ne geldiğimizde hemen üst kısımda paylaştığım tesis girişinin fotoğrafını çektim. Sonbahar esintisi kulübün giriş tabelasındaki 1950'li yılların nostaljik havasını adeta üzerimize boca etti. Acaba içeriye girip bir bakıp çıksak mı diye düşünürken girişte karşılaştığımız bir beyefendinin davetiyle kendimizi bir anda içeride bulduk. Bahçesinde keşif turu attıktan sonra salon kısmında bir süre tenis maçını izledik. Bugüne dek çok sayıda başarılı sporcunun yetiştiği Tenis Deniz İhtisas Kulübü'nün atmosferinde Zonguldak'ın tarihine ve kent belleğine ev sahipliği yapan özel bir mekanda olduğunuzu hissetmemeniz mümkün değil. Kulübün kapıları herkese açık.



Zonguldak Tenis Deniz İhtisas Kulübü 19 Temmuz 1951 tarihinde kurulmuş ve bir ihtisas kulübü olarak binlerce sporcu yetiştirmiş. Kulüp sportif başarılarının yanısıra kentin kültür ve eğitim alanındaki en önemli kuruluşlarından biri olarak ön plana çıkmış.




Şimdi de sıra Deniz Kulübü'nü keşfetmeye geldi. Eskiden birbirlerine patikalarla bağlanan kulüpler günümüzde birbirinden farklı işletmeler olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Deniz Kulübü'nün kapısından içeriye girdiğinizde sizi oldukça güzel bir peyzaj düzenlemesi ve denize doğru inen merdivenler karşılıyor. Deniz Kulübü'nün kıyıya yanaşmış bir gemi gibi tasarlanmış binası restoran olarak hizmet veriyor. Ayrıca burada çeşitli etkinlikler de düzenleniyor.



Ana binada ve hemen karşısındaki eski binada teraslar yer alıyor. Bu teraslarda yaz sezonlarında çeşitli etkinlikler gerçekleştiriliyor. Aşağıda yazın tıklım tıklım olan bir sosyalleşme alanı ve küçük bir kumsal var. Üstünde Deniz Kulübü 1950 yazılı barı gördüğümüzde retro müziklerin çaldığı ve insanların keyifle eğlendiği bir mekan canlandı gözümde. Kayaların üzerinde yer alan ve atlama yeri olarak merdivenle çıkılan yerden Deniz Kulübü'nün ve kayalıkların çevrelediği bu küçük koyun güzelliğini keşfediyorsunuz.




Zonguldak'a geldiğinizde iki parçalı bir şehirde olduğunuzu unutmayın. Bu şehrin bir yer üstü bir de yer altı var. Biz yer üstünde keyifle vakit geçirilebilecek Fener Mahallesi'nde küçük bir keşif turu yaptık. Fener'e geldiğinizde uçsuz bucaksızmış gibi görünen Karadeniz'e doğru derin bir nefes çekin. Yüzünü Romanya'ya dönmüş bu kıyılardan denize bakarken zihninizin karmaşıklığının geride kalmaya başladığını ve ufkunuzun genişlediğini fark edeceksiniz.


Teşekkürler Dünya! 


Kaynak:

(1) https://www.zonguldakgeopark.com/mekan/fener-eski-yerlesim-alani

17 Temmuz 2024 Çarşamba

3 GÜZEL GÜNÜMÜZ


Bu hafta sonu gerçekleştirdiğimiz yaz kampımızda Bartın il sınırlarından epeyce uzaklaştık. Günler öncesinden Bartın Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü'nün (Bardosk74) kamp programını paylaşması ile büyük bir heyecanla sıcak ve nemli  havadan bir nebze de olsa kurtulmak ve yükseklere çıkıp doğaya karışmak için günlerin bir an önce geçmesini bekledim. Giderken kamp malzemelerimiz, yedek kıyafetlerimiz ve yiyecek- içeceklerimizle yüklü olan çantalarımızı dönerken onlarca güzel mavi-yeşil anılarla doldurduk. Doğa ananın kucağında, taşlı topraklı yayla yollarında harika geçen 3 güzel günde yürüdük yorulduk, yedik içtik, güldük eğlendik, terledik üşüdük, düştük kalktık. Karadeniz'den esen rüzgar dağlara, yollar dağlara, biz dağlara, dağlar yaylalara çıktı. Çıkış noktamız bu kez Zonguldak'ın Devrek İlçesi'ne bağlı Aksu Köyü'ydü. Yürüyüş rotamız Kızkulak Yaylasından başladı, ardından Bölüklü Yaylasına geçip kampmızı kurduk. Ertesi sabah da Karatepe'de dünyanın en yaşlı Porsuk Ağacına sarıldıktan sonra Bacaklı Yaylası zirvesinde kollarımızı açıp doğa anayı kucakladık.


Kamp




Doğayı keşfetmek, insanın kendisini de keşfetmesi bir bakıma. İnsan özü itibarıyla doğanın bir parçası ancak artık modern yaşamda iyice yabancısı. Bir yandan fiziki ve psikolojik sınırlarını, becerilerini, mental sağlığını, zorluklara karşı direncini test ediyorsun diğer yandan da doğanın sessizliği ile iç dünyanda bastırdığın tüm seslerin netleştiğini duyumsuyor; gündelik yaşamın omuzlarımıza yüklediği suni ve gereksiz ağırlıkların farkına varıyorsun. Kamp programı açıklanır açıklanmaz büyük bir heyecanla yola çıkacağımız günü bekledim. Ve nihayet hazırlıklarımı tamamladım. Gördüm ki hala malzeme eksikliğim var :). Bu benim ikinci kamp maceram oldu. İlk kampımıza sevgili eşim Özgenaz ile beraber yine  Bardoks74 ekibi ile birlikte katılmıştık. Bu kez bu etkinliğe yalnız katıldım ve bu sayede her dik yamaca tırmanırken bir yandan da  iç dünyamın derinliklerine doğru yol aldım. İki gecelik kampta müthiş bir dayanışmayla ve katılımcı dostlarımızın ilgisi ve samimi desteği ile zorlandığım bazı durumların üstesinden gelmeyi başardım.'Shinrin-yoku' yani orman banyosu ile ormanın büyülü atmosferinde yıkandım; tüm duyularım açıldı. Kaygı ve stres yüklü şehir yaşamı, iş telaşesi, bildirimler, mesajlar ve üzerimizden her gün silindir gibi geçen ülke gündemi yaşamımdan bir anda yok oluverdi.



İlk durak Eğerci

Ulus Durağı'ndan kamp malzemelerimi bizi Aksu Köyü'ne götürecek olan araca yükledikten sonra kamp yolculuğum başladı. Ara duraklardan diğer katılımcı dostlarımızı da aldıktan sonra oldukça keyfili geçen yaklaşık iki saatlik yolculuğun ardından Zonguldak'ın Devrek İlçesi'ne bağlı Eğerci Köyünde bize kamp boyunca rehberlik edecek Aksu Köyü Muhtarı Mehmet Ergirdi ile buluşmak üzere mola verdik. Muhtarımız Mehmet Bey bizi kamp boyunca büyük bir misafirperverlikle ağırladı. Kendisi tam bir doğa tutkunu. Ve tüm emeğini, çabasını bölgede ekoturizmin gelişmesi için harcıyor. Ancak bir derdi var. 'Yukarıdakiler'den bir türlü bu eşsiz doğayı tanıtma, ekoturizmine kazandırma ve yöre halkının kalkınmasını sağlayacak projelerin geliştirilmesi konusunda yeterli destek bulamıyor. Bu durum doğrusu bizi  hiç şaşırtmıyor. Zira 'Yukarıdakiler'in öncelikleri ile bizim yaşadığımız hayatlar arasında en az Karadeniz'in tüm yaylalarının toplamı kadar uçurum var. 


kamp



Muhtarın Cennet Bahçesi: Aksu Köyü

Eğerci'de verdiğimiz molada kamp için gerekli olan su ve diğer gıda malzemelerini de aldıktan sonra ilk geceyi geçirmek üzere Aksu Köyünde bulunan Muhtarımız Mehmet Ergirdi'nin evinin adeta cennetten bir parça gibi görünen bahçesine geldik. Araçtan kamp malzemelerimizi indirip elma, erik, kara yemiş ve daha birçok meyve ağacının bulunduğu bahçede çadırlarımızı kurduk. Bahçedeki havuzda oynaşan şaşkın ördek yavruları da meraklı gözlerle bizi izleyip durdu. Ekibimizdeki hayvansever küçük yaştaki dostlarımızın avuçlarından sevgiyle beslendiler. Bahçedeki meyvelerin tadına varıp nemli sıcaktan sırılsıklam olan üstümüzle başımızla sıra iyice acıkan karınlarımızı doyurmaya geldi. Sohbet-muhabbet derken havanın iyice kararmasıyla kafa lambalarımızı takıp ay ışığının ve şehir ışıklarının kirliliğinden artık görmeyi unuttuğumuz yıldızların rehberliğinde ıssız köy yolunda keyifli bir gece yürüyüşüne çıktık. Köyün rahmetli olan eski ustasının ateş tuğlaları ile örerek yaptığı geleneksel köy evlerinden ayakta kalan son örnekleri görme fırsatı bulduk. Ancak birkaçı hariç çoğu modern zamana yenik düşmüş ve bazıları çoktan yıkılıp betorname binaya dönüştürülmüş . Köyün kendine has mimari dokusu maalesef korunamamış. Yürüyüş sonunda vakit epeyce ilerlemişti. Bahçenin ortasındaki masada muhabbet bir süre devam etti. Günün yorgunluğuna yenik düşenler ise çadırlarına çekildi ve artık sessizlik zamanı başladı. Ben de çadır lambamın altında tüm yorgunluğuma rağmen bir süre Amin Maalouf'un Labirent'inin sayfalarında dolaştım. Uyku beni çok geçmeden tamamen esir aldı.


Yayla yolları

Sabahın taze nefesinde uyanıp kuş cıvıltılarını dinledim bir süre. Derken kampçı dostlarımız birer birer çadırlarından çıkmaya, uyku mahmurluğunu üzerlerinden atmak için yemyeşil bahçenin kokusunu içlerine çeke çeke bahçede dolaşmaya başladılar. Muhtarımız Mehmet Bey de erkenciydi. Hemen bahçenin ortasına büyük bir masa kurdu. Odunlu semaveri ateşledi. Üstte sabah güneşi ile altta çıtır çıtır ses çıkaran odun ve kömür ateşiyle çayımız yavaş yavaş demlenmeye başladı. İmece usülü herkes sabah kahvaltısını hazırlamak için işe girişti. Ortaya nefis bir menemen yapıldı. Köy peyniri, köy ekmekleri, armut pekmezi ve kiren marmelatı ile herkes yanında getirdiği kahvaltılıkları masaya dizdi. Açık havada harika bir kahvaltı yaptık. Şairin dediği gibi kahvaltının mutlulukla kesinlikle bir ilgisi var ve biz fotoğraflarla bu güzel sofranın mutluluğunu ölümsüzleştirmeye çalıştık.

Kahvaltının ardından çaylar ve kahvelerimiz eşliğinde bir süre daha keyifle muhabbet ettik. Ardından da çadır ve malzemelerimizi toplayıp yayla yollarına çıkmak için hazırlandık. Eşyalarımızı taşlı topraklı yayla yollarına çıkacağımız ve Muhtarımızın kullandığı bir tüp kamyonetinin kasasına yükledik. En sonunda hepimiz kamyonetin kasasında yerlerimizi aldık ve uzun yayla yolculuğumuz başladı. Kimsenin konfor falan umrunda değildi. Kolay kolay deneyimleyemeyeceğimiz bu yolculuk çok eğlenceli geçti ve artık unutulmaz anılarımız arasına girdi. Biz yol boyunca neler mi yaptık? Mesela bu tüp kamyonetinin kasasından yükselen mutluluk kahkalarımızı yayla yollarının kenarında alabildiğine gökyüzüne doğru uzanan ağaçların dallarında asılı bıraktık. Başımızın üstünden geçen ağaç dallarına dokunduk. Onları selamladık. Dağlar, uçurumlar, şelaleler aştık. Taşlı yollarda bir o yana bir bu yana hoplaya zıplaya mutluluk sarhoşu olduk; bir an dengemizi kaybettik. Ormanda devrilmiş ağaçlar gördük. Denizden dağlara doğru esmiş sert ve acımasız fırtınada devrilen ağaçların dallarının ağlayan bir çocuk gibi ses çıkardığını öğrendik. Fırtınaya dayanmaya çalışan köy evlerinin ahşap kapılarının gıcırtılarını yüreğimizin eskiyen yerlerinde hissettik. Ve yolda bir yabancıya rastladık. Ayaklarımızı dinlendirmek için mola verdiğimizde arkamızda yeşil plakalı bir araç belirdi. Araçtan biri indi ve gideceği Porsuk Ağacının yolunun güzergahını sordu. Biraz konuşmaya çalıştım. Çekya askeriymiş. Türk Ordusu ile ortak çalıştıklarını söyledi. Türkiye'nin kültür rotalarını dolaşmayı planladığını anlattı. Bir yandan da aracında çekim yapan kamerasına gözüm ilişti. Thomas adlı bu asker bir süre bizi takip ettikten sonra gideceği yöne saptı. Arkasında aracının lastiklerinden yükselen tozu, kafamızda ise bir sürü soru işareti kaldı.    

yayla




Kızkulak Yaylası

Kamyonetimizle bir süre daha yol aldıktan sonra Kızlukak yaylası ve zirve yürüyüşü için aracımızdan ayrıldık. Oldukça zorlu ama bir o kadar da güzel bir rotada uzun bir süre irtifa aldık.1600 metre yüksekliğe ulaşmak kolay olmadı. Uzun süren yürüyüşümüzde devrilmiş ağaçların altından geçtik ve dikenli bitkilerin bulunduğu dik yamaçlı ormanın içinden kendimize yol açarak devam ettik. Sarı kantaronlardan topladık. Kızkulak yaylasının düzlüğüne ulaştığımızda eğrelti otlarının arasındaki muazzam güzellikteki patikadan yolumuza devam ettik. Patikanın etrafında gizlenmiş dağ çileklerinin tadına baktık. Dağ papatyalarını kokladık. Ve nihayet dağ suyunun kaynağına ulaştığımızda bir süre dinlenmek ve bir şeyler atıştırmak için mola verdik. Bu süre zarfında hava aniden değişti. Etrafı sis bulutu kapladı ve serin bir esinti tüylerimizi diken diken etti. Yaylanın zirvesine çıkmaktan vazgeçip dönüş yoluna koyulduk. Görüş mesafesi giderek düştü. Ve ekibin dağılmaması adına ve kısa sürede aracımıza dönmek için ileride kendisinden daha detaylı bir şekilde bahsetmeyi çok istediğim ekip liderimiz Gülsen Salman Hocamız ve bize rehberlik eden Muhtarımız Mehmet Bey kestirme bir rota belirledi. Birden gök gürültüsünün ürküten sesi duyuldu ve hızlı bir şekilde geldiğimiz yere dönmek için bir yağmur deresinin dik ve taşlı yolundan inişe geçtik. Burası oldukça zorlu geçti. Düşe kalka da olsa nihayet geri dönüş yoluna ulaştık. Doğrusu müthiş bir deneyimdi.


Bacaklı Yaylası




Bölüklü Yaylası ve Kamp
     
Yeniden kamyonetin kasasına doluştuk ve gece konaklayacağımız Bölüklü Yaylasına ulaştık. Kamp kuracağımız alanı belirledikten sonra çadırlarımızı kurduk ve yemek yemek için bir araya geldik. Hafta sonu olduğundan dolayı yayla günübirlik gelenlerle de doluydu. Akşama doğru ise etraf sakinleşti. Nazikçe kıvrılarak akan bir derenin kenarındaki yayla evinin önünde kurduğum çadırımın yanında kamp sandalyeme oturup bir süre etrafı izleyerek hayallere daldım. Yayla evlerinin bacalarından tüten dumanın maviliği hayallerime bulaştı ve birden önümdeki taş masaya gökyüzünün sonsuzluğu dökülüverdi. Telefonum çekmiyordu; kimse bana ulaşamaz ben de kimseye ulaşamazdım. Zihnimi meşgul eden gündelik yaşama dair hiçbir şey kalmamıştı. Bir süre kulağımda sadece yaylanın yeşillikleriyle beslenen ineklerin otlarken başlarını oynatıp boyunlarındaki çanlarından çıkardıkları sesler çınladı. Yayla evlerinde ocaklar tütüyordu. Belki de sobanın üzerinde bir çaydanlık fokurduyor, taze ekmek ve peynirle evin bahçesinden sabah koparılmış taze sebzelerin ve akşam yemeğinin kokuları birbirlerine karışıyor; bacalardan sadece duman değil sanki hiç el değmemiş ve kirlenmemiş bir yaşamın sihirli tozları gökyüzüne karışıyordu.



Kızkulak Yaylası







Porsuk Ağacı Zonguldak
Koca Yaşlı Dostum: Porsuk Ağacı

Yaylada soğuk bir gece geçirdik. Sabah erken uyandım ve herkes kalkana kadar bir süre etrafta dolaştım. Mis gibi tertermiz bir havada sıcacık güneş ışıklarını yapraklarının arasından süzen bir ağacın altındaki taş masada kahvaltımızı yaptık. Ardından çadırlarımızı ve eşyalarımızı toplayıp kamyonetin kasasına yeniden doluştuk ve Gümeli Tabiat Anıtı'ndaki dünyanın bilinen ve tespit edilen en yaşlı 5 ağacından biri olan Porsuk Ağacına gitmek için taşlı-topraklı orman yollarına koyulduk. Porsuk ağacına ulaşmak için yaklaşık 800 metre kadar tırmandık. İnsanı hayran bırakan güzellikteki yarısı merdiven yarısı ağaç yapraklarıyla süslü yoldan tırmanmanın verdiği mutluluğu anlatmak tarifsiz bir duygu. Yaşlı dostumuza en sonunda ulaştık. Boyu 26, çapı 245, çevresi 770 cm olan Türkiye'nin ve dünyanın bilinen en yaşlı ağacı olan 4.120 yaşındaki bu Porsuk Ağacına dokunmak, gölgesinde soluklanmak, ayakta geçirdiği binlerce yılı düşünmek ve bu ağacın bir an dile geldiğini hayal etmek nasıl anlatılabilir ki dokunup hissetmeden... Ekipteki dostlarımızla hep birlikte ona sarıldık ve sırtımızı yaslayıp hatıra videomuzu çektirdik. Dünyanın en yaşlı ağacı sanki hayatın tüm sırrını ekibimizdeki bir dostumuzun 8 yaşındaki tatlı kızının ona sımsıkı sarılışında iki kelime ile anlatıverdi: 
Sadece sevgi...

Porsuk Ağacı Zonguldak



Şelale

Bir süre ağacın gölgesinde serinleyip hemen üst kısımda bulunan seyir terasından ağacın heybetli manzarasını doyasıya yaşadık. Terasın altında yorgun bir adam gibi uzanmış kütüğün üstündeki kav mantarları yeni ayaklanacak ağaçların habercisi gibiydi. Gülsen Hocamızın düdüğünün sesiyle toplanıp iniş yolunu tuttuk. Türkiye'de böyle bir orman manzarasının varlığını bilmek ve üç ayrı ilin -Zonguldak, Bolu ve Düzce- sınırları içinde hem de hiç beton yutmuş o şehirleri görmeden dolaşmak harika ve eşsiz bir deneyimdi.   

Aksu Köyü Muhtarı Mehmet Ergirdi
Dönüşte Gülsen Hocamızdan sağ olsun VIP biletimi aldım ve önde kamyoneti kullanan Muhtar Mehmet Bey'in yanında Bacaklı Yaylasına yolculuk yaptım. :) "Zor olan güzeldir" diyor Muhtar taşlı yollarda bir sağa bir sola direksiyon sallarken. "Güzelliklere ulaşmak zor olacak ki kıymetini bileceksin" diye de ekliyor. Açık penceresinden sol tarafını gösteriyor şelaleye doğru sürerken. Bak diyor, "dağların arkası deniz". O mavilik denizle gökyüzünün bir karışımı ve esen rüzgar o yüksekliğe deniz kokusunu sırtında taşıyıp getirdi bize. Aracın penceresinden içeriye doluştu ve birden üstümüze koca orman yolunda sanki deniz kokusu siniverdi. 

Yol üstündeki şelalede durduk. Zaten burada her yerde su kaynağı var. Burada hangi taşı kaldırsan altından su fışkıracak gibi. Fotoğraflarımızı çektikten sonra enerjimizi tazelemek için bir şeyler atıştırdık. Yol kenarındaki dağ papatyalarından topladık sevdiklerimize sunmak için. Boyunlarını büktüler hemen keşke yerlerinden hiç ayırmasaydık...







Bacaklı Yaylası

Bacaklı yaylasına geldik. Kampın son gününde rahatsızlığım arttığından dolayı ekip arkadaşlarımızdan zirveye tırmanmayanlar ile birlikte dinlenmeyi ve serbest dolaşmayı tercih ettim. Eğrelti otlarının arasından yürüyüp hemen karşımdaki zirveye çıkan dostlarımı izledim. Arkamızdan yaylaya gelen 4x4 araçların reklam filmlerini kıskandıracak zirve tırmanışlarına şahitlik ettim. Kendime yayla çimenlerinin içinde bir yer bulup uzandım. Bir bal arısının vızıltılı hareketlerini dakikalarca izledim. Tek işim gücüm bu olsa diye düşündüm. Hava yaylada bir sisli, bir bulutlu, bir güneşliydi. Sürekli değişti ve  avucuma bir ara iki damla düşürdü günün en güzel ödülünü aldım.









Ve En Güzel Dağ Çiçeğimiz... 


Gülsen Salman Hocamız
Bu kamp etkinliğimizi anlatırken hikayesini ileride detaylı yazmak istediğim çok değerli Hocamız Bardoks74'ün kurucularından ve rehberimiz, yol göstericimiz, yardımcımız, bilge dostumuz, değerli büyüğümüz ve en güzel dağ çiçeğimiz Gülsen Salman Hocamıza kocaman bir teşekkür etmeden ve sevgilerimi, saygılarımı sunmadan cümlelerimi bitirmek istemedim. Onun her koşulda verdiği sınırsız desteği, zorlandığımızı hissettiği andaki motive edici sözleri, yeniden enerji toplamamızı sağlaması o kadar değerli ki... Gördüğümüz her bitkinin, her dağın, her ormanın hikayesini ve tırmandığı dağlarda geçmişte bıraktığı izlerinin anılarını dinlemek hem çok keyifli hem de çok öğretici. İyi ki tanıdım, iyi ki var, iyi ki dağcılık maceralarını o hoş sohbetinde her fırsatta bizimle paylaştı. Her birimizin de hikayesini merakla ve ilgiyle dinlediği, sabrı, disiplini, içtenliği ve bizi hayattaki bu yolculuğuna ortak ettiği ve yol arkadaşı olarak kabul ettiği için sonsuz teşekkürler.

Ahmet Aköz ve Bardoks74 Ekibi
Bardoks'un bir diğer kurucu isimlerinden değerli Ahmet Aköz'e kadrajında yakaladığı o mükemmel manzaraları ve çektiği birbirinden güzel doğa videolarını bizimle paylaştığı, zorlu geçitlerde her defasında elini uzatıp bize destek olduğu, yeni keşif rotalarını açarken biriktirdiği anılarını ve bu süreçte yaşadıkları zorlukları tüm samimiyeti ve gülen yüzü ile bizlerle paylaştığı için çok teşekkürler.




Bize tüm hafta sonu hiçbir maddi karşılık beklemeden rehberlik eden ve tüm zamanını bölgede ekoturizmi canlandırmaya adamış olan Aksu Köyü Muhtarı Mehmet Ergirdi'ye ve  tabii etkinliğe katılan ve bana destek olan tüm Bardosk74 ekibine çok teşekkürler... 




Ve sana da
teşekkürler Dünya! 

"Zaman zaman hiç bilmediğim yerleri özlüyorum" diyor Knut Hamsun Pan adlı romanında. Ben de şimdiden hiç gitmediğim yeni yürüyüş ve kamp rotalarımızı özlüyorum.

Eve dönüş yolunda içimden mırıldandığım güzel bir şarkıyı da yazının sonunda sizlerle paylaşmak istedim. Keyifle dinlerken '3 Güzel Günümüz'ü yeniden hayal edebilirsiniz.

 






 








KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli b...