26 Ekim 2025 Pazar

KARADENİZ'DEN HAZAR'A ATEŞLER ÜLKESİNDE: BAKÜ (I. BÖLÜM)

Cebimizde sadece gidiş-dönüş Kıbrıs uçak biletleri vardı. Aslında planımız aylar öncesinden belliydi. Bu yaz buralarda ne güneşin ne de denizin keyfini doya doya yaşayabildik. Denizin günlerce buz kesmesi, kıyılardaki çevre kirliliği, aşırı kalabalık ve orman yangınlarıyla geçen günler… Tüm bu tatsızlıklar, yaz mevsimini sanki adını bilmediğimiz, kötülükleriyle meşhur beşinci bir mevsim gibi hissettirdi. Henüz kış kapıya dayanmamışken bir nebze olsun Akdeniz'de yazı yakalamak, biraz deniz, biraz güneş biraz da adada henüz görmediğimiz köşeleri keşfetmek bize iyi gelecekti. Ama bir yandan da içimizde dizginleyemediğimiz bir kıpırtı vardı. Aklımızın bir köşesinde "acaba başka bir ülkeye mi gitsek" diyen o ses sürekli yankılanıp duruyordu. Hatta bir ara Kıbrıs planını tamamen iptal etmeyi bile düşündük. Çünkü bu kez farklı sınırları aşma isteği ağır basıyordu. Gitmeyi planladığımız ülkeler arasında bize hem coğrafi hem de kültürel anlamda en yakın olanlardan biri öne çıkıyordu: Azerbaycan. Karar vermemiz saniyeler sürdü. Birden kendimi Ankara-Bakü uçak biletlerini satın alırken buldum. Planımızda küçük ve güzel bir değişiklik yaptık; önce Güney Kafkasya'ya ardından Akdeniz'e geçecektik. “Bir millet, iki devlet” mottosuyla özdeşleşen Azerbaycan’ın planımıza dahil olmasıyla birlikte, "iki bilet, iki devlet"e dönüşen yolculuğumuzun ilk durağı, 'Ateşler Ülkesi'nin başkenti Bakü oldu. Şimdi gelin, bu üç günlük serüvene birlikte çıkalım.

 


Bakü'ye Yolculuk: Hazar'ın Kıyısına Doğru

Ankara'dan başlayan ve yaklaşık 1 saat 50 dakika süren bir uçuşun sonunda Bakü'deki Haydar Aliyev Uluslararası Havalimanı'na iniş yaptık. İnişimiz akşam saatlerine denk geldi ve uçağın penceresinden baktığımızda bizi ilk olarak şehrin ve gemilerin tüm ışıklarını yansıtan Hazar Denizi (Gölü) karşıladı.




Hazar Denizi: Asya’nın Kalbindeki Dev Göl

Hazar Denizi, Asya’nın batısında yer alan ve dünyanın en büyük gölü olarak kabul edilen kapalı bir su kütlesi... Yüzölçümü yaklaşık 371.000 km², uzunluğu ise 1.200 kilometre civarında. Adı, tarih boyunca bölgede yaşamış Hazar Türklerinden geliyor. Hazar Denizi’nin etrafında Azerbaycan, İran, Türkmenistan, Kazakistan ve Rusya bulunuyor. Bu beş ülke 2018 yılında 'Enerji Denizi' olarak da adlandırılan Hazar Denizi'nin hukuki statüsü konusunda bir anlaşmaya varmıştı. Petrol ve doğalgaz rezervleri açısından büyük bir ekonomik değere sahip olan bu göl, ayrıca balıkçılık ve ulaşım açısından da bölge ülkeleri için stratejik bir konumda.




Işıklar Şehri Bakü’ye İlk Bakış

Uçağın merdivenlerinden inerken ve havalimanı binasına geçerken edindiğimiz ilk izlenim, her yerin ışıl ışıl aydınlatılmış olmasıydı. Bu izlenimimiz, havalimanından şehir merkezine doğru yaptığımız yolculuk boyunca da devam etti. Ülkenin enerji kaynakları bakımından ne denli zengin olduğunu adeta gözler önüne serercesine, gece karanlığında anayol boyunca sağlı sollu sıralanmış aynı yükseklikteki taş renkli binalar ve birbirinden farklı, özgün tasarımlarla inşa edilmiş gökdelenler ışıklarla donatılmıştı. Her biri, Bakü’nün modern yüzünü ve enerjisini yansıtan bir gelecek vizyonunun parlayan yıldızları gibiydi.




Havalimanı ve İlk Kültürel İzlenimler

Havalimanı binası modern bir anlayışla tasarlanmış, mimari açıdan da oldukça gösterişli bir yapıydı. Yolcuları bilgilendiren ve yönlendiren levhalar ise tanıdık, hatta sempatik bir dilin harfleriyle yazılmıştı. Azerice ya da Azerbaycan Türkçesi olarak adlandırabileceğimiz bu dil, kültürlerin harmanının işaretlere yansımış bir hali gibiydi; Latin, Kiril ve Fars etkileri dile olduğu kadar yazıya da sinmişti. Ülkede bulunduğumuz günler boyunca bu kültürel çeşitliliği her yerde, güçlü bir uyum içinde hissettik.




Gümrükte İlk Karşılaşma

Azerbaycan’a vizesiz bir şekilde seyahat edilebiliyor. Gümrükten pasaportla ya da yeni çipli kimlik kartınızla kolaylıkla geçiş yapabiliyorsunuz. Gümrük görevlilerinin çoğunluğu kadınlardan oluşuyor ve Türkiye’den gelen yolculara karşı oldukça nazik, yardımsever ve güler yüzlü bir yaklaşım sergiliyorlar. Bu samimiyet, gezimiz boyunca neredeyse her yerde karşımıza çıktı.




Ayrıca ülkenin seküler toplumsal yapısı hemen fark ediliyor. Kadınların sosyal yaşamda son derece aktif ve görünür olması dikkatimizi çekiyor. Sokakta, iş hayatında, sanat ve diğer alanlarda kadınların güçlü varlığı hissediliyor. Ayrıca Azerbaycanlı kadınların bakım ve estetiğe verdikleri önem de göze çarpan bir diğer detay.  

Havalimanından Şehre Yolculuk

Havalimanından çıkar çıkmaz, ülkede oldukça yaygın olarak kullanılan ve en uygun fiyatlı ulaşım hizmetlerinden birini sunan Bolt uygulamasından taksi çağırmaya çalışıyoruz. Ancak e-sim o anda bir türlü aktif olamadığından bu planımızı rafa kaldırıp, daha fazla vakit kaybetmeden havalimanı otobüsüyle şehir merkezine gitmeye karar veriyoruz. Terminal binasından çıkar çıkmaz, şehir merkezine giden kırmızı renkli otobüsler hemen karşıdaki duraktan hareket ediyor. 



Bagajlarımızı teslim ettikten sonra biniş için “Kart geçiyor mu?” diye soruyorum. Şoförün bahsettiği kartın şehir içi ulaşımda kullanılan BakıKart olduğunu, kredi kartının “geçersiz” uyarısı vermesiyle anlıyorum. :) Şoför, “Bagajlar kalsın, kartı alıp gelin,” diyerek aracı bizim için bekletiyor. Neyse ki karşıdaki otomattan BakıKart’ı almak için yapılması gereken işlemleri, otomatın yanında bekleyen bir yolcunun hızlı yardımıyla hemen tamamlıyoruz. Bu ülkede Türkiye’den geldiğinizi anladıklarında yardım etmek için sizin rica etmenizi beklemiyorlar. Ve biz bunu ilk kez, o kart otomatının başında gülümseyen bir Bakülü sayesinde deneyimliyoruz.




28 Mayıs Meydanı’na Varış

Havalimanından şehir merkezindeki son durak olan 28 Mayıs Meydanı’na kadar süren yaklaşık 45 dakikalık yolculuk, Bakü’ye dair ilk izlenimlerimizin şekillendiği bir deneyim oluyor. Trafikte Türkiye’dekine benzer bir acelecilik hakim. Özellikle araçların tehlikeli ve hızlı biçimde şerit değiştirdiklerini sık sık gözlemliyoruz.




İki milyonu aşkın nüfusa sahip Bakü’de trafik genellikle yoğun; ancak zaman zaman akış yavaşlasa da tamamen durma noktasına gelmiyor. Yol kenarlarında dalgalanan Azerbaycan bayrakları ve “Qarabağ Azerbaycan’ındır” yazıları hemen dikkatimizi çekiyor.

Bayrakların Gölgesinde Bir Şehir

Azerbaycan demokratik bir ülke değil; otoriter bir yönetim anlayışı hakim. Ancak buna rağmen, devlet başkanı İlham Aliyev’in portrelerini sokaklarda ya da meydanlarda görmek neredeyse imkansız. Bunun yerine şehirde bayraklar, Karabağ zaferini simgeleyen sloganlar, şehit fotoğrafları ve kahramanlık temaları kamusal alanları süslüyor.




Bakü’nün Kalbi: 28 Mayıs Meydanı

28 Mayıs Meydanı’na ulaştığımızda otobüsten iniyoruz, şoförün tabiriyle “arka kapıdan düşüyoruz.” :) Bu meydan, Bakü’nün kalbi ve simgesel bir nokta. Adını, Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazandığı tarihten alıyor. Buradaki ilk izlenimimiz, sanki modern bir Avrupa kentine gelmişiz hissi oluyor.




Geniş bulvarlar Sovyet döneminin izlerini taşırken, bisiklet yolları, estetik heykellerle süslenmiş parklar, sıra sıra dizili butik kafeler ve mağazalar Avrupa rüzgarını estiriyor. Cam cepheli gökdelenler ise akla Dubai tarzı dikey mimari dokuyu getiriyor. Bakü, bu karışımıyla hem tanıdık hem de şaşırtıcı bir şehir izlenimi bırakıyor.

Tertemiz Bir Şehir

Bakü’de bulunduğumuz süre boyunca özellikle dikkatimi çeken ve ayrı bir parantez açmak istediğim bir diğer konu, cadde ve sokakların temizliği oldu. Ne anayollarda ne de ara sokaklarda yerde tek bir çöp ya da atık görmek mümkün değil. Şehrin bu tertemiz hali o kadar etkileyici ki, insan “caddeye uzansam, üzerime toz bile bulaşmaz” diye düşünüyor.




Azerbaycanlılar, Türkiye’de giderek büyüyen çevre kirliliği sorununu büyük ölçüde çözmüş görünüyor. Bunun en önemli nedeni, yaptırımı yüksek çevre yasaları ve tabii ki  cezalar. Şehri kirletmenin bedeli yalnızca yüksek para cezalarıyla sınırlı değil; kimi durumlarda kamu hizmeti ya da hapis cezası bile söz konusu olabiliyor.

Güvenli Bir Şehir Hissi

Bir diğer dikkat çeken konu ise Bakü’nün güvenli bir şehir olduğu hissi. Şehirde bulunduğumuz süre boyunca, kaldırımlarda ne kriminal bir tipe ne de rahatsız edici kalabalıklara rastladık. Gece geç saatlerde bile sokaklarda yürürken kendinizi huzurlu ve güvende hissediyorsunuz.




Arabaların camlarını açıp yüksek sesle müzik dinleme alışkanlığı kısmen var. Ancak çalınan şarkıların çoğunun Türkiye’de duyduğumuz daha doğrusu çoğu zaman maruz kaldığımız popüler şarkıların olması, aramızdaki kültürel yakınlığın biraz ironik bir yansıması gibi.

Nizami Caddesi: Bakü’nün Nabzı

Bakü’nün İstiklal Caddesi olarak anılan Nizami Caddesi, özellikle akşam saatlerinde şehrin en kalabalık ve en hareketli noktası haline geliyor. Sadece yaya trafiğine açık olan bu cadde boyunca kafeler, restoranlar, mağazalar ve eğlence mekanları sıralanmış durumda. Bir ucu Hazar Denizi kıyısına, bir ucu yeşil parklara ve kamu binalarına, diğer ucu ise İçerişehir’e yani Bakü’nün tarih kokan eski kentine açılıyor.




Hazar Kıyısında Akşam Yürüyüşü

Bavullarımızı otele bırakır bırakmaz kendimizi dışarı atıyoruz; kısa ama heyecanlı bir keşif turuna çıkma zamanı. Nizami Caddesi’nden geçip yönümüzü sahile çeviriyoruz. Bakü Bulvarı, Hazar Denizi kıyısı boyunca kilometrelerce uzanan, geniş ve bakımlı bir kordon.



Bulvar boyunca sahne gösterilerinin yapıldığı açık hava alanları, tiyatro salonları, yürüyüş parkurları ve yeşillikler içinde dinlenme noktaları uzanıyor. Dilerseniz denize nazır butik kafe ve restoranlarda mola verebiliyor, şehrin manzarasının tadını çıkarabiliyorsunuz. Akşamları Azerbaycan bayraklarının dalgalandığı geniş meydanlarda patenli gençlerin keyifli enerjisi tüm sahile yayılıyor.



Biz ise Hazar’ın kıyısında, tatlı bir esintiyle uzun bir yürüyüşe koyuluyoruz. Açıkta salınan gemiler, ıssız adalar ve ufukta yükselen petrol platformları arasında ilerlerken Bakü’nün modern yüzüyle deniz arasındaki o zarif dengeyi hissediyoruz. Kentin Hazar boyunca bir yay gibi uzandığı bu hatta dolaşmak, Bakü’yü tanımanın belki de en güzel ve en kolay yolu...


Bulvardan şehrin en önemli simgeleri olan Alev Kuleleri’nin ışıklı gösterisini izlemek de bu yürüyüşün unutulmaz anlarından biri oluyor. Bakü’deki ilk akşamımız, ertesi gün başlayacak olan şehir turunun adeta bir ön provası gibi. Şehrin tarihine, kültürüne ve hikayelerine dokunmak için sabırsızlanıyoruz.

Teşekkürler Dünya!




9 Ekim 2025 Perşembe

BARTIN'DAN AMASRA'YA YÜRÜMEK

Geçen yıl bu rotada yürümeyi çok istemiştim. Hala aklımda kalan, yürümek isteyip de henüz gerçekleştiremediğim birkaç rota daha var… BARDOSK74’ün yeni yürüyüş sezonu açılışı paylaşımını görür görmez, bu defa yağmur da yağsa çamur deryasında da yüzsek yürüyeceğim dedim. Hafta sonları rutinlerinden biridir Bartın’dan Amasra’ya gitmek… Bu sefer arabayla gitmenin konforunu bir kenara bırakıp, bambaşka bir yoldan; uzun, ince patikalardan yürüyerek ulaştık Karadeniz’in bu güzel kıyısına. Balıkçılar ve martılar karşıladı bizi. Özlemini çektiğim doğanın içindeki bu 15 kilometrelik yürüyüş, yalnızca Bartın’dan uzaklaşmak değildi. Geride kalan haftanın omuzlarımıza yüklediği her ne varsa hepsini üzerimizden atmak; varış noktasından çok, oraya varacak olmanın güzelliğini yaşadığımız o anların peşinden yürümekti. “Yürümenin Felsefesi”ni bir nevi böyle okumaktı…



Her zamanki bindiğimiz noktada yağmurdan sonra açan gökyüzünün tazelediğinde bizi başlangıç noktamıza götürecek olan aracımızı beklerken, önümüzde çok güzel bir günün bizi beklediğini hissettik. Bu güzel enerji sabahın erken saatlerinde deli deli yağan yağmurun dinişi gibi tüm sakinliği ve dinginliği ile üstümüze çökmüştü.




 
Başlangıçta nemli toprak kokusunu içimize çekerken, tenimize dokunan güneş ışıklarının giderek yükselen sıcaklığı bizi bir anda yaz mevsimine götürdü. Kocareis Köyü'nü geçer geçmez ormana ve sonbahara yüzünü dönmüş yamaçlara doğru adımlarımızı atar atmaz grubumuzla birlikte kuzeye doğru yol almaya başladık.




Kuytu köşelerde, uçurumların kenarında, vadilerin içlerinde ağaçların doğal bir şekilde kamufle ettiği evlerin yanından geçen bu yolda bir süre adım seslerimizden başka ses işitmez olduk. Sohbetler zaman zaman yerini içsel konuşmalara bıraktı. 



Rüzgar esti, adım seslerimize kulak kesilen uzaktaki ıssız köylerin huzursuz köpekleri havladı, botlarımıza yapışan çamurların çıkardığı gıcırtılı tuhaf sesler içimizde bir yerlerde unutulmuş ve yüzeyi pas tutmuş bakımsız bahçe kapılarının açılışının sesine dönüştü. İncelme molasında ise şehirde büründüğümüz tüm rolleri tek tek üzerimizden atarak doğaya geri döndük.  



İşte bu manzaranın tadını çıkarırken, “Mavi Duvar” şarkısından etkilenmiş ama duvarın rengini sonradan beğenmeyip de çekip gitmiş birinin yaptığına benzettiğim, tepedeki tek katlı bir evin bahçesinde dinlenme molası verdik. 


Yürüdüğümüz güzergah boyunca, Kazpınar Köyü’ne çıkan orman yoluyla kesişen yol ayrımına kadar, kestane ve defne ağaçlarının hoş kokulu yaprakları arasında ilerledik. Yere düşen minik kestanelerden tatmadan geçmedik. 


Şans getirdiğine inanılan defne yapraklarını ise, yemeklere kattığı lezzeti de düşünerek, doğadan bir tutam ödünç aldık. Biraz daha ilerlediğimizde köpek havlamaları iyice yakınımızdan gelmeye başladı. Gördük ki, çitlere av köpeklerini bağlayan bir avcı grubu, Milli Parklar'dan gelen görevlilerinin gözetiminde yaban domuzu avına çıkmış.




Artık deniz seviyesinde sona erecek olan yemyeşil yamaçlardan inmeye başlamıştık. Yaprak kıpırtılarının arasından görünen bir parça deniz mavisi, içinde bulunduğumuz renk cümbüşüne sonsuzluk kattı. 



Patikanın kenarında yükselen ve tatlı esintide hafifçe sallanan dağ çilekleri — yani buralardaki adıyla beydin — gizli gizli denize yaklaştığımızın haberini vermenin mahcubiyetini üzerlerinde taşır gibi kızarmaya başlamışlardı. 



Doğrusu, bu özel meyvenin tadına bakmadan da duramadık. Kararında tüketildiğinde sağlığa iyi gelen bu meyve ağaçlarının bulunduğu, denize bakan yamaçlarda kuşburnu meyveleri de avuçlarımıza birer yol ikramı gibi toplanıverdi.



Tarlaağzı Köyü'ne geldiğimizde meydandaki caminin önündeki banklarda grubun geride kalan kısmını beklemek için kısa bir mola verdik. Etrafta oyun oynayan çocuklardan başka kimse yoktu. 




Köyün sakinleri bu güneşli ve sıcak pazar gününü ya evlerinde ya da bahçelerinde geçiriyordu. Köyün içindeki yokuştan yürümeye devam ettik ve Tarlaağzı Limanı'na geldik. Burası yürüyüşümüzün son noktasıydı. Limandaki merdivenlerden plaj tarafına geçtik.




İyice acıkmıştık. Çayımızın eşliğinde sandviçlerimizi yerken, tepemizde martı çığlıkları, sakin bir ekim denizinin dalga kıpırtıları ve balıkçı motorlarının sesi bize eşlik etti. Yeme içme faslı bittiğinde, yorgunluğun da etkisiyle masmavi gökyüzüne ve hemen önümüzdeki denize karşı uzandık. 



Uzaktan bakınca, kıyıya vuran deniz sarhoşu balıklar gibiydik. Plajın simsiyah renkteki küçük çakıl taşları ise bu koyda bir şeylerin yolunda gitmediğini kulağımıza fısıldayıp duruyordu...







Teşekkürler Dünya! 








 




4 Ekim 2025 Cumartesi

LİHTENŞTAYN: İKİ ÜLKENİN ARASINDA SIKIŞMIŞ BÜYÜLEYİCİ BİR KASABA ÜLKE

Lihtenştayn deyince aklımıza pek bir şey gelmiyor. Hatta çoğumuz neresi olduğunu bile bilmiyordur. Lihtenştayn aslında hala krallıkla yönetilen, İsviçre ve Avusturya’nın arasında kalan, Avrupa’nın 160 km2 ile en küçük dördüncü ülkesi.

Aybars Dağ



Vaduz’a İlk Adım: Alte Rheinbrücke Vaduz Köprüsü

Lihtenştayn’ın küçüklüğünden dolayı gezimize direkt olarak başkentten, yani Vaduz’dan
başladık. Bu masalsı başkente ulaşmak için İsviçre üzerinden keyifli bir yolculuk yaptık.
Ülkeye giriş sırasında, bizi çok hoş bir manzara karşıladı: İki ülkeyi birbirine bağlayan
köprüde, İsviçre ve Lihtenştayn bayrakları karşılıklı olarak adeta birbirini selamlıyordu.
Köprüden geçişimizden hemen sonra ise, İsviçre ile Lihtenştayn'ı birbirine bağlayan tarihi yapı, Alte Rheinbrücke Vaduz Köprüsü bizi bekliyordu. Bu ahşap köprüyü de gördükten
sonra, şehre doğru ilk adımımızı atmış olduk.





Görsel Bir Şölen: Büyüleyici Vaduz Kalesi
Şehrin merkezine doğru ilerlerken, bir yandan da dağların heybetli manzarası eşliğinde,
Vaduz Kalesi'nin büyüleyici görüntüsü bize adeta görsel bir şölen sunuyor. Bu eşsiz
manzarayı daha yakından deneyimlemek için sabırsızlanıyorduk. Hemen şehir merkezinde arabamızı park ettik ve kalenin o muhteşem silüetiyle en güzel fotoğrafı çekmek için kendimize en uygun açıyı bulmaya koyulduk.




Başkent Vaduz: Gelişmiş Bir Kasabanın Sakinliği
Lihtenştayn gerçekten de tahmin ettiğimiz gibi oldukça küçük bir ülke. Başkent Vaduz, bir
şehirden çok gelişmiş, düzenli bir kasaba izlenimi veriyor. Şehrin merkezinde modern
betonarme yapılar göze çarpsa da, dikkatimizi çeken önemli bir detay var: Yeni yapılan
binaların, apartmanlar dahil olmak üzere, büyük ölçüde ahşap yapı geleneği korunarak inşa edilmesi. Bu, kasabanın doğal dokusunu kaybetmeme çabasını gösteriyor.

Vaduz'un merkezi oldukça ufak; meşhur ana caddesini çok kısa sürede yürüyerek turluyoruz.

İnternette okuduğumuz bilgilere göre burası bir vergi cenneti olarak biliniyor ve birçok
Avrupalı şirketin aktif iş yapmasa da burada bir ofisi bulunuyor.

Hediyelik magnet almak için uğradığımız bir büfede ise sürpriz bir şekilde Türk bir
hanımefendiye rastlıyoruz. Burada doğup büyüdüğünü ve uzun yıllardır yaşadığını anlatıyor.


Kendisine buradaki hayatı sorduğumuzda ise, "Gördüğünüz gibi, burası oldukça ufak ve
yapılacak pek bir şey yok," cevabını alıyoruz. Bu samimi yanıt, kasabanın sakinliğini özetler nitelikte.

Lihtenştayn'ı derinlemesine gezmek gibi bir planımız olmasa da bu küçük ülkeyi görmüş
olmaktan mutluyuz. Kısa süren bu ziyaretimizin ardından, bir sonraki durağımız olan
Avusturya'ya doğru yola çıkıyoruz. Bize ise geride bıraktığımız bu güzel manzaralar kalıyor.






KARADENİZ'DEN HAZAR'A ATEŞLER ÜLKESİNDE: AZERBAYCAN'DA GOBUSTAN VE ABŞERON TURU

Bu bölümde Azerbaycan gezimizin en heyecanlı gününe geldik. Ülkeye gelmeden önce bir tur firmasından satın aldığımız Gobustan (Kobustan ya d...