Navara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Navara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Temmuz 2024 Çarşamba

3 GÜZEL GÜNÜMÜZ


Bu hafta sonu gerçekleştirdiğimiz yaz kampımızda Bartın il sınırlarından epeyce uzaklaştık. Günler öncesinden Bartın Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü'nün (Bardosk74) kamp programını paylaşması ile büyük bir heyecanla sıcak ve nemli  havadan bir nebze de olsa kurtulmak ve yükseklere çıkıp doğaya karışmak için günlerin bir an önce geçmesini bekledim. Giderken kamp malzemelerimiz, yedek kıyafetlerimiz ve yiyecek- içeceklerimizle yüklü olan çantalarımızı dönerken onlarca güzel mavi-yeşil anılarla doldurduk. Doğa ananın kucağında, taşlı topraklı yayla yollarında harika geçen 3 güzel günde yürüdük yorulduk, yedik içtik, güldük eğlendik, terledik üşüdük, düştük kalktık. Karadeniz'den esen rüzgar dağlara, yollar dağlara, biz dağlara, dağlar yaylalara çıktı. Çıkış noktamız bu kez Zonguldak'ın Devrek İlçesi'ne bağlı Aksu Köyü'ydü. Yürüyüş rotamız Kızkulak Yaylasından başladı, ardından Bölüklü Yaylasına geçip kampmızı kurduk. Ertesi sabah da Karatepe'de dünyanın en yaşlı Porsuk Ağacına sarıldıktan sonra Bacaklı Yaylası zirvesinde kollarımızı açıp doğa anayı kucakladık.


Kamp




Doğayı keşfetmek, insanın kendisini de keşfetmesi bir bakıma. İnsan özü itibarıyla doğanın bir parçası ancak artık modern yaşamda iyice yabancısı. Bir yandan fiziki ve psikolojik sınırlarını, becerilerini, mental sağlığını, zorluklara karşı direncini test ediyorsun diğer yandan da doğanın sessizliği ile iç dünyanda bastırdığın tüm seslerin netleştiğini duyumsuyor; gündelik yaşamın omuzlarımıza yüklediği suni ve gereksiz ağırlıkların farkına varıyorsun. Kamp programı açıklanır açıklanmaz büyük bir heyecanla yola çıkacağımız günü bekledim. Ve nihayet hazırlıklarımı tamamladım. Gördüm ki hala malzeme eksikliğim var :). Bu benim ikinci kamp maceram oldu. İlk kampımıza sevgili eşim Özgenaz ile beraber yine  Bardoks74 ekibi ile birlikte katılmıştık. Bu kez bu etkinliğe yalnız katıldım ve bu sayede her dik yamaca tırmanırken bir yandan da  iç dünyamın derinliklerine doğru yol aldım. İki gecelik kampta müthiş bir dayanışmayla ve katılımcı dostlarımızın ilgisi ve samimi desteği ile zorlandığım bazı durumların üstesinden gelmeyi başardım.'Shinrin-yoku' yani orman banyosu ile ormanın büyülü atmosferinde yıkandım; tüm duyularım açıldı. Kaygı ve stres yüklü şehir yaşamı, iş telaşesi, bildirimler, mesajlar ve üzerimizden her gün silindir gibi geçen ülke gündemi yaşamımdan bir anda yok oluverdi.



İlk durak Eğerci

Ulus Durağı'ndan kamp malzemelerimi bizi Aksu Köyü'ne götürecek olan araca yükledikten sonra kamp yolculuğum başladı. Ara duraklardan diğer katılımcı dostlarımızı da aldıktan sonra oldukça keyfili geçen yaklaşık iki saatlik yolculuğun ardından Zonguldak'ın Devrek İlçesi'ne bağlı Eğerci Köyünde bize kamp boyunca rehberlik edecek Aksu Köyü Muhtarı Mehmet Ergirdi ile buluşmak üzere mola verdik. Muhtarımız Mehmet Bey bizi kamp boyunca büyük bir misafirperverlikle ağırladı. Kendisi tam bir doğa tutkunu. Ve tüm emeğini, çabasını bölgede ekoturizmin gelişmesi için harcıyor. Ancak bir derdi var. 'Yukarıdakiler'den bir türlü bu eşsiz doğayı tanıtma, ekoturizmine kazandırma ve yöre halkının kalkınmasını sağlayacak projelerin geliştirilmesi konusunda yeterli destek bulamıyor. Bu durum doğrusu bizi  hiç şaşırtmıyor. Zira 'Yukarıdakiler'in öncelikleri ile bizim yaşadığımız hayatlar arasında en az Karadeniz'in tüm yaylalarının toplamı kadar uçurum var. 


kamp



Muhtarın Cennet Bahçesi: Aksu Köyü

Eğerci'de verdiğimiz molada kamp için gerekli olan su ve diğer gıda malzemelerini de aldıktan sonra ilk geceyi geçirmek üzere Aksu Köyünde bulunan Muhtarımız Mehmet Ergirdi'nin evinin adeta cennetten bir parça gibi görünen bahçesine geldik. Araçtan kamp malzemelerimizi indirip elma, erik, kara yemiş ve daha birçok meyve ağacının bulunduğu bahçede çadırlarımızı kurduk. Bahçedeki havuzda oynaşan şaşkın ördek yavruları da meraklı gözlerle bizi izleyip durdu. Ekibimizdeki hayvansever küçük yaştaki dostlarımızın avuçlarından sevgiyle beslendiler. Bahçedeki meyvelerin tadına varıp nemli sıcaktan sırılsıklam olan üstümüzle başımızla sıra iyice acıkan karınlarımızı doyurmaya geldi. Sohbet-muhabbet derken havanın iyice kararmasıyla kafa lambalarımızı takıp ay ışığının ve şehir ışıklarının kirliliğinden artık görmeyi unuttuğumuz yıldızların rehberliğinde ıssız köy yolunda keyifli bir gece yürüyüşüne çıktık. Köyün rahmetli olan eski ustasının ateş tuğlaları ile örerek yaptığı geleneksel köy evlerinden ayakta kalan son örnekleri görme fırsatı bulduk. Ancak birkaçı hariç çoğu modern zamana yenik düşmüş ve bazıları çoktan yıkılıp betorname binaya dönüştürülmüş . Köyün kendine has mimari dokusu maalesef korunamamış. Yürüyüş sonunda vakit epeyce ilerlemişti. Bahçenin ortasındaki masada muhabbet bir süre devam etti. Günün yorgunluğuna yenik düşenler ise çadırlarına çekildi ve artık sessizlik zamanı başladı. Ben de çadır lambamın altında tüm yorgunluğuma rağmen bir süre Amin Maalouf'un Labirent'inin sayfalarında dolaştım. Uyku beni çok geçmeden tamamen esir aldı.


Yayla yolları

Sabahın taze nefesinde uyanıp kuş cıvıltılarını dinledim bir süre. Derken kampçı dostlarımız birer birer çadırlarından çıkmaya, uyku mahmurluğunu üzerlerinden atmak için yemyeşil bahçenin kokusunu içlerine çeke çeke bahçede dolaşmaya başladılar. Muhtarımız Mehmet Bey de erkenciydi. Hemen bahçenin ortasına büyük bir masa kurdu. Odunlu semaveri ateşledi. Üstte sabah güneşi ile altta çıtır çıtır ses çıkaran odun ve kömür ateşiyle çayımız yavaş yavaş demlenmeye başladı. İmece usülü herkes sabah kahvaltısını hazırlamak için işe girişti. Ortaya nefis bir menemen yapıldı. Köy peyniri, köy ekmekleri, armut pekmezi ve kiren marmelatı ile herkes yanında getirdiği kahvaltılıkları masaya dizdi. Açık havada harika bir kahvaltı yaptık. Şairin dediği gibi kahvaltının mutlulukla kesinlikle bir ilgisi var ve biz fotoğraflarla bu güzel sofranın mutluluğunu ölümsüzleştirmeye çalıştık.

Kahvaltının ardından çaylar ve kahvelerimiz eşliğinde bir süre daha keyifle muhabbet ettik. Ardından da çadır ve malzemelerimizi toplayıp yayla yollarına çıkmak için hazırlandık. Eşyalarımızı taşlı topraklı yayla yollarına çıkacağımız ve Muhtarımızın kullandığı bir tüp kamyonetinin kasasına yükledik. En sonunda hepimiz kamyonetin kasasında yerlerimizi aldık ve uzun yayla yolculuğumuz başladı. Kimsenin konfor falan umrunda değildi. Kolay kolay deneyimleyemeyeceğimiz bu yolculuk çok eğlenceli geçti ve artık unutulmaz anılarımız arasına girdi. Biz yol boyunca neler mi yaptık? Mesela bu tüp kamyonetinin kasasından yükselen mutluluk kahkalarımızı yayla yollarının kenarında alabildiğine gökyüzüne doğru uzanan ağaçların dallarında asılı bıraktık. Başımızın üstünden geçen ağaç dallarına dokunduk. Onları selamladık. Dağlar, uçurumlar, şelaleler aştık. Taşlı yollarda bir o yana bir bu yana hoplaya zıplaya mutluluk sarhoşu olduk; bir an dengemizi kaybettik. Ormanda devrilmiş ağaçlar gördük. Denizden dağlara doğru esmiş sert ve acımasız fırtınada devrilen ağaçların dallarının ağlayan bir çocuk gibi ses çıkardığını öğrendik. Fırtınaya dayanmaya çalışan köy evlerinin ahşap kapılarının gıcırtılarını yüreğimizin eskiyen yerlerinde hissettik. Ve yolda bir yabancıya rastladık. Ayaklarımızı dinlendirmek için mola verdiğimizde arkamızda yeşil plakalı bir araç belirdi. Araçtan biri indi ve gideceği Porsuk Ağacının yolunun güzergahını sordu. Biraz konuşmaya çalıştım. Çekya askeriymiş. Türk Ordusu ile ortak çalıştıklarını söyledi. Türkiye'nin kültür rotalarını dolaşmayı planladığını anlattı. Bir yandan da aracında çekim yapan kamerasına gözüm ilişti. Thomas adlı bu asker bir süre bizi takip ettikten sonra gideceği yöne saptı. Arkasında aracının lastiklerinden yükselen tozu, kafamızda ise bir sürü soru işareti kaldı.    

yayla




Kızkulak Yaylası

Kamyonetimizle bir süre daha yol aldıktan sonra Kızlukak yaylası ve zirve yürüyüşü için aracımızdan ayrıldık. Oldukça zorlu ama bir o kadar da güzel bir rotada uzun bir süre irtifa aldık.1600 metre yüksekliğe ulaşmak kolay olmadı. Uzun süren yürüyüşümüzde devrilmiş ağaçların altından geçtik ve dikenli bitkilerin bulunduğu dik yamaçlı ormanın içinden kendimize yol açarak devam ettik. Sarı kantaronlardan topladık. Kızkulak yaylasının düzlüğüne ulaştığımızda eğrelti otlarının arasındaki muazzam güzellikteki patikadan yolumuza devam ettik. Patikanın etrafında gizlenmiş dağ çileklerinin tadına baktık. Dağ papatyalarını kokladık. Ve nihayet dağ suyunun kaynağına ulaştığımızda bir süre dinlenmek ve bir şeyler atıştırmak için mola verdik. Bu süre zarfında hava aniden değişti. Etrafı sis bulutu kapladı ve serin bir esinti tüylerimizi diken diken etti. Yaylanın zirvesine çıkmaktan vazgeçip dönüş yoluna koyulduk. Görüş mesafesi giderek düştü. Ve ekibin dağılmaması adına ve kısa sürede aracımıza dönmek için ileride kendisinden daha detaylı bir şekilde bahsetmeyi çok istediğim ekip liderimiz Gülsen Salman Hocamız ve bize rehberlik eden Muhtarımız Mehmet Bey kestirme bir rota belirledi. Birden gök gürültüsünün ürküten sesi duyuldu ve hızlı bir şekilde geldiğimiz yere dönmek için bir yağmur deresinin dik ve taşlı yolundan inişe geçtik. Burası oldukça zorlu geçti. Düşe kalka da olsa nihayet geri dönüş yoluna ulaştık. Doğrusu müthiş bir deneyimdi.


Bacaklı Yaylası




Bölüklü Yaylası ve Kamp
     
Yeniden kamyonetin kasasına doluştuk ve gece konaklayacağımız Bölüklü Yaylasına ulaştık. Kamp kuracağımız alanı belirledikten sonra çadırlarımızı kurduk ve yemek yemek için bir araya geldik. Hafta sonu olduğundan dolayı yayla günübirlik gelenlerle de doluydu. Akşama doğru ise etraf sakinleşti. Nazikçe kıvrılarak akan bir derenin kenarındaki yayla evinin önünde kurduğum çadırımın yanında kamp sandalyeme oturup bir süre etrafı izleyerek hayallere daldım. Yayla evlerinin bacalarından tüten dumanın maviliği hayallerime bulaştı ve birden önümdeki taş masaya gökyüzünün sonsuzluğu dökülüverdi. Telefonum çekmiyordu; kimse bana ulaşamaz ben de kimseye ulaşamazdım. Zihnimi meşgul eden gündelik yaşama dair hiçbir şey kalmamıştı. Bir süre kulağımda sadece yaylanın yeşillikleriyle beslenen ineklerin otlarken başlarını oynatıp boyunlarındaki çanlarından çıkardıkları sesler çınladı. Yayla evlerinde ocaklar tütüyordu. Belki de sobanın üzerinde bir çaydanlık fokurduyor, taze ekmek ve peynirle evin bahçesinden sabah koparılmış taze sebzelerin ve akşam yemeğinin kokuları birbirlerine karışıyor; bacalardan sadece duman değil sanki hiç el değmemiş ve kirlenmemiş bir yaşamın sihirli tozları gökyüzüne karışıyordu.



Kızkulak Yaylası







Porsuk Ağacı Zonguldak
Koca Yaşlı Dostum: Porsuk Ağacı

Yaylada soğuk bir gece geçirdik. Sabah erken uyandım ve herkes kalkana kadar bir süre etrafta dolaştım. Mis gibi tertermiz bir havada sıcacık güneş ışıklarını yapraklarının arasından süzen bir ağacın altındaki taş masada kahvaltımızı yaptık. Ardından çadırlarımızı ve eşyalarımızı toplayıp kamyonetin kasasına yeniden doluştuk ve Gümeli Tabiat Anıtı'ndaki dünyanın bilinen ve tespit edilen en yaşlı 5 ağacından biri olan Porsuk Ağacına gitmek için taşlı-topraklı orman yollarına koyulduk. Porsuk ağacına ulaşmak için yaklaşık 800 metre kadar tırmandık. İnsanı hayran bırakan güzellikteki yarısı merdiven yarısı ağaç yapraklarıyla süslü yoldan tırmanmanın verdiği mutluluğu anlatmak tarifsiz bir duygu. Yaşlı dostumuza en sonunda ulaştık. Boyu 26, çapı 245, çevresi 770 cm olan Türkiye'nin ve dünyanın bilinen en yaşlı ağacı olan 4.120 yaşındaki bu Porsuk Ağacına dokunmak, gölgesinde soluklanmak, ayakta geçirdiği binlerce yılı düşünmek ve bu ağacın bir an dile geldiğini hayal etmek nasıl anlatılabilir ki dokunup hissetmeden... Ekipteki dostlarımızla hep birlikte ona sarıldık ve sırtımızı yaslayıp hatıra videomuzu çektirdik. Dünyanın en yaşlı ağacı sanki hayatın tüm sırrını ekibimizdeki bir dostumuzun 8 yaşındaki tatlı kızının ona sımsıkı sarılışında iki kelime ile anlatıverdi: 
Sadece sevgi...

Porsuk Ağacı Zonguldak



Şelale

Bir süre ağacın gölgesinde serinleyip hemen üst kısımda bulunan seyir terasından ağacın heybetli manzarasını doyasıya yaşadık. Terasın altında yorgun bir adam gibi uzanmış kütüğün üstündeki kav mantarları yeni ayaklanacak ağaçların habercisi gibiydi. Gülsen Hocamızın düdüğünün sesiyle toplanıp iniş yolunu tuttuk. Türkiye'de böyle bir orman manzarasının varlığını bilmek ve üç ayrı ilin -Zonguldak, Bolu ve Düzce- sınırları içinde hem de hiç beton yutmuş o şehirleri görmeden dolaşmak harika ve eşsiz bir deneyimdi.   

Aksu Köyü Muhtarı Mehmet Ergirdi
Dönüşte Gülsen Hocamızdan sağ olsun VIP biletimi aldım ve önde kamyoneti kullanan Muhtar Mehmet Bey'in yanında Bacaklı Yaylasına yolculuk yaptım. :) "Zor olan güzeldir" diyor Muhtar taşlı yollarda bir sağa bir sola direksiyon sallarken. "Güzelliklere ulaşmak zor olacak ki kıymetini bileceksin" diye de ekliyor. Açık penceresinden sol tarafını gösteriyor şelaleye doğru sürerken. Bak diyor, "dağların arkası deniz". O mavilik denizle gökyüzünün bir karışımı ve esen rüzgar o yüksekliğe deniz kokusunu sırtında taşıyıp getirdi bize. Aracın penceresinden içeriye doluştu ve birden üstümüze koca orman yolunda sanki deniz kokusu siniverdi. 

Yol üstündeki şelalede durduk. Zaten burada her yerde su kaynağı var. Burada hangi taşı kaldırsan altından su fışkıracak gibi. Fotoğraflarımızı çektikten sonra enerjimizi tazelemek için bir şeyler atıştırdık. Yol kenarındaki dağ papatyalarından topladık sevdiklerimize sunmak için. Boyunlarını büktüler hemen keşke yerlerinden hiç ayırmasaydık...







Bacaklı Yaylası

Bacaklı yaylasına geldik. Kampın son gününde rahatsızlığım arttığından dolayı ekip arkadaşlarımızdan zirveye tırmanmayanlar ile birlikte dinlenmeyi ve serbest dolaşmayı tercih ettim. Eğrelti otlarının arasından yürüyüp hemen karşımdaki zirveye çıkan dostlarımı izledim. Arkamızdan yaylaya gelen 4x4 araçların reklam filmlerini kıskandıracak zirve tırmanışlarına şahitlik ettim. Kendime yayla çimenlerinin içinde bir yer bulup uzandım. Bir bal arısının vızıltılı hareketlerini dakikalarca izledim. Tek işim gücüm bu olsa diye düşündüm. Hava yaylada bir sisli, bir bulutlu, bir güneşliydi. Sürekli değişti ve  avucuma bir ara iki damla düşürdü günün en güzel ödülünü aldım.









Ve En Güzel Dağ Çiçeğimiz... 


Gülsen Salman Hocamız
Bu kamp etkinliğimizi anlatırken hikayesini ileride detaylı yazmak istediğim çok değerli Hocamız Bardoks74'ün kurucularından ve rehberimiz, yol göstericimiz, yardımcımız, bilge dostumuz, değerli büyüğümüz ve en güzel dağ çiçeğimiz Gülsen Salman Hocamıza kocaman bir teşekkür etmeden ve sevgilerimi, saygılarımı sunmadan cümlelerimi bitirmek istemedim. Onun her koşulda verdiği sınırsız desteği, zorlandığımızı hissettiği andaki motive edici sözleri, yeniden enerji toplamamızı sağlaması o kadar değerli ki... Gördüğümüz her bitkinin, her dağın, her ormanın hikayesini ve tırmandığı dağlarda geçmişte bıraktığı izlerinin anılarını dinlemek hem çok keyifli hem de çok öğretici. İyi ki tanıdım, iyi ki var, iyi ki dağcılık maceralarını o hoş sohbetinde her fırsatta bizimle paylaştı. Her birimizin de hikayesini merakla ve ilgiyle dinlediği, sabrı, disiplini, içtenliği ve bizi hayattaki bu yolculuğuna ortak ettiği ve yol arkadaşı olarak kabul ettiği için sonsuz teşekkürler.

Ahmet Aköz ve Bardoks74 Ekibi
Bardoks'un bir diğer kurucu isimlerinden değerli Ahmet Aköz'e kadrajında yakaladığı o mükemmel manzaraları ve çektiği birbirinden güzel doğa videolarını bizimle paylaştığı, zorlu geçitlerde her defasında elini uzatıp bize destek olduğu, yeni keşif rotalarını açarken biriktirdiği anılarını ve bu süreçte yaşadıkları zorlukları tüm samimiyeti ve gülen yüzü ile bizlerle paylaştığı için çok teşekkürler.




Bize tüm hafta sonu hiçbir maddi karşılık beklemeden rehberlik eden ve tüm zamanını bölgede ekoturizmi canlandırmaya adamış olan Aksu Köyü Muhtarı Mehmet Ergirdi'ye ve  tabii etkinliğe katılan ve bana destek olan tüm Bardosk74 ekibine çok teşekkürler... 




Ve sana da
teşekkürler Dünya! 

"Zaman zaman hiç bilmediğim yerleri özlüyorum" diyor Knut Hamsun Pan adlı romanında. Ben de şimdiden hiç gitmediğim yeni yürüyüş ve kamp rotalarımızı özlüyorum.

Eve dönüş yolunda içimden mırıldandığım güzel bir şarkıyı da yazının sonunda sizlerle paylaşmak istedim. Keyifle dinlerken '3 Güzel Günümüz'ü yeniden hayal edebilirsiniz.

 






 








KUMLUCA'DA BİR HAFTA SONU KAMPI: ARIKAYASI ŞELALESİ SU YÜRÜYÜŞÜ

Önce bir yağmur damlası düştü. Sonra ikincisi... Sonra bir baykuş öttü. Gecenin tam üçüydü ya da ikisiydi... Zamanın akışı o anlarda belli b...